Birbirini tamamlayan iki ruhun hikâyesi...

İlhan ve Güngör Mimaroğlu’nun 60’ların başında New York’a gitmeleriyle başlayan hayat yolculukları belgesel oldu.

Orhun Atmış

Yönetmen Serdar Kökçeoğlu’nun “Mimaroğlu” belgeseli, festival yolculuğunun ardından dijital platform MUBI’de yayımlandı. Çoğu insanı hatta Kökçeoğlu’nu da 90’lı yıllarda Cumhuriyet’te yazdığı yazılarla etkileyen İlhan Mimaroğlu’nun ve eşi Güngör Hanım’ın izini süren belgesel, İstanbul Film Festivali ve Antalya Altın Portakal’dan ödülle dönmüştü.

İlhan ve Güngör Mimaroğlu, 60’ların başında İstanbul’dan yola çıkar ve New York’a giderek yeni bir hayata başlarlar. İlhan, avangard sanata olan ilgisinin sonucunda elektronik müziğin gelişmesinde rol alarak adını çağdaş müzik tarihine yazdıracak, Güngör ise sokakları kasıp kavuran özgürlükçü eylemlerde en ön sıralarda saf tutacaktır. Mimaroğlu, birçok açıdan birbirini tamamlayan iki ruhun hikâyesi...

Ancak “Mimaroğlu” bildiğimiz belgesellerden değil, İlhan Mimaroğlu’nun 40 yıl boyunca kendi çektiği ve hiçbir yerde yayımlanmamış 8mm ve dijital görüntüler üzerinde, yine kendi müzikleri yer alıyor. Bu sırada İlhan ve Güngör Mimaroğlu’nu anlatan konuşmacıların hiçbirini görmüyoruz. Yalnızca belgesel sonunda Güngör Hanım ve oğlu Rüstem Batum ekrana geliyor. Konuşmacılar arasında İdil Biret’ten, gazetemiz yazarı Evin İlyasoğlu’na birçok isim de var. Belgeselin yönetmeni Kökçeoğlu ile konuştuk.

‘HAYAT HİÇ KOLAY OLMAZDI’

İlhan Mimaroğlu hayatta olsaydı, bu belgeseli çekerken onunla neleri konuşmak isterdiniz?

‘İlhan Mimaroğlu kendisi hakkında bir belgesel yapılmasına ne derdi?’ sorusunu onu yakından tanıyan insanlara sorma şansım oldu. Genelde şu cevabı aldık, sinemayı çok sevdiği için bir şans verebilirdi ama yönetmen için yapım boyunca hayat hiç kolay olmazdı... Neyse ki onun ruhuna, sanatına mümkün olduğunca sadık kalan bir iş yapmaya çalıştık. Onunla ne konuşurdum diye düşünüyorum, pek müzik konuşacağımızı sanmıyorum. Minimalist müziklerden nefret ettiği için, mesela benim The Necks grubuna aşkımı çok sert karşılardı diye düşünüyorum. Sinema konusunda daha iyi anlaşırdık, saatlerce Billy Wilder konuşabilirdik. Peki belgesel için neler sorardım? Elektronik müzik stüdyosundaki ortamına dair sayısız soru sorabilirdim. Aynı stüdyoda çalışan besteci Bülent Arel ile olan ilişkilerini açmaya çalışırdım. Muhtemelen sorularıma pek cevap vermek istemezdi, bilgi için beni kitaplarına yönlendirirdi ve Billy Wilder konuşmaya devam ederdik. Nadiren gece bir yakınlarında kaldığında eğer evde müzik arşivi varsa, sabaha kadar oturur bilmediği plakları dinlermiş. Karşısında oturup çaldığı plaklar üzerine yorum almak nefis bir belgesel olabilirdi.

Güngör Mimaroğlu’yla konuşurken sizi etkileyen özellikleri oldu mu? Olduysa neler?

Güngör Hanım beni hayatımda en çok etkileyen insanlardan biri oldu. Başlangıçta ana yapımcım Dilek Aydın’a Güngör Hanım’a da filmde yer vereceğimi, onu bir anlatıcı olarak araçsallaştırmak istemediğimi söylemiştim. Ama araştırmacımız Elif Dizdaroğlu ile birlikte onun Moda’daki evine ziyaretlerimiz arttıkça projeyi tamamen çift ve hatta aile üzerine kurmaya karar verdim. Zaman içinde Elif’le beraber onunla arkadaş olduk. Güngör Hanım müthiş bir yaşam deneyimine sahip. Yoko Ono ile New York sokaklarında yürümüş, İlhan Bey’le beraber yemekte John Cage’i ağırlamış (hiç kolay olmamış Cage’i memnun etmek), 68 yazını Paris’te yaşamış bir insan. Cesur bir aktivist ama aynı zamanda çok insancıl birisi, onun insanlara yaklaşımından etkilenmemek mümkün değil. Ayrıca belgeseli çekerken benim özgürlüğüme asla karışmak istemediğini, bu nedenle bitene kadar izlemeyeceğini söylemişti bir kez. İlhan Bey’in arşiv görüntülerini tek tek onunla beraber izledik, bazı yerlerde çok hüzünlendi ama sonuna kadar izlemek istedi. Onları izlerken öyle hikayeler dinledim ki, bu deneyim beni de değiştirdi. Özellikle de yeni olanı inatla aramak konusunda motive etti.

‘BELGESEL YARATICI BİR ALAN’

Bildiğimiz belgesellerden çok farklı, İlhan Mimaroğlu’nun çekimleri ve müzikleri kullanılmış. Konuşmacıları görmüyoruz, Mimaroğlu’nun filmini izlerken bize eşlik ediyorlar. Neden bunu tercih ettiniz? Belgeseli hayata geçirirken en çok hangi konuda zorlandınız?

