Bir uzun mücadele
Türkiye'de hak arama tarihi uzun, zorlu bir süreç ve bazen tahammül sınırlarını zorluyor. Bu, Aleviler için de böyle. Var olmak, ibadethaneleri açmak ve özgürce ibadet edebilmek için 1963’te atılan ilk adımdan bu yana çok da yol alınamadı. Aleviler değişti, yasalar değişmedi…
cumhuriyet.com.trTürkiye Cumhuriyeti tarihindeki Alevi açılımı için ilk adım,1963’te kurulan koalisyon hükümeti döneminde atıldı. Daha doğrusu atılmaya çalışıldı. Ancak başta Diyanet İşleri Başkanlığı, tarikatlara sırtını dayayan sağ partiler ile dinci basının direnişi karşısında atılmaya çalışılan bu adım, derhal geri çekildi. Ancak cin lambadan çıkmıştı bir kez. O ana kadar suskun kalan ve toplumda sesini yükseltmek bir yana kimliğini, toplumsal hayatın her alanında o güne kadar gizleyen Alevi, cılız da olsa sesini çıkarmaya, hakkını istemeye başladı.
1961 Anayasası’nın getirdiği örgütlenme özgürlüğünü kullanmaya henüz cesaret edemeyen Aleviler, kendilerini tanıma adına devlet tarafından atılacak en ufak adımı bile desteklemeye hazırdı. İşte bu ilk ve ufak adımın atılması için 1961 ihtilalini beklemek gerekecekti. 1961 ihtilalini gerçekleştiren kadro içinde, Atatürk’e ve laik Cumhuriyete bağlılıkları nedeniyle Alevilere sıcak bakanların sayısı fazlaydı.
İhtilalden sonra Cumhurbaşkanlığı makamına oturan Cemal Gürsel, 1961 yılında ilk kez köşkün kapılarını Alevilere açtı. Önce Alevi ozanlarını köşke davet eden Gürsel, kısa süre sonra da Av. Cemal Özbey başkanlığında bir Alevi heyetini kabul etti. Cumhurbaşkanı Gürsel görüşmelerinden sonra Aleviler, biri Hacıbektaş’ta ikisi de Ankara’da olmak üzere inanç önderleri Hacıbektaş’ın adını taşıyan üç dernek kurdular.
Yeni anayasayı hazırlamakla görevlendirilen Anayasa Komisyonu Başkanı Ord. Prof. Dr. Sıdık Sami Onar da, devletin Sünnilere tanıdığı olanakları Alevilere de tanıması gerektiği görüşündeydi. Onar, 60’lı yıllarda yayımlanan iki Alevi yayın organından biri olan Cem Dergisi’ne yaptığı açıklamada, “Devlet, Sünniler için ne yapıyorsa, Aleviler için de yapmak zorundadır. Alevilere de Sünniler gibi, kendi mezheplerine mahsus ibadethanelerinde kendi dini ayinlerini yapma, cenazelerini kendi ayinlerine göre kaldırma hakkı tanımak, okullarda Alevi mezhebinde olan öğrenciler için de gereken tedrisatı yapmak icap eder” diyordu.
İlk deneme
1963 yılında, İsmet İnönü Başbakanlığı’ndaki koalisyon hükümeti, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kurulacak Mezhepler Dairesi kurulması için bir yasa tasarısı hazırladı. Hazırlanan yasa tasarısına göre, Diyanet Teşkilatı’na bağlı Mezhepler Dairesi’nde bir de Alevi Masası oluşturulacaktı. Yasa tasarısı TBMM’ye sunulduğunda kıyamet koptu. Sağ basın, Alevilere ve yasa tasarısını hazırlayan hükümete karşı taarruza geçti. Özellikle Zafer ve Adalet gazetelerinde bu konuda çıkan haber ve yorumlarda, Alevilere yönelik hakaretler günlerce sürdü. İnancını özgürce yaşama hakkını kendi tekellerinde gören anlayışın çarpık bakış açısını sergilemek için o yorumlardan birkaçını anımsamak yeterli:
“Hazırlanan tasarı sayesinde Aleviler, mum söndü törenlerini camiye taşıyacaklar.”
“İlmen ve tarihen hiçbir gerçeğe dayanmayıp tamamen efsane ve mugalataya dayalı olan Alevilik, İslamiyetin ifade ettiği vahdet ruhu için ciddi bir tehlikedir.”
“Bu zümrenin ehli sünnet mezhebi ile eşit tutulması, 27 milyon Müslümanla alay etmekten başka bir şey değildir.”
“Kanuni müeyyidelerle eşitlikleri teminat altına alınan Kızılbaşların yarın camilerimizde mum söndürme merasimleri yapmaya yeltenmeyeceklerini kim temin edebilir?”
“Alevilerle Sünniler arasındaki görüş ayrılığı dini olmaktan çok, siyasidir.”
Bu edepsizce yayınların yanında “Alevilerle Sünniler arasında inanç bakımından bir farklılık yoktur”, “Diyanet İşleri Başkanlığı da sadece bir mezhebe değil bütün Müslümanlara hizmet etmektedir”, “Aleviler Müslüman değil mi?” türünden söylemler de bir koldan sürüyordu.
