Bir reddediş hikâyesi

38. İstanbul Film Festivali’nin ilk gününde Paris’te geçen iki film izledik.

Emrah Kolukısa

İstanbul Film Festivali’ni sadece 6 film gösterildiği ve adının da Sinema Günleri olduğu ilk yılından bu yana takip ederim. Böyle olunca 38. yaşına gelen festivalle beraber yaşlanmaya başladığım gerçeğiyle de acı bir biçimde yüzleşmem kaçınılmaz oluyor. Mukadderat. Bu konuyu hemen kapatıp bu yılki festival izlenimlerime başlayayım, aksi takdirde iyice nostaljiye bağlayıp festivalde aynı yıl çalışmaya başladığım sevgili dostum Kerem’in (Ayan) olmadık sırlarını ifşa etmeye başlayabilirim. Bu da çok daha ilginç bir okuma keyfi sunar muhakkak ama ne gerek var şimdi, değil mi?

İlk günden kalanlar
Şaka bir yana bu yılın sponsorsuz festivalinin açılışında festival direktörü Kerem Ayan’ın da altını çizdiği gibi bu festival bizleriz, yıllardır salonları dolduran izleyicilerin, hepimizin festivali. Açılış gecesi gösterilen ve özellikle tiyatro meraklılarının büyük keyif alacağını düşündüğüm “Edmond” akıcı ve masalsı anlatımı, romantik tonları ve ince mizahıyla yaklaşık 2 saati su gibi geçirten bir film. Özellikle Fransız tiyatrosunun efsane oyuncularından Constant Coquelin rolünde Olivier Gourmet’nin hafızalarda yer edecek bir performans sunduğu film az çok tiyatroyu bilenler için hazine değerinde anlar barındırıyor. Ben kendi adıma Çehov ile Stanislavski’nin bir Paris kerhanesinde Edmond Rostand ile karşılaştıkları sahneye bayıldım doğrusu. Filmin yönetmeni Alexis Michalik son dönemin parlak tiyatro insanlarından biri ve bundan sonra ana akım sinemada da iş yapacak gibi görünüyor, devam ederse tabii. Bu arada, filmin başrol oyuncuları Thomas Solivéres (Edmond Rostand) ve Lucie Boujenah (Jeanne) açılış için geldikleri İstanbul’da filmden önce sahneye çıkıp seyirciyi selamladılar ve son derece sempatik tavırlarıyla daha film başlamadan gönülleri fethettiler, söylemeden geçemedim.

İlk günün asıl önemli filmiyse bana göre “Eşanlamlılar/Synonymes” idi. İsrailli sinemacı Nadav Lapid’in Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ödülüyle dönen filmi otobiyografik özellikler taşıyor. Paris’e giden ve kendi doğup büyüdüğü kültürü reddederek burada yeni bir hayata başlamak isteyen genç bir İsraillinin hikâyesini anlatan film kendine has dili ve kuralları zorlayan kurgusuyla (filmin kurgusunu yapan yönetmenin kısa bir süre önce hayata veda eden annesiymiş bu arada ve film de ona adanmış) izleyiciye farklı bir sinema deneyimi vaat ediyor. Anlatının imkânlarına pek yüz vermeyen ve film gramerinin sınırlarını test eden “Eşanlamlılar”ın müzikle olan ilişkisini de ayrıca etkileyici buldum. Oyunculuklarından senaryosuna, hemen her unsuruyla farklı bir iş olan ve izleyen eleştirmenleri de ikiye bölen film vizyona da girecek gibi görünüyor (dağıtımcısı Bir Film), kaçırmamakta yarar var. İsteyenler bugün Atlas Sineması’nda da izleyebilir elbette.
Festivalde bugün:
“Santiago, İtalya” (y: Nanni Moretti) 13.30 - Beyoğlu Beyoğlu
“Dağ” (y: Rick Alverson) 16.00 - Kadıköy Rexx
 “Spartacus” (y: Stanley Kubrick) 21.30 - Beyoğlu Beyoğlu