Bir tarih, bir mektep, bir meydan

Ülkenin en köklü eğitim kurumlarından Galatasaray Lisesi 150. yılını kutluyor.

Gürer Mut

Türkiye’nin en köklü eğitim kurumlarından Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) 150’nci yılını çeşitli etkinliklerle kutluyor. Fransız Kültür Merkezi’nde devam etmekte olan ‘Galatasaray Lisesi, 150 Yıllık Bir Kültür Ortaklığı’, Pera Müzesi’ndeki ‘Mektep Meydan Galatasaray’ ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün düzenlemekte olduğu ‘Batıya Açılan Pencere Galatasaray Lisesi’nin 150 Yılı’ sergileri, bu kökleşmiş kurumun kimliğini, tarihini bizlere sunuyor. Özellikle ülkemizde kurum kültürünün rafa kaldırıldığı, kökleşmiş kurumların da zaman içersinde tahrif edildiği bir dönemde, Galatasaray Lisesi tarihsel ve sosyokültürel zenginliğiyle, geçmişin ruhunu bugüne taşıyor. Bu anlamıyla, düzenlenen sergiler simgesel bir anlamın ötesine geçerek, ülkenin geride bıraktığı uğrakları anlamanıza yardımcı oluyor.

Özellikle lisenin tarihine ve Türk-Fransız dostluğuna dikkat çeken ‘Galatasaray Lisesi, 150 Yıllık Bir Kültür Ortaklığı’ sergisinde dolaşırken birçok anının yanı sıra, tarihsel uğraklarda öğrencisinden öğretmenine kadar bireylerin önemli sınavlardan geçtiğine tanıklık ediyoruz. Öyle ki, bu durum kurumun kimliğiyle bütünleşmiş. Sergiye koyulmasa da anılar labirentinin arasında dolaşırken aklınıza, 31 Mart gerici ayaklanmasında softaların liseyi yerle bir edeceklerini söylemesiyle, müdür Tevfik Fikret’in okulun önüne siper oluşu ve “Sultani’yi yıkmak için önce beni yıkmak lazımdır” sözü geliyor. Ardından, okul sıralarını terk ederek Milli Mücadeleye katılan öğrenciler. Örnekler bizimle de sınırlı kalmıyor, lisenin unutulmaz hocalarından olan Etienne Manac’ın 1943’te Paris’te faşizme karşı öğrencileriyle birlikte direnişte yer aldığını görüyoruz.

Kuşkusuz lisenin, sayısız devlet adamını, düşün insanını, yetiştirmesinin haricinde belki de en önemli başarısı bu topraklara sorumlu bireyleri kazandırmış olmasıdır.

İlk laik eğitim kurumu

Küratörlüğünü İzzeddin Çalışlar’ın yaptığı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde devam eden ‘Batıya Açılan Pencere: Galatasaray Lisesi’nin 150 Yılı’ sergisi, Mekteb-i Sultani’nin kurumsallaşma öyküsü, fotoğraf, film ve farklı dönemlerde kullanılmış pek çok obje ile bizlere sunuyor. 1481’de kurulan saray mektebi ‘Galata Sarayı Hümayun Mektebi’nin Tanzimatla birlikte nasıl kabuk değiştirdiğini, modern ‘laisist’ eğitimin temellerinin atılışını anlamada, etkinlikler bizlere yol gösteriyor. 15 Mart 1867’de Sadrazam Ali ve Hariciye Nazırı Fuad paşaların Fransa’nın İstanbul büyükelçisi Nicolas Prosper Bourée ile yaptığı görüşmede, Fransız eğitim sistemine uyumlu, her dinden mensubun eğitim alabileceği büyük bir lise açılması konusunda anlaşmaya varılmasıyla, Galatasaray Lisesi’nin ilk fikri adımı atılıyor. Ardından gelen bir yıllık süreçte, Paris’teki Osmanlı büyükelçisi Cemil Paşa, Fransa Eğitim Bakanı Vicror Duruy ile konu hakkında temaslarda bulunarak, bu projenin hayata geçmesini sağlıyor. Hazırlanan proje 14 Nisan 1868’de padişah Sultan Abdülaziz’e sunuluyor. Projenin remiyete geçmesiyle birlikte gelen tepkiler ise okulun kimliğini ve ruhunu özetler nitelikte. Okula ilk tepki Papa 9. Pius’dan geliyor. Gerekçesi ise çeşitli dinlere mensup öğrenciler arasında kalmalarının Katolik çocukların ahlakını bozacağı. Museviler de çocuklarını Katolik bir müdürün yönettiği okula göndermekten çekindikleri için okula sıcak bakmıyorlar. Ardından Rum Patriki de cemaatine seslenerek çocuklarını Mekteb-i Sultani’ye göndermesini yasaklıyor. Tüm bunlara rağmen Mekteb-i Sultani, 1 Eylül 1868 tarihinde 147 Müslüman, 48 Gregoryen Ermeni, 36 Rum, 34 Musevi, 34 Bulgar, 23 Katolik Latin, 19 Katolik Ermeni öğrenciyle öğretime başlıyor. Laik eğitimin ilk örneği sayılabilecek olan bu yeni tasarım, kurumun simgeleşmesine, öğrenci ve mezunlarının bir üst kimlik etrafında toplanmasına olanak sağlıyor.

