Birer birer öldüklerinde duymalıydık

Günlerdir hepimiz Soma'nın acısını taşıyoruz içimizde. Dile kolay tam 301 insan göz göre göre öldürüldü. Üstelik Türkiye'de her yıl 1300 insan iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. Davutpaşa, Kozlu, Esenyurt Çadır Yangını, Karadon bu konuda hukuksal mücadelesi devam eden olaylardan sadece birkaçı.

Esra Açıkgöz / Cumhuriyet

Üzüldük. Çok üzüldük. Yetkilileri gördük, sinirlendik. Çok sinirlendik. Hepsi gerçekti, içimizdeki acı, gözümüzdeki yaş, kalbimizdeki öfke. Geç kalmış bu duyguları taşırken  içindeki ikiyüzlülüğe de bakan oldu mu? Evet; biz hepimiz, -tamam ille de üstünüze alınmak istemezseniz çoğumuz diyelim-, ikiyüzlüyüz. Türkiye'de her yıl 1300'e yakın işçi ölümü yaşanırken suskun kaldığımız için; Onlar günde “3'er 5'er” ölüyor diye görmediğimiz için; üstelik bunların 55'i daha çocuk işçi olduğu halde bağırmadığımız için ikiyüzlüyüz. Üstelik bu rakamlar, raporlara geçebilenler. Bir de istatistik bile olamayanlar var. Meslek hastalığı yüzünden birer birer, ağır ağır ölenler mesela. Hem de öyle az uz değil, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün tespitlerine göre, çalışma kaynaklı ölümlerin yüzde 84'ünü kaplayacak kadar çoklar! Ama bizim sokağa çıkıp bunlar kaza değil, cinayettir diye bağırmamız için Soma'da 301 işçinin ölmesi gerekti. 301 annenin, babanın, eşin, çocuğun, kardeşin feryatlarını duymamız gerekti. Geç de olsa buna da şükür mü etmeli şimdi? Daha değil, madem ki artık neoliberal politikaların yürütücüsü iktidarın, gözünü kar hırsı bürümüş sermayenin karşısında bir işçinin hayatı bir gaz maskesi kadar bile etmiyor, biliyoruz, öyleyse bundan sonra her ölümde bizim de payımız olacak. O yüzden aşağıdaki iş cinayeti davalarının tarihlerini şimdiden ajandalarınıza not alın ve “Adalet Arayan Aileler”in gönüllü hukukçularından Erbay Yucak'a kulak verin...

- Soma'da yaşanan katliamı hala “iş kazası” diye tanımlayanlar var. Yıllardır tekrarlıyorsunuz, ama konunun en baştan doğru anlaşılması adına yaşanana “iş cinayeti” demek neden önemli?
Bu yaşananlar önlenebilir ve öngörülebilir nitelikte. Kanundan ve sözleşmeden doğan yükümlülükler, bir yasal mevzuat var. Yasada, mevzuatta yer alması, bunun öngörülebilirliğini gösteriyor. Yasal yükümlülükler yerine getirilse, adı “iş kazası” olarak bilinen vakaların yüzde 95’i olmayacak. İşte tam da bu yüzden bunlar kaza değil, cinayet! Daha dramatize etmek için  kullanılmıyor bu kelime. 
 
- Soma'daki iş cinayetlerinden sonra yasal süreç başladı. Şimdilik yedi kişi tutuklandı. İş cinayetleri üzerine çalışan bir avukat olarak sizce bu davadan adalet çıkar mı?
Biz Davutpaşa’daki patlamadan beri, yani yaklaşık altı yıldır, bu tür süreçleri gönüllü hukukçular olarak takip ediyor, kamuoyuna anlatmaya çalışıyoruz. Ölen işçilerin aileleriyle verdiğimiz hukuk mücadelesinde bütün sorumluların yargılanması gerektiğine dikkat çekerken, aslında bunun mevcut çalışma hayatına dönük işçi sağlığı, güvenliği tedbirlerinin alınması konusunda caydırıcı sonuçlara yol açabileceğini de biliyoruz. Ailelerin ısrarı da, bizim ısrarımız da biraz bundan. Aileler neredeyse iki senedir, her ayın ilk Pazar günü Galatasaray Lisesi'nin önünde “Vicdan ve Adalet Nöbeti”ni kalanların yaşam hakkını da savunmak için tutuyor. Her duruşmada basına ondan haber veriyor; gelişmelere dair basın açıklamasını ondan yapıyoruz. Tabii ki altı senedir sürdürdüğümüz davalar nedeniyle bizi karamsarlaştıran çeşitli nedenler var, ama bizlere düşen, bütün sorumluların yargılanması istemine dair mücadeleyi durmadan sürdürmek. 
 
