Bond, ‘paralel’ örgüte karşı

Son James Bond filmi ‘Spectre’ gösterimde.

Sungu Çapan

 

Bugün bizde de başlayan, dünya çapında bir gişe başarısıyla ilgi gördüğü haberleri de gelen 24. James Bond filmi “Spectre”, Latin coşkusunun yansıdığı, herkesin iskelet kılığına büründüğü, Mexico City sokaklarında düzenlenmiş büyük bir maskeli baloyu andıran, çok renkli ve şamatalı bir ölüler günü şenliği görüntüleriyle açılıyor.

Nerdeyse dakikalarca, aksiyonun dalağını yararak karada- havada devam eden müthiş takip ve dövüş sahneleriyle, alışılagelmiş serüven filmi klişeleriyle süregelen “Spectre”de, bir önceki Bond filminde veda ettiğimiz, 007’nin amiri ve MI6’in patronu olan Judi Dench’in yerini almış Ralph Fiennes, hem istihbarat servisini kapatmak isteyen hükümet baskılarına karşı koyarken hem de başına buyruk, asi ajanımızı kollayıp gözetiyor.

Vaktiyle yazar Ian Fleming’in kaleminden doğup zaman içinde, çeşitli romanlar- filmler aracılığıyla ve bir iftihar vesilesi olarak İngiltere’yle özdeşleşmiş, yarım yüzyıllık, renkli James Bond efsanesinin ilk dönem filmlerinden anımsanacak olup bu filmde yeniden devreye sokulan, dünyaya egemen olmayı hedefleyen gizemli, Spectre örgütüne karşı uğraş veren Bond’umuzun (Daniel Craig de tıpkı Sean Connery gibi artık bu rolü üstlenmek istemiyormuş bundan böyle) önceki külyutmaz patroniçesinin (yani Judi Dench’in) intikamını aldıktan sonra eski düşmanı Mr. White’ın kızı Madeleine Swann’le (Lea Seydoux) iş ve gönül birliğine girerek sonunda Spectre’in kötü adamı Franz’ı (Sempatik kötü adam yorumlarıyla sivrilen, Avusturyalı, 2 Oscar’lı Christoph Waltz yine sürekli rol çalıyor herkesten) alt etmesini 2.5 saate yayılan, birinci sınıf bir macera-aksiyon kokteyli halinde anlatıyor, 15 yıl önceki “American Beauty” ile parlamış Oscar’lı İngiliz yönetmen Sam Mendes.

 Eleştirmenlerce beğenilip büyük bir gişe başarısı kazanmış bir önceki Bond filmi “Skyfall”da da Daniel Craig’le birlikte çalışmış, 15 yıl önce “American Beauty”siyle çokça alkışladığımız Mendes’in yine Bond evrenine dönüş yaptığı ve aslında tipik bir katil olan 007’nin öksüz-yetimliği ve sevgisiz çocukluğuyla sonradan amansız düşmanı olacak Franz’ın ailesince yetiştirilmesi gibi özel yaşamına dair kimi ayrıntılara da değindiği, yarısından itibaren temposunun düşmesine, giderek sürükleyiciliğini de yer yer yitirmesine karşın birinci sınıf görselliği ve Monica Bellucci’nin de boy gösterdiği, zengin oyuncu kadrosu sayesinde, meraklısınca yine de kaçırılmayacak bir Bond seyirliği sayılabilir bu “Spectre” sonuçta. Meksika’dan Roma ve Afrika’ya kadar çeşitli, egzotik mekânlarda çekilmiş “Spectre”, kuşkusuz Bond mitosunun en iyi filmlerinden değil ama “Abluka”nın basın gösterimini kaçırınca bu hafta mecburen onu yazmak durumunda kaldım.