Doğuşundan itibaren kendi mezunları tarafından yönetilmeyi tercih eden okul, tarihsel süreci içersinde sporun eğitime katılmasıyla kulüpleşmeye gidilmesi, mezunlar arası ilişkilerinin bir süre sonra dernekleşerek sürdürülmesiyle, “Galatasaraylılık” kavramının doğmasına olanak sağlamıştır.

Anılarla dolu bir meydan

Küratörlüğünü Çelenk Bafra’nın yaptığı Pera Müzesi’ndeki ‘Mektep Meydan Galatasaray’ sergisi ise “Sadece Galatasaraylıları değil tüm kenti ve ülkeyi ilgilendiren bir okul, günümüz sanatçılarına esin kaynağı olabilir mi” sorusuna yanıt arıyor. Son günlerde her türlü hak arayışına, insani taleplere kapatılan Galatasaray Meydanı’nı çalışmalarına yansıtan birçok sanatçı sergide yer aldı.

Sergiler ne kadar sürecek?

Fransız Kültür Merkezi, ‘Galatasaray Lisesi, 150 Yıllık Bir Kültür Ortaklığı’ sergisi 3 Ekim; Pera Müzesi’ndeki ‘Mektep Meydan Galatasaray’ sergisi 25 Kasım; İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ndeki ‘Batıya Açılan Pencere Galatasaray Lisesi’nin 150 Yılı’ sergisi 23 Şubat 2019’a kadar ziyaret edilebilir.

‘Biz işgalciler gideceğiz’

Fransız Kültür Merkezi’ndeki sergide, işgal İstanbul’undaki öğrencilerin psikolojilerini anlamada oldukça dikkat çekici bir anekdot gözünüze çarpıyor. İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgalinin ardından, öğrencilere moral veren Fransız hocalar vardı. Onlardan biri olan okulun Fransız müdürü Monsieur Blanchong şunları söylüyor:
“Bugün ulusal bir acı yaşıyorsunuz. İçinde bulunduğunuz durumdan ötürü bugün ders yapmak yerine sizlerle konuşacağım. Bildiğiniz gibi yıllardan beri Türkiye’deyim. Burada Mutlakiyet rejimini de Meşrutiyetin ilanını da gördüm. Sizin hümanizminizi ve misafirperverliğinizi harp zamanlarında da gördük. Düşman unsurlar da olsak derslere devam etmenizi çok sevdiğimiz bu kurumda kalmamızı sağladı. Yenilgiden ve üzücü günlerden dolayı karamsarlığa kapılmayın. Çalışan bir ulusu hiçbir kuvvet engelleyemez. Göreceksiniz ki, kurtulacaksınız ve biz işgalciler gideceğiz. Bu yüzden görevinizi yapın, çalışın.”

Ey zekâ ve gençlik sığınağı,
ben de bir zaman
saklandım altında geniş kanatlarının.
Sen sakladın bu ruhu çevrenin ışığı kıran, boğucu soluklarından;
evet sen kucakladın, tuttun, önüm bütün uçurum, hep düş iken,
bilgisizliğin, bağnazlığın dudağından kaçan adın,
gel dinle, ruhumuzda ne sevinçli nağmeler canlandırır, ne hatıralar titretir, ne saf efsaneler, ne güldürüler söyletir, neler uyandırır, neler yaşatır! Düşünce için korunak, umut için sığınak olan şefkatli kucağın.*