Bizlere gurur duyacağımız bir İstanbul bırakılmadı

30 yaşında bir kadın gazeteci… Anne adliyede memur, baba başkomiser… Kim derdi ki bir gün onun da adliye ve polis arasında yaptığı haberler nedeniyle gidip geleceğini… Cumhuriyet’in genç muhabiri Hazal Ocak’ın içine gazetecilik ateşi düştüğünde daha ilkokuldaymış… Merak, inat, dürüstlük ve gerçeğe olan ilgi… Gazetecilik için gerekli her şeye sahipken başarı da kaçınılmaz oldu… Şimdi iktidarın güzelim İstanbul’u ne hale getirdiğini gözler önüne seren bir kitap yazdı, adı “İhanet”… Hazal ile buluştuk, konuştuk…

İpek Özbey

Fotoğraflar: Vedat Arık

- Hadi önce seni tanıyalım, ne zaman nerede doğdun, nerelerde okudun?

1990’ın bir haziran sıcağında Adana’da doğdum. 1 yaşını doldurmadan İstanbul Beşiktaş’a geldik. İlkokulu Seyrantepe Polis lojmanlarındaki Süleyman Çelebi ilkokulunda okudum. Ortaokulu ve liseyi de Bakırköy’de. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’ne girdim ve 2013’te mezun oldum.

- Polis lojmanında oturduğunuza göre, baba polis mi?

Evet, annem adliyede memur, babam da başkomiserdi. O yüzden annem avukat, babam da polis olmamı isterdi. Babam beni bütün ilkokul ve lise hayatım boyunca polis okullarına götürüp sınavlarına sokmaya çalışırdı. Ben de inatla gazeteci olmak istediğimi söylerdim. Hayallerimin peşinden gittim. Israr ettim, çalıştım, vazgeçmedim, kendimce engelleri aştım ve bugün gazetecilik yaptığım için çok mutluyum.

- Gazetecilik ateşinin içine ilk düştüğü anı hatırlıyor musun?

Hatırlıyorum tabii, ben kendimi bildim bileli gazeteci olmak istiyorum. Abim bana hep ‘Geleceğini sen şekillendireceksin. Ne yaparak mutlu olacaksan, o mesleği seç ve çok çalış’ derdi. Küçükken yazmayı çok severdim. Her şeyi yazardım. Günlükler, denemeler, öyküler… 10 yaşında gelecekte ne yapsam mutlu olurum diye düşünüp ‘yazmayı’ seçtiğimi hatırlıyorum. Ortaokula geçtiğimde yazar olma hayali gazeteciliğe evrildi. Liseye geçtiğimde ise okuduğum Uğur Mumcu kitapları, araştırmacı gazeteci olma hayalini içime işledi.

- Cumhuriyet’e nasıl başladın?

Aslında bu soru da dediklerimle bağlantılı çünkü araştırmacı gazeteci olmak istediğime karar verdiğim ilk an araştırmaya başladım. Her gün 12 gazete alır, tüm haberleri okur, gelecekte hangi gazetede çalışacağımı düşünürdüm. Cumhuriyet benim için her zaman özel ve farklıydı. Kısa bir süre sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışmaya karar verdim. Kapısından sürekli geçerdim, ‘Ben burada çalışacağım ve çok iyi bir gazeteci olacağım’ derdim. Üniversite sınavına girdiğimde 24 tercihim de gazetecilikti. Kazandığımı öğrenir öğrenmez Cumhuriyet’e geldim, staj yapmak istediğimi söyledim. Üniversite 1. Sınıfın yazında ilk stajımı yaptım. Sonrasında doğru karar verebilmek için farklı yerlerde de staj yaptım, çalıştım. Üniversite yıllarında yaz tatillerinde bütün arkadaşlarım tatile gider ben gazete, ajans gezip işi öğrenmek için staj yapardım. 2011’de tekrar Cumhuriyet’e geldim ve bırakmadım. Önce telifli muhabir oldum, üniversite bitince de kadrolu muhabir olarak işe alındım.

- Kitabının girişinde anlatıyorsun, gece muhabiriyken belediye muhabirliğine geçişinin öyküsü aslında senin nasıl biri olduğunun da ipuçlarını veriyor...

