Boşluğa Yuvarlanmak
Bu toplumun bir ‘namus’ sorunu olduğuna kendi yaşamım kadar eminim. Benim büyüklerim ve bizim kuşak için en kutsal insan özelliği ‘namus’ kavramı idi. Tevfik Fikret, bizim gibi, sıkıntılı günlerde yaşayan bir Türk şairi idi. O günlerde şunları yazmış: “Bugün özgürlüğünü, bağımsızlığını, ulusunun namusunu, umudunu yitirmediysen, ey ziyaretçi, bil ki senin kurtarıcıların bunlardır.”
Doğan Kuban/Cumhuriyet2200 yıllık Türk tarihinde dünyanın haklı bulduğu iki savaş var: Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları. Bunlar son yüz yıl içinde oldu. Oysa bugünkü hükümetin sözlü müdahaleleri bile dünya kamuoyunda olumsuz tepkilerle karşılanıyor.
İstiklal Marşı Hyung-Nu’lardan 2100 yıl sonra, Türkiye çağdaş bir devlet olarak kurulduğu zaman, Türk adını taşıyan bu ilk devletin arkasındaki ülke ve ulus bilincini vurgulayan büyük bir vatansever şairin yapıtıdır. Bu gün ülkenin bunlara çok gereksinimi var. Ancak böyle sözler birleştiricidir.
Bugünlerde, annemin bize Mehmet Akif ve Tevfik Fikret’ten şiirler okuduğu ilkokul günlerime yeniden döndüm. Çünkü 1945’den bu yana Cumhuriyet idealinin içini boşaltmak için uğraşıyorlar. Bu kemirilmeyi üniversite yıllarımdan bu yana biliyorum. Bu söylemler İkinci Dünya Savaşı sonrasının Türkiye üzerine düşen gölgesinde gelişti. Giderek geleceği tehdit eden bir amaç boşluğuna dönüştü. Bugünlerde, alarm veren haberler halkı paniğe düşürüyor.
Toplum neden korkuyor? Ülkenin parçalanmasından, ülkeyi saran terörizmden korkuyor. Karnı ancak doyan, oraya buraya borçlu fakir, ya da orta halli halk işsizlikten, çocuklarını yetiştirememekten korkuyor. Genel bir ekonomik krizden korkmaları için neden yok. Çünkü zaten hep krizde yaşıyorlar. Fakat toplumu sürekli olarak rahatsız eden iki olgu var. Biri fakir halkın ‘ucuz ölüm’ü olgusu, ikincisi Mehmet Akif’in büyük insan özelliği olan ve bize de çocukluğumuzda en çok anlatılan ‘namus’ kavramı.
Toplumsal yaşamın iki can acıtan yarası bunlardır. Bunları iyi irdeler ve yorumlarsak fakir insanları köle gibi çalışmağa zorlayıp ölümlerine neden olmanın dindarlıkla ilgisi olmadığını, tanrısal rahmet ve insani yardım ve acıma kavramlarına hiç yaklaşmadıklarını görürüz. İşverenlerin Afrika’dan Amerika’ya köle ticareti yapanlardan tek farkı, işçileri yurtlarından kaçırmamaları.
Ama topraktan kopmuş fakir insanlar çalışmağa mahkumlar. Bu insanlar Çin’den de geliyorlar, Afganistan’dan da geliyorlar, Suriye’den de.
SÖMÜRÜNÜN DOĞASI AYNI
Ekonomik konjonktür deyince sömürünün doğası değişmiyor. Bu ayrıntıları yeteri kadar biliyoruz. Maden ve iş kazaları; Kürtlerin bağımsızlık istemeleri, hatta gökdelen ticareti ve toprak spekülasyonu, kamu malının ucuza elden çıkarılması ile ilgili değil.
Toplumun cahilliği ve beynini yıkanmışlığı, üniversite öğretiminin kalitesizliği ve adaletsizlik de birinci nedenler değil. Türkiye 2000’e insan yetiştirmeğe sırt çevirerek gelmedi. Bizi Kurtuluş Savaşı’nda Osmanlı dönemindeki kararsızlıktan ve geri kalmışlıktan kurtaranlar cahil ve köle kafalı insanlar, ya da ortaçağ otokratları değildi.
Ucuz ölüm, ilkel bir kapitalizm göstergesidir. İnsan saygısı gelişmemiş, ona kul muamelesi yapan din toplumunun davranışlarını sergiler. Uygarlık tarihi insana saygı tarihidir. 21.yüzyılda bunları tartışan toplum ilkel bir toplumdur.
Bütün geçmişini unutacak kadar yozlaşmış hiçbir toplum yoktur. İçerden ya da dışarıdan aklımızı başına getirecek müdahaleler olacaktır. Bütün bu eğrilikler, çekilen acılar, suçsuz insanların ölümleri bizim gibi geri kalmış ve geri kalmakta direnen toplumlara dayatılan neo-kapitalist tüketim hastalığının semptomlarıdır. En ağır hastalar bizim gibi olan toplumlar. Çünkü müşteri statüsünde kalmışız. Cahil toplumlar en kolay aldanan, en kolay yönlendirilenlerdir. Ama aramızda karun olanlar var. 80 milyonluk toplumda sayıları devede kulak ama, güçleri para ile orantılı.
