Bir Trajedinin Dört Mevsimi

Pieces of a Woman (Bir Kadının Parçaları), bir yandan karakterine hayatın dört evresini yaşatırken, diğer yandan da etkileyici bir kadın hikayesi bırakıyor geriye…

Başak Bıçak

Başak Bıçak,Cumhuriyet Cumartesi eki için yazdı.

Sonbahar, kış, ilkbahar, yaz… Doğanın mevsimleri, insanın mevsimleri, bir trajedinin mevsimleri… Macar yönetmen Kornel Mundruczo, anlatısının temeline yerleştirdiği iklimler şemasıyla bir kadının sonbaharda başlayan hikayesini önce mevsimlere bölüyor, sonra takvim yaprakları arasındaki dokunaklı seyrine bizi ortak ediyor. Pieces of a Woman (Bir Kadının Parçaları), bir yandan karakterine hayatın dört evresini yaşatırken, diğer yandan da etkileyici bir kadın hikayesi bırakıyor geriye…

White God (2014) ve Jupiter’s Moon (2017) gibi toplumsal meselelere odaklanan filmleriyle yerini sağlamlaştıran yönetmen Mundruczo, bu kez daha kişisel bir hikayeyle seyircisinin karşısına çıkıyor. Venedik Film Festivali’nde başrol oyuncusu Vanessa Kirby’ye (Martha) ödül getiren Pieces of a Woman, trajediyle sonuçlanan bir doğuma ve sonrasında yaşananlara odaklanırken, esasen yönetmenin hayat arkadaşı ve filmin senaristi Kata Weber’in yaşadıklarından ilham alıyor. Weber’in kaybettiği bebeğinin ardından hissettiklerinin bir tezahürüne dönüşen film, bu duyguların ne kadar güçlü olduğunu anlatmak istercesine sarsıcı bir başlangıç yapıyor hikayesine ve izleyicisini, yaklaşık yarım saatlik plan sekans doğum sahnesinin sancılarına ortak ediyor. Öte yandan bu açılış tercihi, zaman içerisinde anlatının en büyük düşmanlarından biri haline geliyor zira filmin geri kalanında düşüşe geçen temponun yegâne sorumlusu da yine bu sekansta yaratılan kusursuz atmosferin varlığı oluyor. 

Soluk soluğa izlediğimiz bir doğum sahnesinin peşi sıra ikinci perdesini açan film, yine bir sonbahar gününde hikayesinin rengini de belli etmeye başlıyor. Kırmızı paltosuyla sokakta yürüyen Martha, kendisinden yas tutmasını bekleyen insanların ve toplumsal normların aksine işine ve hayatına geri dönüyor. Bu andan itibaren önce tuvalette gözümüze çarpan çamaşırının cinsi ve daha sonra bir alışveriş merkezinde göğsünden gelen süt ile aslında onun salt hayata tutunmaya çalışan bir birey değil, devam eden anneliği ve doğum yaralarıyla da mücadele eden bir kadın olduğunu fark ediyoruz. Nitekim filmin başında güzel görünen, hikâye ilerledikçe yarım kalan, bozulan ve finale doğru Martha iyileştikçe yeniden düzelen siyah ojeleri, Martha’nın matemin gelişimini temsil ederken; sürdüğü kırmızı ruj ve daha sonra elma metaforuyla desteklenen kırmızı vurgusu ise kadınlığının ve yaşama tutunma arzusunun bir ifadesine dönüşüyor.

Film boyunca sıklıkla yediği, kokladığı ve çekirdeklerini saklayarak yeşertmeye çalıştığı elma, bir yandan tohum ve bebek kavramları üzerinden doğa anayı, dolayısıyla anneliği ve doğurganlığı simgelerken; mitolojik okumalara da olanak tanıyor. Yaratılış mitindeki Âdem ile Havva’nın cennetten kovulmasına yol açan yasak elma ve günah kavramı, Pieces of Woman’da bu kez Havva’nın işlediği bir günah olarak değil, bilakis yeniden doğumu ve canlanmayı anlatan bir sembol olarak karşımıza çıkıyor. Masallarda gökten düşen, cadılar tarafından sunulan, yaratılışın yasak meyvesi elma bu defa kötülükten ziyade, bir kadının elinden, hayatın devamlılığı anlamını üstleniyor. Öyle ki filmin ilk anından itibaren Martha’ya büyük bir sevgiyle bağlı olan Sean’ın (Shia LaBeouf), yaşanan trajedi sonrasında önceleri Martha’nın yanında olmasına rağmen daha sonra ilk günahı işleyen ve hatta yine Martha’yı ilk terk eden kişi olması, hâkim mit anlayışının aksine erkeğe olumsuz bir mana yüklendiği düşüncesini de akla getiriyor.

Sean’ın Martha’yı aldattığı sekansta bahsettiği ve bir rezonans sebebiyle yıkılan köprü ise -ki burada kadraja giren Tacoma Köprüsü değil tuhaf bir biçimde Ortaköy Cami manzaralı Boğaziçi Köprüsü’dür- filmin başından itibaren çiftin ilişkilerinin en güçlü timsaline dönüşüyor. Köprü inşaatıyla açılan film boyunca perde perde köprünün bitişini izlerken, öte yandan da bir ilişkinin bitişine tanıklık ediyoruz. Köprü hem ilişkinin ömrünü, hem geçen zamanı, hem de Martha’nın iyileşme sürecini simgelerken; Sean gittikten sonra hikâyenin ve köprünün kış mevsiminin en soğuk günlerini yaşaması ve Martha’nın iyileşmesinin son ayağını köprü üzerinde gerçekleştirmesi bu tezi destekliyor. Hatta iklimler ve elma anlatısını finalde birleştiren yönetmen, tam da bu sebeple filminin finalini bir yaz günü, bir elma ağacıyla sonlandırıyor.

Öykünün çatışmasını oluşturan bir diğer ayak ise Martha’yla annesinin (Ellen Burstyn) ilişkisi üzerinde yükseliyor. Toplama kampı meselesinden Yahudi olduğunu öğrendiğimiz annenin, kendi travmalarından ve adalet arayışından hareketle, çocuğunu kaybetmesine neden olan ebeye karşı kızının da adaleti yerine getirmesi yönünde bir baskı unsuru haline gelmesi, hikâyenin gerçekte çocuğunu kaybetmiş bir çiftin yaşadığı yıkımın yanı sıra, bir anne-kız yüzleşmesi (Martha ve annesi ile Martha ve kızı Yvette) üzerine inşa edildiğini fark etmemize imkân veriyor. İstediği türden bir adalet sağlanamadığı noktada, annenin her şeyi unutmayı seçmesi de yine bu görüşü güçlendirir nitelikte…

Filmin aksaklığına gelince… Pieces of a Woman’ın etkileyici katmanlarının arasındaki temel problem kuşkusuz kurgudaki keskinlik… Hikâye anlatımında pek çok noktada sert geçişlere başvuran film, devamlılık inşasında sıkıntılar yaşıyor ve karakter dönüşümlerinin sebepleri ile olaylar arasındaki bağlantıları açıklamak konusunda tembel davranıyor. Anlatıyı büyük oranda zedeleyen senaryo gedikleri, Vanessa Kirby’nin hayranlık uyandırıcı performansına rağmen kapatılamıyor. Yine de güçlü hikayesi sayesinde ödül sezonunda mutlaka adını duyacağımız filmlerden biri olan Pieces of Woman, bilhassa Kirby’nin performansı ve Howard Shore imzalı müzikleri için mutlaka görülmeli…