Kadrolu muhabir olunca her alanda haber yapıyordum. Bir süre sonra gece muhabiri ihtiyacı oldu. Gece muhabirliği yapmaya başladım. Ben gece muhabirliği yaparken bu kez de belediye muhabiri ihtiyacı oldu. (gülüyor) 2014 yılıydı. O dönem şu an Genel Yayın Yönetmenimiz sevgili ustam ve ağabeyim Aykut Küçükkaya Haber Merkezi müdürümüzdü. Ben belediye muhabiri ihtiyacını duyunca Aykut ağabeyin yanına gidip bu görevi istediğimi ve onu pişman etmeyeceğimi söyledim. Önce kararsız kaldı, sonra ‘Sen bu servisin jokerisin, olmaz’ dedi ama ısrar edince ‘Tamam, bir git dene, başarılı olursan seni geceden alır, belediye muhabiri yaparım’ dedi. Ben de gittiğim ilk hafta o heyecanla belediyeden Türkiye’nin gündemine oturan ilk manşet haberi çıkardım...

- Belediye Meclisi’ne ilk gittiğin günü hatırlayalım… Nasıl bir gündü?

Çok heyecanlıydım. Biraz da korkuyordum doğrusu. İddialı başlamıştım. :) Belediye Meclisi’ni izlerken çok şaşırdığımı hatırlıyorum. İstanbul’la ilgili çok önemli kararlar 5 saniyelik oylamalarla kabul ediliyor, üzerine uzun uzun bile tartışılamıyordu. Arka planda yoğun çalışmalar olsa da İstanbul’un kaderinin 5 saniyelik oylamalarla belirlenmesi beni çok şaşırtmıştı.

- Kitabın adı ‘İhanet’… Erdoğan’ın “İstanbul’a ihanet ettik” itirafından dolayı mı? 

Hem o itiraftan hem de İstanbul’a gerçekten uzun yıllardır ihanet edilmesinden ötürü. Yani İhanet İstanbul’un başına gelenleri özetleyen bir kelime.

- Sence İstanbul’a yapılan en büyük ihanet neydi?

Bence İstanbul’a edilen en büyük ihanet dikey yapılaşma ve çarpık kentleşme. Parası olan hiç kimsenin aklına gelmeyecek emsalleri yani inşaat haklarını elde etti. İstanbul’un tarihten bugüne kadar gelen silüeti paramparça edildi. Yani sahip çıkılmadı şehre. Bizlere gurur duyacağımız bir İstanbul bırakılmadı, çocuklarımıza da bırakamıyoruz. Çarpık kentleşme de aldı başını gitti. Her isteyen, istediği yere her şeyi yapabilir oldu. İmar affı gibi düzenlemelerle de bu durum meşrulaştı. Ayrıca şehrin ormanlarına girildi, yeşil alanlar betona boğuldu, nefes alacak bir mezarlıklar bir de bir avuç yeşil alanlar kaldı.

- Senin yıllardır yaptığın haberlerden aslında oralarda neler olup bittiğini biliyoruz ama hepsini bir arada görmek açıkçası insanda ‘Ne olacak bu memleketin hali’ umutsuzluğunu da yaratıyor… Bir yanda nepotizm, kayırmacılık, bir yanda akçeli işlerin büyüklüğü… En fenası da vakıflar bölümü… Sıkı bir çevreci olduğunu da biliyorum. 

Evet, ben de kitabı yazarken geçmiş notlarımı, belgelerimi ve meclis tutanaklarını bir araya getirdim. Olaylara şahit olmama rağmen insan her şeyi alt alta koyunca inanamıyor. Sonrasında tekrar tekrar kontrol ettim. Acaba bir yeri atladım mı diye düşündüm ama tüm yaşananlar aynen olduğu gibiydi. Kitabı okuduğunuzda da bazı vakıfların hep kayrıldığını hep özel ayrıcalıklar tanındığını görüyorsunuz. Evet, doğayla, mekanlarla her zaman farklı bir ilişkim oldu. Hala insanın neden doğayla geçinemediğini, doğaya bu kadar hor davrandığını ve doğa için harekete geçmediğini anlamıyorum. İnsan neden evine bu kadar ihanet eder ve ona zarar verir ki? Doğa ve para söz konusu olunca neden hep para seçilir? Doğa olduğu gibi güzelliğiyle korunmuyor ve kabul edilmiyor. Mesela yeşil alanlara yapılan millet bahçeleri, ormanların içine sürekli yapılmak istenen yol, cafe, bungalov gibi yapılar…

KİMSE NEFES ALMA HAKKIMIZI DÜŞÜNMÜYOR

- Senin canını en çok acıtan ne oldu tüm şahit oldukların arasında?