Sağ basındaki, Alevilere yönelik hakaretler kesilmeyince Ankara Üniversitesi’nin çeşitli fakültelerinde okuyan 50 Alevi öğrenci, bir bildiri hazırlayarak tasarıya destek verirken, Alevilere yönelik aşağılayıcı yayınları da protesto etti. Aralarında daha sonra siyaset sahnesine çıkacak olan Seyfi Oktay, Mustafa Timisi, Engin Dikmen ve Ali İlhan’ın hazırladığı bildiride, “Mevcut durumda itikat ve ibadet hürriyeti anayasa tarafından serbest bırakılmakla beraber teşkilatlanma, tedris ve teldin hürriyeti sağlanamamıştır” denilerek Mezhepler Müdürlüğü’nün kurulmasıyla bu özgürlüğün de sağlanacağını öne sürüyordu. Bildiri basında geniş yer aldı. Akşam gazetesi bildirinin tam metnine yer verdi.
İsmet İnönü hükümeti, dinci kesimden gelen muhalefet karşısında tasarıyı yasalaştırmayı göze alamayıp geri çekti. Tasarı geri çekilince, dinci basındaki kışkırtıcı yayınlar da kesildi. Ancak, daha önce belirttiğimiz gibi cinin lambadan çıktığının sadece Aleviler değil, tarikatlar ve onların diyanetteki temsilcileri de farkındaydı.
Alevi öğrencilerin bildiri yayımlaması, ikisi Ankara’da birisi Hacıbektaş’ta olmak üzere aynı yıl üç Alevi derneğinin birden kurulması, bu derneklerden birinin Ankara’da cem töreni düzenlemesi ve bu törene Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in de katılması, üç bakanın katılımıyla Hacıbektaş dergâhının müze olarak törenle açılması dinci kesimin uykularını kaçırmıştı.
1965’te Nurcuların desteğiyle iktidara gelen AP hükümeti, Nur tarikatına olan borcunun diyetini bu tarikata mensup İbrahim Elmalı’yı Diyanet İşleri Başkanlığı’na, aynı tarikattan Cemalettin Kaplan’ı da Başkan Yardımcılığı’na atayarak ödedi. Nurcu İbrahim Elmalı, görevine Aleviliğe karşı içinde biriktirdiği kini kusmakla başladı. Elmalı’nın biraz da yüzyıllardır sürdürülen “mum söndü” iftirasını çağrıştırması için “Alevilik sönmüştür” yönündeki açıklaması Aleviler arasında yeni bir infiale yol açtı.
Üniversiteli Alevi öğrenciler ikinci bir bildiri yayımlayarak Elmalı’yı protesto etti. Muhalefet partileri ve basın, günlerce Elmalı aleyhine yazılar kaleme almasına karşın Nurcuların desteğini hele de kısa bir süre sonra yapılacak olan kısmi senato seçimleri nedeniyle yitirmek istemeyen AP hükümeti, Nurcu Diyanet İşleri Başkanı’nı görevden almaya yanaşmadı. Demirel hükümeti, muhalefetin ve Alevilerin tepkilerine karşın Elmalı’yı görevden almamakta direniyordu. İbrahim Elmalı ile Cumhuriyet gazetesi yazarı İlhan Selçuk arasında başlayan polemik haftalarca sürdü.
Elmalı’nın yarattığı infiale Muğla’nın Ortaca ilçesinde başlayan olaylar da eklenince Türkiye’nin dört köşesinde yaşayan Aleviler, ayağa kalktı. Ortaca’da Sünni Kızılyurt köyü ile Alevi Feyziye köyü arasında uzun yıllar önceye dayanan arazi anlaşmazlığı, Nurcuların kışkırtmasıyla mezhep kavgasına dönüştü. Alevilerin gittiği sinemanın basılması sırasında Sünni bir genç vuruldu; birkaç gün sonra da Alevi bir kadına kocasının gözü önünde tecavüz edildi. Tecavüz olayıyla birlikte olaylar büyüdü ve kontrol edilemez duruma geldi. Alevi Feyziye köyünün köprüsü uçuruldu, köy sarıldı. Köyde gıda sıkıntısı baş gösterdi ve Aleviler silahlandı. İlçede sıkıyönetim ilan edildi. Diğer illerde yaşayan Aleviler, hükümet gereken önlemi almazsa kuşatılan köşe yardıma gidecekleri yönünde açıklamalarda bulundu. Ankara’daki Aleviler, Anıtkabir’e çelenk koyduktan sonra Cumhurbaşkanı Gürsel’i ziyaret ederek, olaya el koymasını istedi. Sayıları az da olsa AP içindeki Aleviler, kazan kaldırdı.
Olaylar yatıştı ama İbrahim Elmalı olayı, bir süre daha gündemdeki yerini korudu. Nihayet savcılık, Elmalı hakkında soruşturma başlattı. Elmalı, görevden alındı. Nur tarikatının desteğini alan Elmalı, sonra Millet Partisi’nden milletvekili seçildi.
Aleviler o günden bugüne, resmi olarak tanınmalarını ve diğer inançlarla eşit haklara sahip olmayı bekliyor. Geçen 35 yıllık süre içinde siyasi erkin ve devlet bürokrasisinin Alevilere bakışında bir değişiklik görülmezken, Alevilerin toplumsal yapısında ve sosyal statülerinde önemli değişiklikler gerçekleşti. Artık köylü değil kentli ve eğitimli bir toplum oldular, örgütlendiler, sermaye birikimi sağladılar. Bunun sonucunda da “devlet babanın himmetine sığındık, ne hak verirse kabulümüz” anlayışı yerine, “Anayasadan ve insan haklarından doğan taleplerimizin yerine getirilmesini bekliyoruz” noktasına geldiler.