Bizi buralarda tutmazlar kızım

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011’de çılgın proje olarak kamuoyuna tanıttığı Kanal İstanbul yeniden gündemde. Cumhuriyet, proje güzergâhındaki köyleri, toprak bilimci Prof. Dr. Doğan Kantarcı’yla gezerek, hem köylülerle konuştu hem de projenin çevresel etkisini inceledi. Kantarcı, bu projenin İstanbul’u yok edeceği uyarısında bulunurken, arazilerinin akıbetini merak eden köylüler ise kaygılı: “Bizi burada tutmazlar. Ne olacağız, bilmiyoruz.”

Hazal Ocak

Köylerdeki araziler Kanal İstanbul güzergâhına yakınlık derecesine göre çoktan pazarlanmaya başlanmış. 2009 yılında 8 ila 10 lira olan arazilerin metrekaresi projenin gündeme gelmesiyle birlikte 600, 700 liraya yükselmiş durumda. Kanal İstanbul’un adının duyulduğundan beri bölgede çok fazla arazinin satıldığını söyleyen köylüler, arazilerin en çok iş insanları ve Araplar tarafından kurulan aracı şirketlerle alındığını söylüyor.

KANAL MANZARALI ARAZİLER

İstanbul’dan Kanal İstanbul güzergâhında yer alan köylere doğru İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nin efsane hocalarından toprak bilimci Prof. Dr. Doğan Kantarcı’yla yola çıkıyoruz. İlk durağımız Sazlıbosna Mahallesi. Şehrin içindeki bu köy 1500 nüfus ve 400 haneye sahip. Köyde tarım alanları çoğunlukta. Köylülerin bir kısmı hâlâ geçimini hayvancılık ve tarımdan sağlıyor. Köy merkezine vardığımızda emlakçıların sıklığı dikkatimizi çekiyor. Emlakçılar camlarına çoktan Kanal İstanbul projesinin reklamını yapan fotoğraflar asmış. Güzergâh üzerinde bazı emlakçıları aradığımızda arazilerin güzergâha yakınlığına göre satıldığını ve fiyatının değiştiğini öğrendik. Arazilerin metrekare fiyatları 150 liradan 600 liraya kadar değişiyor.

NE GELEN VAR NE DE GİDEN

Sazlıbosna Mahallesi muhtarı Oktay Teke, projenin siyasiler tarafından çokça konuşulduğunu belirterek “Buranın siyasete alet edilmesini istemiyoruz” diyor. “Biz bu kanalın neresindeyiz” diye soran Teke, proje ilk konuşulduğundan beri bilgi almaya çalıştıklarını vurgulayarak “Ne gelen var ne de giden. Köyümüz kalkacak mı, kalmayacak mı, bunu hâlâ bilmiyorum” ifadelerini kullanıyor. Teke, 1995’te Sazlıdere Barajı yapılırken kamulaştırmadan çok zarar gördüklerini belirterek özetle şöyle konuşuyor:

“Sazlıdere Barajı yapıldı. Yerlerimiz metrekaresi 40 kuruştan kamulaştırmaya gitti. 50 dönüm yer satman lazım ki o zamanki parayla 1 tane daire alabilesin. Bilim olarak bilemem, Kanal İstanbul ekolojik dengeyi bozar mı bozmaz mı? Benim tek düşündüğüm şey bu kanal Türkiye’ye faydası olacaksa yapılsın. Yapılsın ama yapılırken de bölgedeki insanlar ezilmesin.”

ROTA TRAKYA...

Sazlıbosna’nın ardından Dursunköy’e geliyoruz. Burada da manzara aynı. Emlakçılar burada da çoğunlukta. Burada da köylü hâlâ tarım ve hayvancılıkla geçiniyor. Dursunköy Muhtarı Güngör Özer, “Kanal İstanbul sözü ilk geçtiğinde sevindik ama bir bakıma da üzüldük. Burada tarım ağırlıklı, bir de hayvancılık çok bizde. Son 3-4 yılda bunlar azaldı. Biz zaten gidemeyiz buradan, çiftçiliği bıraksak da gene burada oturacağız. Evimiz burada. Depolarımız burada. Nereye gideceğiz? Proje hayata geçerse hayvancılık çiftçilik yapmak istersek buradan alacağımız kamulaştırma parasıyla Trakya’da yapacağız” diyor. 

Özer, projenin konuşulmaya başlandığından beri köyde çok fazla arazinin satıldığını da belirterek “İlk proje söylendiğinde daha kanal ismi duyulurken günlük 50 lira, 100 lira metrekarede fiyatlar artıyordu. Metrekaresi 20-30 lirayla başladı, 500-600 liraya kadar çıktı. Şu anda 400-300 lira civarı. Buraları büyük firmaların aldığını duyduk” diyor. 

Bu köyde çiftcilik yapan Süreyya Tuncel de, “Sazlıdere’de ağzımız yandı. Çok büyük arazilerimiz gitti. Endişeliyiz. Köyden hiç çıkmayan bir insanım. Köylünün elinde az arazi kaldı” diye konuşuyor. 