İstanbul’da çevre açısından içimi en acıtan Marmara Bölgesi’nin oksijen deposu Kuzey Ormanları olmuştu. Bir köprü, yolları ve mega rant projeleri uğruna bir orman avcumuzdan kayıp gitti. Önce bölüyoruz, yok ediyoruz, parçalıyoruz sonra yaban hayatı geri getirmek için yöntemler düşünüyoruz.

Mesela İstanbul'daki üçüncü köprünün bağlantısını sağlayan Kuzey Marmara Otoyolu üzerine inşa edilen yaban hayatı köprüsü… Bu köprü bölgedeki ormanlarda yaşayan karaca, domuz, çakal ve tilki gibi birçok yaban hayvanı, köprüyü kullanarak otoyolu karşıdan karşıya geçmesi için yapıldı. Güler misiniz, ağlar mısınız? Yaptığım haberlerde de karşılaştığım şöyle bir durum var. Bir proje yapılacağı zaman örneğin metro ya da tünel diyelim, ilk vazgeçilen yeşil alan oluyor. Çünkü yeşil alanlara metro durağı ya da tünel yapmak onlar için daha kolay. Kamulaştırma yok, maliyet düşük ama peki ya bizim nefes alma hakkımız? Bunu kimse düşünmüyor. Mesela Maçka Parkı’nı bilirsiniz. 

- Bilmem mi?

Şişli bölgesinde yaşayanların nefes alabildiği, spor yapabildiğin, her şeyi geçtim soluklanıp çimenlerde bir çay içebildiği tek büyük park. Ne oldu? Bir ucu 3. Köprü’ye varan ‘Dolmabahçe-Levazım- Baltalimanı-Ayazağa Tüneli’ için büyük bir kısmı alındı. Tünel çalışmaları için ağaçlar taşındı. Bölge sakinleri günlerce eylem yaptı ama 'tünel yapıyoruz' dendi. Maçka Parkı’ndan, Dolmabahçe – Ayazağa karayolu tüneli projesi kapsamında sökülen 199 ağaç da dikildikleri yerde kurudu. O ağaçların dili olsa da konuşsa... Beni en çok böyle durumlarda ilk vazgeçilenin doğa olması üzüyor. Tarihi mekan olarak da uzun süre otel yapılmak istenen Haydarpaşa Garı… Tarihi garı o kadar çok severim ki… Üniversitedeyken her ay gider, gezer, severdim. Bahçesinde çay içerdim. Trene biner Ankara’ya giderdim. 2010 yılında yangın çıktığı anı unutamıyorum. Gözlerimden 2 damla yaş gelmişti. Televizyonda cayır cayır tarih yanarken benim de anılarım kül oldu sanki. Şimdi yapayalnız duruyor.

EN AZ DEPREM KONUŞULUYOR

- Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’nın projelerine İBB Meclisi’nde hep ayrıcalık tanındığını söylüyorsun, anlatır mısın?

Evet, mesela Kavurmacı’nın yönetim kurulu başkanlığını yaptığı Aydınlı grubunun ‘Vadi İstanbul’ projesine özel havaray yapma ayrıcalığı getirildi. Mesela Koru Florya projesine ayrıcalık tanındı, alt geçitin ismi bile değiştirildi. Ama sadece Kavurmacı değil, mecliste sevilen kırılmayan bazı yandaş iş insanları, vakıflar ve daha nicesi hep vardı.

- Para akıtılan vakıfların ortak özelliği ne? Kamu yararı var mıydı örneğin?

Genelde yandaş ve dinci olmaları... Sonrasında yönetim kurulunda tanıdık isimlerin bulunması. Tekliflerde ise dikkat çekilen bir ortak yanları vardı: ‘Kamu yararı’! Bu kamu yararı çok enteresan bir kavram zaten. Kim için, ne için yarar sağladığı değişiyor. 

