Bir serginin anatomisi

santralistanbul'un üç katını kaplayan sergi, 19 Haziran'a kadar açık kalacak. '20. Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı'nı, sergiyi ve kataloğunu hazırlayan Ferit Edgü'nün yazısıyla sunuyoruz.

cumhuriyet.com.tr

Bu serginin başlığı, “XX. Yüzyılın 20 Modern Sanatçısı”, çağdaşlık ve modernlik kavramlarına verilen değişik anlamlar dolayısıyla tartışmaya açıktır.

Doğum tarihleri 1901 ile 1944 arasındaki, on sekiz ressam, iki heykelci, yirmi sanatçıdan her biri kendi yolunda yürümüş (hayatta olanlar hâlâ yürümekte), bazıları birbirine yakın durmuş, birbirinden etkilenmiş; bazıları günün moda ya da egemen sanat anlayışına sırtını dönmüş, hatta ona karşı bir yol izlemiş.

Tüm bunları bile bile, onları nasıl genel bir modernlik çatısı altında bir araya getirebiliyoruz? Soruya, doğru ve doyurucu bir yanıt vermek, itiraf edeyim ki, pek kolay değil. Belki yalnızca, “Bu bir koleksiyon sergisi” deyip işin içinden çıkmak en doğru olanı. Çünkü bu serginin tam gerçeği bu. Genç bir koleksiyoncu (Öner Kocabeyoğlu) bir gün ( yaklaşık on yıl önce) bir resim (Selim Turan’ın 2000 tarihli soyut bir kompozisyonunu) alıyor ve ünlü romanın ilk cümlesindeki gibi, hayatı değişiyor.

İlgi çekicidir, o güne değin, herhangi bir konuda koleksiyon yapmamış, Türk resim sanatı ve tarihi konusunda derin bir bilgisi olmayan, çevresinde gördüğü “eskilerden”, örneğin Hoca Ali Rıza’nın, Halil Paşa’nın, Nazmi Ziya’nın, Çallı’nın, resimlerinin kendisine “hitap etmediği” bu genç adam, soyut resimler karşısında heyecanlanır.

Kimin resimleridir bunlar? Selim Turan’ın, Hakkı Anlı’nın, Mübin’in, Nejad’ın. Tümü, 1950-70 yılları arasında Paris’te çalışmış Türk ressamlarının soyut, non-figüratif yapıtları.

Koleksiyonculuğun, her şeyden önce (hatta bilgiden bile önce) bir tutku olduğunu ve her tutku gibi mantık dinlemediğini, koleksiyonculuk virüsüyle tanışmamış olanlar bilmez. Kişinin içinde uyuyan o virüsü, kimi zaman, çok anlamsız küçük bir eşya, bir resim, bir hat, heykel, biblo, sikke uyandırabilir. Devamı çorap söküğü gibi gelir. Gördüğüm kadarıyla Öner Kocabeyoğlu’nda da öyle olmuş.

On yıl gibi, bir resim koleksiyonu oluşturmak için çok kısa bir sürede, yalnız nicesel değil, niteliksel olarak da 1940 sonrası Türk resminin sıra dışı bir koleksiyonunu oluşturmuş. Onun gibi yeni ve genç Türk koleksiyoncularının etkisiyle gelişen Avrupa’daki Türk ressamlarının pazarı, o güne değin çok para etmediği için kıyıda köşede kalmış resimlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Paris, New York, Londra, Kopenhag gibi kentlerde, özellikle 1950’lerin, Yeni Paris Okulu’na dahil Türk ressamlarının yapıtları, birbiri ardı sıra ortaya çıkmaya başladı.

Öylesine ki, son birkaç yıldır, yalnız Türk ressamların yapıtlarıyla düzenlenen müzayedeler de görmeye başladık. Bunun sonucunda, özellikle Paris, kendi içinde doğup gelişmiş bu sanatı, onlarca yıl sonra keşfetmeye başladı. Bundaki birinci etken, hiç kuşkunuz olmasın ki, Öner Kocabeyoğlu gibi genç ve cesur koleksiyonculardır.

1950 sonrası Türk ressamlarının aranır olmasında, fiyatlarının olağanüstü artışında bu koleksiyoncuların (ve yalnızca onların) rolü vardır.

Büyük koleksiyoncuların, yalnız, gönül verdikleri sanatçıların “kodunu” yükseltmediklerini, ülkelerinin sanat tarihini bile etkilediklerini hep biliriz.

Birçoklarına göre, Türkiye gibi bir resim sanatı geleneği olmayan Rusya’daki iki büyük resim koleksiyoncusudur (Şukin ve Morozov), 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan şaşırtıcı Rus avant-garde’ının temelini oluşturan ana öğe.

Türk sanatı, ne yazık ki bu tür koleksiyoncularla tanışmamıştır. Türk resim sanatının önemli örneklerini, bilinçle seçerek, bilgiyle bir araya getiren koleksiyoncu sayımız, 1970’lere gelene dek yok denecek kadar azdır.

Resim sanatımızın gelişmesinde bu gerçeğin olumsuz etkilerini hiçbir zaman göz ardı etmemek gerektir. Aynı şekilde, bugünkü, kurumsal ve kişisel ilginin sanatsal gelişime katkısını, itici gücünü de. Tüm bu gerçeklerin altını, bu sergi özel bir koleksiyon sergisi olduğu için çizmek istedim.

Öner Kocabeyoğlu Koleksiyonu bir açıdan oldukça zengin, bir açıdan da sergilemeyi güçleştiren sayısal bir dengesizlik içeriyor. Koleksiyonun ruhuna ihanet etmeden tutarlı bir sergi düzenlemede bir hayli zorlandığımızı söylemek zorundayım. (…) Bir serginin başarısı, o sergiyi gezenleri durup düşündürtmek, sanatçıyla, onun yapıtlarıyla baş başa kalmalarını sağlamak, hatta bu yapıtları bir araya getiren koleksiyoncunun kişiliğini, eğilimlerini sorgulamaktır.

Sergiden edindiği izlenimleri, katalogdaki bilgilerle pekiştirip yepyeni kişisel bir sergi düşleyen izleyici… Bu sergiyi onun için düşleyip gerçekleştirdik. Artısıyla, eksisiyle. (…) Umarım ki, sergiyi görenlerden birkaçı, çok geç olmayan bir gün “Bir sergi gördüm, hayatım değişti” desin. Çünkü 433 yapıtlık bu sergi, bunu söyletecek bir sergi.