Boğaz’ın prensi: Lüfer

Deniz biyoloğu Mert Gökalp’in çektiği ‘Lüfer’in Yolculuğu’ belgeseli yok olmaması için çabalamamız gereken balığın hikâyesini anlatıyor.

Hazal Ocak

Düşünün ki bir balık denizlerde yüzlerce kilometre yüzüp Marmara Denizi’ne ulaştığı anda yumurtlayamadan avlanıyor. Hepimiz o balığı tanıyoruz: Boğaz’ın prensi lüfer. Deniz biyoloğu Mert Gökalp, lüferin can pazarını belgesele çekti. Lüferden önce yitirdiğimiz onlarca balığı da anımsatan belgesel, İf İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterildi. Gökalp, ‘Lüferi korumak için hâlâ bir şansımız var” diyor.

Aslında bir yırtıcı

Lüferin Yolculuğu Belgeseli, balığın yöre için kültürel ve ekonomik değerinin paha biçilemez olduğunu ve kaybının ise aynı zamanda denizcilik ve mutfak kültürünün de kaybı demek olduğunu anlatıyor. Belgeselle lüferi yakından tanıyor, aslında sürü halinde dolaşan ve saldırgan bir balık olduğunu öğreniyoruz.

Defne yaprağı, sarıkanat, çinekop ve kofana, lüferin değişik boylarına verilen isimler. Boğazdan geçen canavar bir balık olan lüferin binlerce yıldır usanmadan devam ettiği yolculuğu sona erebilir. Kaçak avlanma ve artık bir İstanbul sorunu haline gelen denetimsizlik lüferin geleceğini tehdit ediyor. Aktivistler, “Seninki kaç cm?”, “Küçük balık yoksa büyük balık da yok”, Lüfer Şenliği, Lüfer Koruma Timi gibi kamu bilincini arttıran kampanyalar, balığın legal avlanma boyunu 20 cm’ye getirdi. Belgeselde, görüyoruz ki bu sınırlama bile yeterli değil. Lüferin belirlenen üreme boyu 27 cm. Karadeniz’den Marmara Denizi’ne göçü sırasında 10-18 cm’lik çinekoplar ve hatta defne yaprağı boyutunda balıklar daha üreme fırsatı bulamadan yoğun miktarda avlanıyor.

‘Lüfer baş tacıdır’

Gökalp, Miami Üniversitesi, Okyanus Bilimleri mezunu. Biyoteknoloji üzerine yüksek lisans yaptı. Hollanda’da doktorası süren Gökalp, deniz süngerleri üzerine çalışıyor. Uzmanlık alanı sualtı. Gökalp, “İnsanların denizi korumasını istiyorum” diyor. Deniz türleri üzerine de bir kitabı bulunan Gökalp’i lüferi çekmeye dayısı ikna etmiş: “Bizim aile lüferi sever, sofraların baş tacıdır. Dayım belgeseli istedi. Altı ay direndim çünkü lüferi çekmenin zorluğunu biliyorum. Sonra ikna oldum.”

Önce halden başlamalı

Gökalp çekimler sırasında denetimsizliği tüm çıplaklığıyla gördüklerini söylüyor: “Her şey balık halinden başlamalı. Balık haline ne kadar balık giriyor, ne kadar balık çıkıyor bilinmesi gerekiyor. Sayıların tutulması gerekiyor. Kimse ne kadar balık girip çıktığını bilmiyor. Boy yasağına ve derinlik yasağına gırgırlar uymuyorlar. Boğazlar ve adalar biyolojik bir koridor. Lüferlerin yavrulayacak ya da geçecek yerlerinin olması gerekiyor. Devlet bunları yapabilir.”

‘Tek vücut olmalıyız’

Gökalp, “Bizim de yapabileceğimiz seyler var” diyor ve ekliyor: “Belli bir boy büyüklüğün altındaki ya da illegal yakalanmış balığı almamalıyız. Geleneksel balıkçılardan veya kooperatiflerden alabiliriz. Bu belgesel bir mücadele belgeseli ve tek yürek, tek vücut olmamız gerekiyor. Belgeseli insanlara izletmemiz gerekiyor. Belgesel önümüzdeki festivallerde farklı platformlarda izlenebilecek. Online platformlara koymak için de çalışmalara başladık.”

Destek alamadık

Gökalp belgeseli çekerken zorlandığı anları şöyle anlatıyor: “Lüferi yakalamak gerçekten çok zordu. Balık gerçekten artık azalmış vaziyette ve sürü halinde göç gerçekleştirmiyor. O göçü yakalayabilmek hakkaten zor oldu. Türkiye’de birçok fon ve kuruluşlara başvurdum. Hiçbir destek alamadım. Fon bulamadığımız için parasız devam ettik. Başka bir yerden kazandığımız paraları buraya yatırdık. İnsanlar bir bedel almadan çalıştılar. Belgesel 3 sene yerine bir buçuk senede bitebilirdi. Parasız bir şekilde profesyonel ilerlemek gerçekten çok zor. Üstelik ağustosta balık sezonu açılmadan fragmanı yaptık. 750 bin kişi izledi. Belgesel için önemli bir rakam. Buna rağmen destek alamadık. Kendi çevremizden belgeselin 4’te 1’ini karşılayacak bir destek aldık.”