- Peki çark hep aynı şekilde mi işliyor?

Kitaba konu ettiğim 5 yılda çark malesef hep aynı şekilde işledi. Sistemin merkezine İstanbul ve İstanbullu alınmadı. Birileri hep kayırıldı.

- Muhalefet görevini yeterince yapıyor muydu?

Meclisteki sistem şöyle: Siyasi partilerin temsilcileri var. Meclis üyelerinin sayıları aslında kararların ne olacağını belirliyor. Geçen dönemde de yeni dönemde de en fazla meclis üyesine AKP sahip. Dolayısıyla kararlarda AKP etkili oluyor. CHP geçen dönem İstanbul’a fayda sağlamayacağını düşündüğü çok sayıda teklife itiraz etse de çoğunluk AKP'de olduğu için o teklifler kabul edildi. Kitapta da o tekliflerin nasıl, ne kavgalarla, neler yaşanarak geçtiğini açıklıkla görüyorsunuz. Sonrasında CHP’liler itiraz ettikleri teklifleri yargıya taşıdı ama hepsi malesef takip edilmiyor.

- Benim en çok merak ettiğim şu Hazal: İstanbul’u bekleyen en ciddi problem deprem… Belediye meclis toplantılarının gündemine ne kadar geldi?

İşte bu soru büyük Marmara Depremi’nden bugüne en önemli sorun ve soru. İstanbul’u bekleyen çok büyük bir deprem varken malesef meclise en az gelen konulardan biri deprem oldu. İmar planlarının sayısı binleri aşarken deprem sorunu hep ertelendi.

- Senin kitabın Ekrem İmamoğlu öncesi dönemi anlatıyor. Bir yıldan fazladır da İmamoğlu İstanbul’un dümeninde… Şu kısacık dönemde ne değişti?

Mecliste çoğunluk hala AKP’de. Dolayısıyla meclis açısından hem birçok şey değişti hem de değişmedi. AKP çoğunluğu elinde bulundurduğu için maalesef bu süreçte de “ben ne istersem o olur” şeklinde hareket ediyor. Eski döneme göre meclisteki tartışmalar çok artsa da sorunlar her zaman çözülemiyor. Bu dönemde bence İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı en dikkat çekici değişiklik İBB'nin bazı yandaş vakıflarla olan yardım protokollerini fesh etmesi oldu.

HEDEF BEN DEĞİLİM, GERÇEKLER

- Gelelim yargılamalara… Kaç haberden yargılanıyorsun?

Her şey son 1 yıl içinde hızlıca gerçekleşti. İlk olarak Gaziantep Şahinbey Belediyesi’yle ilgili yaptığım bir ihale haberinden ötürü 20 bin liralık manevi tazminat davası açıldı. Ardından ‘Boğazda lüks müştemilat’ haberim nedeniyle iş insanı Mehmet Cengiz itibarının sarsıldığını belirterek ben ve Cumhuriyet Vakfı başkanı ve gazetemiz imtiyaz sahibi Alev Coşkun hakkında toplam 1 milyon lira istemiyle manevi tazminat davası açtı. Ardından Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın suç duyurusu üzerine Kanal İstanbul güzergahında arazi almasına ilişkin yaptığım ‘Damat işi biliyor’ haberim nedeniyle hakkımda hakaret suçundan dava açıldı. En son da Altun’un kiraladığı araziye şömine ve çardak yaptığını, bunu da İBB’nin yıktığını duyuran haberim nedeniyle terör soruşturması başlatıldı ve ifademiz alındı. 17 Haziran’da Mehmet Cengiz’in açtığı davanın duruşması, 18 Haziran’da da Berat Albayrak’ın suç duyurusuyla açılan hakaret davasının ilk duruşması gerçekleşti. Bazen haber yapmaktan ve araştırmaktan daha çok vaktimi davalara, savunmalara ve duruşmalara ayırıyor olmak beni üzüyor.

- Korkuyor musun?

Hayır. Hedef olan bence ben değilim, gerçekler. Maalesef gerçekler saklanmak isteniyor.