- Nedir sizi karamsarlığa iten nedenler; bu davalarda yaşanan en büyük sorun ne?
En başta; kamusal denetimden sorumlu olan ve içinde sorumluluğu tespit edilebilen kamu kurumu yetkililerinin yargılanmaması. Bunun örneğini, 2008'te kaçak-ruhsatsız çalışan maytap atölyesinde meydana gelen, 21 işçinin öldüğü Davutpaşa Davası’nda; 2013'te sekiz madencinin öldüğü Kozlu'da yaşadık. Kozlu'da, bilirkişi raporunda Türkiye Taşkömürü Kurumu yönetiminin yargılanması hükmü var. Cumhuriyet Savcılığı Enerji Bakanlığı'na soruşturmak istiyorum, diye başvurdu. Ancak bakanlık izin vermedi. Şimdi Danıştay’a başvuruldu. 
 
- Soma'da en az iki kamu kurumunun sorumluluğu gözüküyor; Enerji Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı...
Bakan Hüseyin Çelik açıkladı, 2009’dan bu tarihe kadar 11 denetim yapılmış, buna rağmen neden sorun tespit edilememiş? Enerji Bakanlığı’nın da bu sahayı güvenli hale getirmeden, gerekli tedbirler almadan işletmeye açtığı için sorumluluğu var. Davalardaki başka bir sorun da; işverenin yargılanmaması. Ailelerle Ostim İvedik’te, Davutpaşa’da, Esenyurt’ta, Milas Güllük’te, Van Bayram Otel’de, Arka Sıradakiler dizisinde, Bedaş’ta, Kozlu’da; sürdürdüğümüz davalarda baştan beri, işverenin de yargılanması gerektiğini söylüyoruz. Bütün problemi sadece işveren adına vekillik eden bir müdüre yükleyemezsiniz. Müdür de, personel de maaşlıdır; ama beş, ama yedi alıyordur, ama o da işten atılma korkusuyla talimatla davranır. Bu cinayetler, kazanç nedeniyle alınmayan önlemlerden dolayı yaşanıyor ve o kazanç da işverene ait. Bütün o işletmeyi organize eden işverenin sermayesi ve idaresi. Soma'da işçilerin nasıl vahşice çalıştırıldığı patronun aylar önce yaptığı açıklamadan da belli; kömürün tonunun maliyeti 125 dolara çıkarken, ben 30 dolara indirdim... Ayrıca bilirkişi tutumu da davalardaki önemli sorunlardan biri. Bilirkişilik müessesi, iş cinayeti davalarında neredeyse işçiye kusur izafe eden, ölümü “işçinin cehaleti”ne bağlayan tutumundan vazgeçmeli. Bilirkişi raporlarının yüzde 80'i ne yazık ki bilimsel, yasal mevzuata uygun, teknik yeterliliğe sahip değil. Bakın, Karadon’da 6.; Ostim İvedik’te 4. bilirkişi raporu alındı. Davutpaşa’da birinci raporla ikinci rapor arasında 180 derecelik fark var. Son olarak da tayin edilecek ceza miktarı da önemli. Biz bu ölümlerin bilinçli taksiri de aşan bir durum olduğunu söylüyoruz.
 
-Yurtdışında iş cinayetleri nedeniyle “kasten adam öldürmek” cezaları verildiğini biliyoruz. Türkiye’de en yüksek ceza istemi nedir?
Bilinçli taksir. Mesela atık su sistemi işletmesinde yedi işçinin öldüğü Milas Güllük davasında bu talep ediliyor. 
 
-Soma’da aileler hukuk mücadelesini devam ettirecekler mi sizce?
Onu bilemiyoruz. Biz insani nedenlerle gittik; önce taziye, sonra da hadiseyi anlamaya. Bir de Adalet Arayan İşçi Aileleri'nin bir duyarlılığı var bu konuda. Oradakilerle dayanışmak istediler. Çünkü aynı acıyı yaşıyorlar... Soma Holding’in orada benzer nitelikte üç ocağı daha var. Oradaki işçiler çalışmak zorunda. Borcu var. Başka bir şeyi yok. Verimli bir tarım ovasında, tarımsal üretimle geçim koşulları ortadan kalkmış. Bu yüzden de yüzünü madene dünmüş insanlar. Çaresizliğinin ve güvencisizliğinin farkında. Üstelik burada bildik nitelikte bir taşeron ililşkisi de yok. Bütün işçiler sendikalı, sigorta primi Soma Holding tarafından ödeniyor. Dolayısıyla bu bile bile gelmiş. Sendika, işçi sağlığı ve güvenliğine dair mevzuat hükümlerinin yerine getirilmesi konusunda etkili olmalıydı. Bizim Soma için önerimiz, TBMM’de bulunan dört partinin, meslek odalarının, üniversitelerin, emek konfederasyonlarının bulunduğu, araştırma yetkisi olan, bağımsız bir komisyon oluşturulması.  
 
