Bir 'oluşum' romanı
Irmak Zileli Eşik'te bir kadının var oluş hikâyesini anlatıyor. Siyasal ve ideolojik çatışmaların içindeki Eylül adlı bir kız çocuğunun açmazlarını, çelişkileriyle beraber bir ailenin bireyleri olan öteki roman karakterlerinin ruhunda, düşünce dünyasında yaşanan dönüşümü de yansıtıyor.
cumhuriyet.com.trTürkiye'de 1968'den bu yana solun içinde bulunmuş ya da içinde olmamakla birlikte olup biteni yakından izlemiş kişiler için, Irmak Zileli'nin Eşik'i bir tanıklık romanı gibi görülebilir. Oysa yazarın amacı bu değil, bir oluşum romanı (bildungsroman) bu. Yazar 1978'de, belirli bir sol çevrede, o sol aydınlar çevresinde doğmuş bir kadın kahramanın, yaşamın, günümüze yaklaşan yıllara kadar geçen yıllardaki oluşumunu anlatıyor.
Bildungromanın on sekizinci yüzyılda Almanya'da doğduğu, adının da o dönemin Alman edebiyat kuramcılarınca konulduğu bilinir. İlk örnek olarak da hemen Goethe'nin Wilhem Meister isimli kahramanı üzerine yazdığı yapıtlar akla gelir. Aslında anlatmaya bile gerek yok. Fakat benim yaşamım boyunca okuduğum, hayran oluduğum bir romanlar dizisi olarak burada sıralamak istediğim dünya yazınının en parlak romanları arasında yer alan, gene yazın kuramcılarınca sınıflandırılmış olan romanların en belli başlılarını da anacağım (Bu çeşit sınıflandırılmaların o romanların çok yönlülüğünü anlatmaya yetmediğini bilsem de). Balzac'ın 1837'le 1845 arasında yazdığı eşsiz roman Sönmüş Hayaller'i (İllision Perdus), Stendal'in Parma Manastır'ı, Kızıl ile Kara'sı (Ataç çevirisi Türkçede aslı kadar parlaktır) Flaubert'in Education Sentimentale'i (Türkçede güzel çevirisi Cemal Süreya'nın Gönül ki Yetişmekte adıyla yaptığı çeviridir). Başka edebiyatlarda, başka yazarların romanları: Tolstoy'un nehir romanı Savaş ve Barış'ta ele aldığı, geçen yıllarla biçimlenen kahramanlar, kuşkusuz Dickens'in David Copperfild'i, şimdi İngilizlerin yeniden ona daha sıkı sarıldıkları Jean Austen, Maupassant'ın Bir Hayat'ı (Unevie) Bel-Ami'si..
İşte gerçekçi romandan uzaklaşmamasıyla çok çalkantılı bir toplumun, çok zor dönemlerinde, çok çekişmeli bir aile çevresinde yer alıp da otobiyografik öğeleri çok ağır bassa da kendi ruhsal ve zihinsel oluşumunu cesaretle ele alabiliyor Zileli. Böylece kendi amacı doğrultusunda, çok iyi bir dille, duygusallığa, melodrama düşmeden bildung romanın eşiğinden içeriye gidiyor. Bütün çevresinde oluşan anlamlı ya da anlamsız kargaşayı soğukkanlı bir gözlem gücüyle, bu gözlem gücüyle örtüşen bir dille dönüştürebiliyor. Romanda otobiyografik öğe çok ağır bassa da hatta romanın bütününü kapsasa da yazdığı metnin düzeyini düşürmüyor. Romanda ele alınan çevre -buna bağlı olarak da roman kahramanları- dar, az sayıda kalsa da roman ele aldığı sorun ile kahramanı Eylül'ün kendi kendine yaptığı savaşımın canlılığı sayesinde, çekiciliğini sonuna kadar koruyor.
Konuşmaların ardındaki psikolojik durumu, roman kahramanı sürekli keşfediyor, kısa tümcelerle açığa çıkarıyor. Fakat Türk romanının 1940'larda çok kullandığı, alışkanlığı haline getirdiği ruhsal çözümlere girmiyor. Şimdiki halde derinlikler psikolojisiyle de ilgili değil. Beni şaşırtan, dar bir çevrede geçse de romanın çekiciliğini kaybetmemesi. Öyle ki elime aldım ve romanı üç günde okudum.
Romanda aranan özgürlüktür, doğru düşünebilme yetisidir. Roman kahramanı Eylül'ün ulaşmak istediği de bu. Çünkü öyle sanıyorum ki roman türü bir toplumun gerçek yaşamını da duygu ve düşünce yaşamını da en iyi yansıtan araçtır. Bunu da roman sanatının sanatsal öğeleri aracılığıyla yapar.
Sürükleyiciliğinden kurtulamadığım halde, okurken romanın 225 ya da 250 sayfa olmasını da düşündüm. Ama biraz daha yakından bakınca, romanda çıkarılacak paragraflar olmadığını, paragrafların gerekliliğin örgüsünü ördüğünü, hiçbirinin atılamayacağını gözlemledim.
Elbette genç bir yazara öğüt vermekten çekinirim. Sanırım buna hakkım da yok. Fakat içimden geçen istek Zileli'nin yukarıda andığım büyük romanların izinden gitmesi. Bu romanların kendi ülkelerinde yerleşik burjuva sınıfı doğarken yaratılabildiği, bizde ise bu sınıfın hâlâ pek ortada olmadığı, burjuva yaşamı ile kültürünün yaşamın çeşitli alanlarında egemen olmadığı düşünüldüğünde büyük güçlükler taşıdığı bilinse de. Diyeceğim romanlara Duygusal Eğitim'deki gibi büyük doğa betimlemelerinin, aynı zamanda da büyük kentin bütün dönen dolaplarının, Sönmüş Hayaller'deki gibi bütün bir yirmi-otuz yılın toplumsal çalkantasının, ihtilaller arası Paris yaşamının bütün toplumsal kesitlerinin görünmesi gibi; Flaubert ya da Stendhal roman çevresi denilen sonsuz ayrıntıların yer alması' Bu istek sanırım, roman sanatımız çok kolaycı yollara sapmış olsa da gene yaşıyor, kendini duyuruyor.
Güncel roman dünyamızda Eşik'in kendi amaçları doğrultusunda çok iyi bir roman olarak yazılmış olduğunu, Zileli'nin günümüzde az rastlanır ciddi yazar kimliğini taşıdığını, romanın dilsel ve anlamsal büyük başarısını belirtmek istedim.
Eşik/Irmak Zileli/Remzi Kitabevi/326 s.