Kapitalist mekanizma böyle çalışıyor. Gerçi eskiden de böyle çalışırdı. Fakat iletişim teknolojisi ve küresel ekonominin gelişmesine bağlı olarak büyük finans şirketleri devletler kadar güçlendiler. Gücün zorbalığı, herhalde insanın yeteri kadar uygar olamaması nedeniyle, devam ediyor. Her ülkenin nüfusunun yüzde biri kadar olan kapitalist sınıf, diğer sınıfları az ya da çok sömürüyor. Artık bu bilgiyi bakkalların bile bilmesi gerekir. Komünistlikle ya da dinsizlikle ilgisi yok. Uygarlık sömürünün kesin ilacı değil ama, önemli bir bağışıklık sağlıyor.
BU TOPLUMUN BİR NAMUS MESELESİ VAR
Almanya’da madenciler toprak altında kalıp gömülmüyor. İnşaat asansörleri düşmüyor. Bilimsel araştırmalar dünya sıralamasında en arkadan gelmiyor. Bizim öğrenciler yurt dışına gidiyor. Onlarınki bize gelmiyor. Yükselen Türkiye’yi Güney Kore’yle karşılaştırabiliyor musunuz? Sevgili dostumuz Amerika’daki demokrasi neden bizde yok oldu? Bu kadar açık farkları görememek için cahillik bile yetişmez. Bu bir körleşmedir. Bunun nedeni cahillik, onun da sonucu uygarlık düzeyinin alt basamaklarında oturmaktır. Bu kadar basit mi? Evet, bu kadar basit. Tarihçiler nedenlerini anlatmak için araştıradursunlar, fakat sonuçları yaşıyoruz.
Sevgili Okuyucular,
Bu toplumun bir ‘namus’ sorunu olduğuna kendi yaşamım kadar eminim. Benim büyüklerim ve bizim kuşak için en kutsal insan özelliği ‘namus’ kavramı idi. Bu sözcük de Arapça kökenlidir. İslam’da ‘Namus-u Ekber’ Cebrail’dir. Çünkü Allah’ın sözünü peygambere iletir. Bu olgudan şu düşünce silsilesi çıkar: Kuran ne kadar doğruysa Cebrail o kadar doğrudur. Cebrail ne kadar doğruysa Peygamber o kadar doğrudur. Doğru inanılması gerekli olandır. Namus doğruluk demektir. Temiz adam, lekeli olmayan adam, sözüne güvenilir adamdır. Toplumun bir doğruluk daha doğrusu bir eğrilik sorunu var. Eğriyi doğru sanana da cahil diyoruz. Onların ağırlık oluşturduğu toplum cehalet toplumudur.
Tevfik Fikret, bizim gibi, sıkıntılı günlerde yaşayan bir Türk şairi idi. O günlerde şunları yazmış: “Bugün hürriyetin, milliyetin, namus-u ümidin masun kaldıysa bil, zair, rehakârın bu heyettır.” Bugünün dili ile “Bugün özgürlüğünü, bağımsızlığını, ulusunun namusunu, umudunu yitirmediysen, ey ziyaretçi, bil ki senin kurtarıcıların bunlardır.”
Bugünkü boşluk, özgürlüğün, bağımsızlığın, namusun, umudun kalmadığını düşünmekten kaynaklanan boşluktur.
Sevgili Okuyucular
Kendi yaşantımda hissetmediğim için bana hâlâ şaşırtıcı geliyor ama, devletin yapısını kemire kemire Cumhuriyet idealini boşaltmışlar, seksen milyonluk koca ülke 1923 günlerine dönmüyor ama, ruh ve ahlak bakımından sönmüş bir balona benziyor.
Biz kimliğini koruyarak 2000 yıldan fazla yaşamış bir toplumuz. Bu bir övünme değil, tarihi bir gerçek. Çağdaş dünyaya eşit olarak katılma şansımız cahillerin tahminlerini boşa çıkaracak kadar güçlü. Kurtarıcı ilkeleri de Tevfik Fikret yüz yıl önce söylemiş: Özgürlük, bağımsızlık, namus ve umut.
UMUDU YİTİRMEMEK GEREK
Özgürlük, bağımsızlık için savaşmak, namussuza direnmek, umudunu yitirmemek gerekli mücade ilkeleri. Mücadele edeceklerimiz, içerde ve dışarıda. Bu mücadelenin etkili olması için söyleminin toplumun cahil kesimine ulaşması, ve bunun için halkın anlayacağı bir dil ve kavramlarla yapılması gerek.
Halkın aydınlık kesiminin bu bağlamda mümkün olduğu kadar geniş bir ‘consensus’a ulaşması gerek. Bunlar kolay değil ama, temel bir uygarlık çabası gereğidir. Eğer bu düzeye gelmedikse mücadele de daha uzun sürecek!
Bu arakesitte dünya konjonktürünün olumlu bir katkısı olabilir. Binlerce yıl yaşayan bu toplumun başına bu dertler binlerce kez geldi. Ama bu günlere ulaştık. Umut yitirmemek, kurtarıcı eylem ilkelerinden biridir.
Son örneği de Kurtuluş Savaşıdır.
Not: Tevfik Fikret’in sözlerini Mustafa Nihat Özön’ün Osmanlıca-Türkçe Sözlüğünden aldım.
Yılmaz Özdil’e teşekkürler.