- İş cinayetleri üzerine çalışan çok da geniş bir kitle yok ne yazık ki. Birkaç kurumdan biri sizsiniz. Altı yıldır bu mücadeleyi veriyorsunuz. Türkiye'de her güne en az beş işçi öldürülüyor, ancak bir katliama dönüşüne kadar gündeme oturmadı konu. Bu durum sizi öfkelendirmiyor mu?
Öfkelendirmez mi? Yıllardır gördüğünüz şey gayet travmatik, trajik. Üstelik siz gerçeğin idrakındayken onun yargılanma sürecinde açığa çıkmadığını görüyorsunuz. Bu öfke hepimiz için geçerli, destek verenler, gönüllüler, ama aileler için daha fazla geçerli. Onların adalet mücadelesi, unutmaya dair bir itiraz olarak devam ediyor aslında. İş Cinayetleri Almanağı geçen yıl da çıktı, ama şimdi çok konuşuluyor. Niye? Soma oldu çünkü. Genel medya ve kamuoyu tutumu, olayın sıcaklığında meseleyi konuşmak, yargılamada çok sansasyonel bir karar çıkmışsa paylaşmak. Oysa mesela Van Bayram Oteli davasında iki gazeteci hayatını kaybetti. Bu, her gazetecinin başına gelebilir. Mesela 3. Köprü inşaatı nedeniyle gece beton dökerken hayatını kaybeden işçilere dair iki günün sonrasında bir gazete haberi bulamazsınız. Böyle bir memleket gerçeği varken sendikaların, meslek odalarının, siyasi partilerin, hükümetin, herkesin; kendisini yaşam hakkı ihlalleri konusunda sorumlu hissetmesi ve bunun için bir şey yapması lazım. Ancak iş cinayeti davalarına bakın, davalara müdahil olmak konusunda sabırlı, tutarlı çalışan bir meslek odası, baro, sendika, siyasi parti yoktur. 
 
- Şimdi, ne yazık ki geç de olsa bir kamuoyu oluştu gibi gözüküyor. İlk defa iş cinayetleri yüzünden onlarca şehirlerde binlerce insan sokaklara döküldü...
Evet, gördüğümüz kadarıyla Soma kamuoyunun iş cinayetlerinde aklını başına getirmiş. Silkelemiş gibi. Bunun için ille Soma gibi bir katliam mı olması gerekiyordu? Türkiye’de yılda 1300 insan, iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. Umarız bu duyarlılık bir işçinin bile hayatını kaybettiği, yaralandığı her meselede aynı biçimde ve aynı tuturlılıkla devam eder. 
 
-Belki bu ayın ilk pazar günü geniş katılımlı bir Vicdan ve Adalet Nöbeti olur...
Bilemiyoruz. Nöbette işçi aileleri karşılarındaki dinleyecilere “Siz bu tarafa geçmeyesiniz diye, biz bu mücadeleyi veriyoruz” derler. Aileler kamuoyuna karşı umutsuz, “Geride kalan için o mücadeleyi sürdürme” saikiyle hareket ederken geridekilerin onlara sahip çıkmaması, görmemesi yüzünden sitem ediyorlar. Bu tavır, örgütlü olanından, bireyine kadar aynı ne yazık ki. Yaşam hakkı ihlali olduğu bütün durumlarda ses çıkarmak, daha koruyucu pratiğin ortaya çıkmasını talep etmek bir toplum borcudur. Yüzlerce, binlerce insan iş cinayetleri duruşmalarının takipçisi olsa, binler aileleri dinlese; işte bu bir şeydir.
 
 - İMZA VERMEK İSTER MİSİNİZ?
Adalet Arayan İşçi Aileleri 28 Nisan'ın İş Cinayetleri'nde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü ilan edilmesi için bir kampanya düzenliyor. Bunun için geçen ay aileler Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, Meclis Başkanı'na, siyasi partilere gitmişti. Bir de  Change.org’ta bir imza kampanyası sürüyor.