‘Birey bilinci uyanmalı’
Fransızca yazan Afgan yazar Rahimi, bireysellik konusunda bilinçlenmek gerektiği kanısında: ‘Bireye önem verilmediği sürece ne laikliğe ne de demokrasiye ulaşılabilir. Önce birey bilincinin uyanması lazım.’
Aslı Uluşahin/Cumhuriyetİstanbul Notre Dame de Sion (NDS) Fransız Lisesi’nce verilen NDS Edebiyat Ödülü’nü bu yıl “Kahrolsun Dostoyevski” romanıyla kazanan Afgan yazar Atiq Rahimi, romanında, iç savaşın hüküm sürdüğü, katliamların sıradanlaştığı ülkesinde, cinayet işlemiş bir adamın adalet arayışını anlatıyor.
Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sıyla bağ kuran romanda, Resul adlı kahraman, vicdan azabından kurtulmak için yargılanmak, cezasını çekmek istiyor ama nafile. Her şeyin çığırından çıktığı bir zamanda, onun bu ironik çabası, ülkedeki kanunsuzluğun, yozlaşmanın altını daha kalın çizmekten öteye geçemiyor.
“Özellikle bireyin suçluluk ve sorumluluk duygusunu sorguladım” diyor Rahimi: “Çünkü Afganistan’da birey yok. Afganistan’da bir kişi ailesine, cemaatine ve dinine aittir.”
Kendimizi sorgulamak
Romanın temel cümlelerinden biri “Hangi taraftansın?” Afganistan’ın yakın geçmişi bu soruyu yaratıyor. Örneğin Resul, romanın sonunda, işlediği cinayet yüzünden değil, babası komünist olduğu için cezaya çarptırılıyor. Rahimi, kendisinin de abisi komünist olduğu için şeriat yanlısı mücahitler tarafından dövüldüğünü anlatıyor: “Mücahitler komünistleri suçluyorlardı, komünistler de mücahitleri. Benim sorum ise şuydu: Kim hatalı? Bizim bilinçaltımızda kendimizi sorgulamak, hatayı kendimizde aramak yok. Çünkü İslamda bu düşünce yok.”
Rahimi, “Adalet, savaş ortasında ve Müslüman bir ülkede ne anlama geliyordu? Din ve ideoloji suçlarımızı haklı göstermek için bir bahane mi” diye soruyor ve ekliyor: “Herkes suçu diğerine atıyor. ‘Ben bunu yapıyorum, çünkü onlar da bana bunu yaptı.’ Buna bir de İslam adaleti, yani şeriat ekleniyor ve onda da intikam almak var.”
Romanında, “Yaşamak için öldürmek tüm katliamların anafikridir” diyen, bu düşüncenin hâkim olduğu yerde de mahkemeleri ancak bir sahneye benzeten yazar, parodinin karşısına bireyin bilincini koyuyor.
“Mesela Arap Baharı’nda her şey değişecek dedik ama hayır, değişmez, çünkü orada önce kültürel devrim gerekiyor. Bireye önem verilmediği sürece ne laikliğe ne de demokrasiye ulaşılabilir. Önce birey bilincinin uyanması lazım.”
‘Yüzsüz’ bir ülke
Atiq Rahimi, 1984 yılında, Afganistan-Soyvetler Birliği savaşı sürerken Fransa’ya iltica etmiş. Romanlarını artık Fransızca yazıyor, çünkü 2002’de ülkesine dönebildiğinde artık Farsça yazamayacağını kavramış: “Geçen 18 yılda, ben ve ülkem farklı yönlerde değişmiştik. Kendi kültürümde artık kendimi tanıyamıyordum. Artık hayal ettiğim dünyayı yazacak bir dilim yoktu ve kendimi yeniden sürgünde hissettim.”
Rahimi, 18 yıl sonra nasıl bir Afganistan’la karşılaştığını sorduğumda ise “yüzsüz” bir ülkeyi anlatıyor: “Gördüğüm gerçeklere inanamadım. Sonra yavaş yavaş bu gerçeği kavradım. Sokaklar küçük, duvarlar yüksek ve pencereler kapalıydı. Burası yüzü olmayan bir ülkeydi artık. Hapishaneye benziyordu. Erkekler sakallı, kadınlar burka içinde, kapılar, pencereler sıkı sıkı örtülmüş. Kendime şunu sordum: Böyle nasıl yaşanır? Ardından bir minibüste şu dizeyle karşılaştım: ‘Her şey geçer.’ O zaman kendi kendime, herhalde insanlara yaşama devam etme ümidi veren bu cümle dedim.”