Sinema yazarlığından geldiğim için yeni bir şeyler denemenin, yapmanın veya yapmaya cesaret etmenin ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Belgeselin çok yaratıcı bir alan olduğu genellikle görmezden geliniyor. Türkiye gibi bir ülkede belge ve arşiv çalışmaları çok önemli, bu nedenle belgeselciler önemli bir görev üstleniyor. Ama bir yandan da türü kurmaca ve deneysel alanlara yaklaştıran, belgeselin gerçeklerden ilham alan bir hikaye anlatma modeli olabileceğini hatırlatan yaratıcı filmler de yapılmalı diye düşünüyorum. İlhan Bey’in müziğini de düşününce, biraz yoldan çıkmak bana doğru gözükmeye başladı. Üstelik böylece İlhan Bey ve Güngör Hanım’ın başka bir dünya ve müzik mümkün diyen ruhlarına da daha sadık kalacaktım. Şanslıydım çünkü kadınlardan oluşan harika bir yapım ekibi vardı ve ana yapımcı Dilek’le beraber Esin Uslu ve Buse Yıldırım da farklı bir iş yapmamı desteklediler. En zor konu bütçe konusuydu, yurtdışı ayağı olması ister istemez projenin bütçesini yükseltti. Bu işler, bu tür filmler giderek daha zor yapılıyor, yapılacak.

Sizce İlhan Mimaroğlu’nu hem insan hem de müzisyen olarak farklı kılan neydi?

Ben karakteriyle müziğinin şaşırtıcı derecede uyumlu olduğunu düşünüyorum. Biraz zor bir insandı, tıpkı müziği gibi. Onunla iletişim kurmak kolay değildi, sabır istiyordu. Yine müziği de böyle. Ama onunla iletişim kurmayı başaranlar, ona yaklaşanlar, arkadaş olanlar çok şanslıydı diye düşünüyorum. Aynısı müziğini sevenler için de geçerli. Elektronik sesleri, jazz parçaları, sokak seslerini, şiir ve manifestoları buluşturan politik kolajları eşsizdir, değiştirme gücü vardır.

‘KENDİSİNİ SOKAKLARDA BULDU’

İlhan Bey, bir noktada “Çölde kendi kendime konuşuyormuşum gibi. Dediklerimi işitmiyorlar. 2-3 yılda bir söylediklerimi duymuş olan birileri geliyor ama onlar da beni yanlış anlamış oluyor” diyor. Sizce neden insanların onu anlamadığını düşünüyor?

60’larda başlayan radikal çağ sona eriyordu. Finnadar gibi çılgın bir plak şirketini kurabildiği dönem bitiyordu. 80’lerde Amerikan kapitalizmi az satan veya hiç satmayan avangard ve deneysel müzikleri rafların en arkasına attı, yenilikçi müzikleri marjinalleştirdi. O asla ve asla avangard müziğin küçük bir grubun dinlediği seçkin, elit bir müzik olmasını istemedi. Sadece besteciler veya sanatçılar değil hemen herkes bu zor müziği anlasın, dinlesin istedi. Elbette onu sevenler, dinleyenler, Harlem’de gezerken mahallenin sakinlerinden onu yolda durdurup hayranlığını sunanlar da vardı. O avangard müziğin marjinalleşmesini, yeraltına inmesini, akademiye ve sergi salonlarına hapsolmasını kabul edemiyordu. Bu nedenle kendisini sokaklarda buldu ve sokak sanatı fotoğrafları çekmeye başladı. Belgeselde David Toop’un dediği gibi bu sokak eserleri onun politik işitsel kolajlarına ruh olarak yakındı.

Güngör Hanım’ın belgeseli izledikten sonraki görüşleri ve tepkisi ne oldu?

Güngör Hanım ve belgeseli baştan sona destekleyen, sadece anılarıyla değil arşiviyle de katkıda bulunan Rüstem Batum, belgeselin tüm aşamalarını takip ettiler. Güngör Hanım belgeselde kendisinin İlhan Bey kadar yer almasına başlarda şaşırdı ama sonradan farklı bakış açılarına ve hikayelere yer verilmesini sevdi. Onun için en zor olan eski görüntülerle karşılaşmak oldu. Bazı çekimleri neredeyse elli yıl sonra ilk defa izlemiş oldu.

‘İNSANLAR ONU CUMHURİYET’LE TANIDI’

Yayın tarihinin pandemiye denk gelmesi filmin dijital platformdan izleyici ile buluşmasına imkan verdi. Bu süreçte MUBI ile yollarınız nasıl kesişti ve hem yönetmen olarak sizin için, hem de filmin izleyiciye ulaşması açısından nasıl bir deneyim oldu?

MUBI, sinemanın geleceğinde önemli bir yeri olacağına inandığım dijital platformlar arasında beni en çok heyecanlandıranlardan biri. Mimaroğlu’nu platformda görmek istediklerini ilk bana ilettiler ve ben bunu heyecanla yapım ekibimle paylaştım. Belgeselin Instagram sayfasına filmin nasıl izlenebileceğine dair çok fazla mesaj geliyordu. Bu nedenle MUBI gösterimi çok güzel oldu. Filmin festival macerası da Avrupa’daki belgesel festivallerinde devam edecek. Son olarak Mimaroğlu’nun Cumhuriyet’te yer almasının bizim için çok önemli olduğunu eklemek isterim. Pek çok insan, tıpkı benim gibi İlhan Mimaroğlu’nu doksanlı yıllarda Cumhuriyet’te çıkan, New York’tan yolladığı yazılarıyla tanıdı.