‘ARAPLAR ÇOK YER ALDI’

Sazlıbosna Mahallesi muhtarı Oktay Teke’ye köydeki arazilerin satılıp satılmadığını sorduğumuzda ise şu yanıtı alıyoruz: “Çok arazi satıldı. 2 sene önce burada felaket satışlar oldu. 2009’da burada yerlerin metrekaresi 8 ila 10 liraydı. 11 yıldır muhtarım. Fiyatlar uçtu 600, 700 liraya kadar geldi. Onlar sonra ekonomik krizle yarı yarıya düştü. Şimdi gene hızlanacak. Yatırım amaçlı alımlar oldu. Aracı şirketler üzerine arazi alıyorlar. Araplar çok yer aldı. İşadamları aldı. Tabii biz Arapları görmüyoruz. Şirket kurmuşlar. Şirkete hissedarlar, arada Türkler var.”

‘VERGİSİNİ ÖDEYEMEYİZ’

Yemyeşil tarım arazilerinin çevrildiği yoldan Tayakadın köyüne geçiyoruz. Bu köy İstanbul Havalimanı’na en yakın köy. Diğerlerine göre daha çok yapılaşmanın olduğu bu köy mandacılıkla ünlüymüş ama zamanla azalmış. Bölge sakini Cavit Demir şöyle konuşuyor:

“Önce topraklarımız değerlenir diye düşündük. 3. Havalimanı geldi. ‘Çok değerlenecek’ dediler. En fazla ikiye katladı. Kimse almadı. ÇED toplantısına gittik. ‘Bize getirisi ne olacak’ dedik. ‘Orasını karıştırmayın’ dediler. Emlakçılara göre, elinde toprağı olanların arazileri değerlenecek. Başka bir getirisi yok. Kanal İstanbul yapılırsa arazilerin rayiç bedelleri 100 lira değil, 2 bin lira veya 5 bin lira olacak. Burada o vergiyi ödeyecek kimse yok. Ne yapacağız o zaman, mecbur satıp gideceğiz.”

Emekli Selim Öztürk ise projeyi istemediğine dikkat çekerek “Havalimanı oldu, bir sürü zararını biz çektik. Hayvancılık, çiftçilik bitti. Ormancılık vardı, tamamı bitti. 4 bin hayvan vardı. Mandacılık vardı. 300 hayvan kaldı” diyor. 

Başka bir bölge sakini Ali Yemişkent ise şöyle konuşuyor:

“Havalimanı yapıldı zaten ekonomik olarak çökertildik. Bu köy, yarı orman köyü. Hayvancılığa dayalı bir köydü. Köy tarım ve hayvancılıktan geçiniyordu. Avrupa Yakası’nda İtalya’dan sonra en büyük mandacılık buradaydı. Hayvanlar gitti. Bugün 200 - 300 tane kaldı. Hayvancılık bitti. Manda olan yerde su olacak, orman olacak. İnek gibi gölgede tutamazsın onları ve nesli yok ettik. Bir tarafa aktarmadık. Kestik, yedik. Tarım da hayvancılık da bitti. Benim bir köyüm vardı, köyümü kaybettim. Bir tane yetkili biri gelip halimizi sormadı.”

DOĞAN KANTARCI: İSTANBUL’U YOK EDERSİNİZ

Son olarak ağaçlar içindeki Durusu Gölü’ne (Terkos) gidiyoruz. Burada Prof. Dr. Doğan Kantarcı’ya projenin hayata geçmesi durumunda şehirde neler olacağını soruyoruz: “Cevabı çok zor. İstanbul iki yarımada üzerine yerleşmiş koskocaman bir şehir. Avrupa Yakası’na Çatalca yarımadası, diyoruz. Burası İstanbul’u besleyen bir yarımada. Bu projeyle İstanbul’u yok edersiniz. İstanbul’u yok etmek demek, bir cinayet demektir. İstanbul zaten kendi kendini besleyemiyor, kendi kendine yetemiyor. Bugün dolaştığımız yerlerde gene de tarım alanları vardı. İnsanlar buğday, ayçiçeği ekiyorlar. Mısır ekiyorlar. Kuru tarım da sulu tarım da yapıyorlar. Hâlâ İstanbul’u besleyen ve İstanbul çevresindeki ilçelerini besleyen bir tarım var. 

FELAKET OLUR...

İkincisi iki büyük su kaynağı var. Biri Durusu öteki de Büyükçekmece Gölü. 2 göl arasında su kalitesi açısından çok büyük fark var. Durusu Gölü’nün çevresi tamamen orman. Durusu Gölü’ne gelen su ormandan sızıp gelen içinde sanayi kirliliği olmayan su. Büyükçekmece Gölü öyle değil. Buradan geçirilmesi düşünülen gemiler herhangi bir kazada yan dönerse kanalı kapatırsa gemi de orta yerde bir set oluşturur. Bu set Karadeniz’den gelen hızı nehir gibi akan suyu taşırır. Çevredeki araziye yayılır. Toprak tuzlanır ve çoraklaşır. Bu toprakta bitki yetişmez. Toprağa sızan su yeraltı suyunun da tuzlanmasına sebep olur. Yeraltı suları içilemez ve sulama veya evde, sanayide kullanılamaz. Taşan tuzlu su Terkos Gölü’ne ulaşırsa gölün suyu tuzlanır. İstanbul’un içme ve kullanma suyu kaynağı yok olur. Felaket olur. Ayrıca taşan su İstanbul havaalanını da basar.”