Bir küreselleşme projesi olarak Göçen dünya düzeni-4
Tıpkı kendi dilinden başka diller öğrenen, başka kültürlerle zenginleşen ve ülkesini dünya çapında düşünüp yeniliklerle buluşturan insanlar gibi toplumların da birbiriyle karışmasında, kaynaşmasında yarar vardır.
Mine G. KırıkkanatTürkiye’deki 6 milyon göçmen Hıristiyan olsa işgal sayılır mı?
Bu yarara, her insanın daha iyi koşullarda yaşam arayış hakkını ekleyecek olursanız; insanlığın göçlerle melezleşmesi sağlıklıdır.
Aile içi evlilikler nasıl genetik hastalıklı kuşaklara yol açıyorsa, arasına yabancı almayı reddeden toplumlar da çürümeye mahkûmdur.
Ancak sindirebileceğinden çok fazlasını yiyen insan bünyesinin, pek lezzetli olsa da kaldıramadığı aşırılığı kusması gibi toplumların da hoşnutlukla ya da rahatsız olmadan kabul edip benimseyebileceği bir yabancı kültür eşiği vardır.
Türkiye’ye sadece 2012’den beri gelen 6 milyon dolaylarında sığınmacının Amerikalı, Rus, Çinli, Japon, Alman vb. olduklarını hayal edin.
İŞGAL ALTINDA SAYILMAZ MIYDIK?
Neyse ki AKP hükümetinin gel gel yaptığı ve kaçak girenine de göz yumduğu sığınmacılarımızın istisnasız hepsi Taliban, IŞİD, Esad ve Kaddafi gibi Müslüman despotlar ya da düpedüz Şia şeriatıyla yönetilen İran’dan geliyorlar.
Bu durum, siyasal İslamcı iktidar ve sosyal liberal yardakçılarının, Türkiye’de daha göçler başlamadan başlattığı “üst kimlik/alt kimlik” tartışmalarından bağımsız değildir. Arapça alfabe talebi, imam hatip enflasyonu, tarikatların sübvansiyonu, illa ki dine dayalı eğitim ve daha pek çok alanda -Sünni ya da vahabi- İslamlaştırma operasyonu da Atatürk ve laik Cumhuriyet düşmanlığından bağımsız değildir.
ÜST KİMLİK: SÜNNİ MÜSLÜMAN
AKP iktidarı, “Türkiyeli” kavramını yerleştiremedi. Ama farkındaysanız, gerek muktedirler, gerekse seçmenlerinin bir bölümü artık Türküz demiyor, “Müslümanız” diyorlar. AKP’nin Cumhur İttifakı olmadan azınlığa düştüğü düşünülürse; ülke nüfusunun tahminen yüzde 20 ila 25 oranında bir dilimini Müslüman üst kimliği altında toplamayı başardıkları söylenebilir.
Zaten tam da bu nedenle kitlesel göçü destekliyor ve eğitimde, sağlıkta, sosyal yardımlarda yerli halkın önüne geçirdiği sığınmacıları; Türkiye’yi Araplaştırma politikasının itici gücü olarak kullanıyor ve birkaç yıl içinde yararlanacağı oy deposu gibi görüyor.
Peki, Türkiye nüfusunun AKP’li ya da muhalif yüzde 75’i, dilini ve yaşam kültürünü hiç paylaşmadığı, böylesine çabuk büyüyen bir göçmen kitlesini entegre ya da asimile edebilir mi?
Sosyolojik söylemde “entegrasyon”, birbirine yabancı topluluk ya da kültürlerin özgün yapıları kaybolmadan, uyum içinde eklemlenmesi demek.
“Asimilasyon” ise farklı köken ve kültürden gelen azınlıkların, çoğunluğun kültür dokusu ve kimlik yapısını benimseyerek özümsenmesidir. Kendiliğinden olduğunda en etkili toplumsal uyumu sağlar ama devlet eli ya da silah zoruyla empoze edildiğinde ters tepen, kanlı tarihler yazdıran bir yöntemdir.
Küreselciler, öngördükleri melez dünya için elbette asimilasyon yöntemini değil, ötekine saygılı, daha adil ve eşitlikçi entegrasyon politikasını seçti. Siyaseten düzgün (politically correct) söylem aracılığıyla tüm dünyada asimilasyon mahkûm edilip entegrasyon övüldü.
TÜRKİYE’Yİ ARAPLAŞTIRMAK MÜMKÜN MÜ?
Ne var ki küreselleşme jeopolitiğinin belki de en öncüsü ve kuşkusuz en sadık askeri AKP iktidarı, Türkiye’de gizliden gizliye bir asimilasyon politikası izliyor: Göçmen ve sığınmacı kitlelerini yerel topluma entegre etmek yerine; Türk halkının sığınmacı çoğunluğunu oluşturan Ortadoğu Araplığını benimseyip yabancı bir kültür içinde eritilmesine çalışıyor.
Yerlinin asimilasyonu demek olan böyle bir yabancılaştırma politikası başarılı olur mu? Sonucu demografik üstünlük kadar eğitim belirler ve mümkündür.
Entegrasyona gelince, göçmen nüfusunun hızla büyüdüğü hiçbir ülkede başarılamadı.
İşte kuruluşundan beri melez bir toplum olmasına karşın Hispanik nüfusu entegre edemeyen ABD, işte Avrupa’daki en büyük Müslüman nüfusu barındıran Fransa...
KESKİN AYRIMLAR YERİNE DAHA İÇ İÇE GEÇİŞLERİN YAŞANDIĞI BİR DÖNEM
OY POTANSİYELİ KAYNAKLI FAŞİST SÖYLEMLER
Prof. Dr. Akçapar: “Brexit’e giden süreçte bile ekonomik ve siyasi kriterlerin yanı sıra, bir göçmen karşıtlığı bulunmaktaydı. Huntington, Kültürler Çatışması tezini ilk ortaya attığında bunu eleştirmiştik. Ancak aradan geçen süre zarfında bu tezin kullanıldığı ve işler hale getirildiğini görüyoruz.”
- Yaşadığımız yüzyılın birinci çeyreğinde artan göçlerin geniş genelinde savaştan kaçış mı, yoksa savaşı fırsat göstererek ekonomik ya da sosyal mı olduğunu düşünüyorsunuz?
Senem Köşer Akçapar - Son yıllarda yaşanan göçleri, değişen sermaye birikimi ve neo-liberal politikalar, işgücü piyasalarındaki dönüşüm ve ulus-devletlerin güç yitirmesi ile bağlantı kurmak gerekir. Bu nedenle, aşılan sınırlar ve aşınan egemenlik kavramları bu sistemde daha da belirgin ve sorunlu hale getiriliyor. Göçmen kategorileri, uluslararası ve ulusal kurumlar tarafından düzenli/düzensiz, zorunlu/isteğe bağlı, vasıflı/vasıfsız olarak ayrıştırılmıştır.
Ancak gerçekte bu sınıflar birbirinin içine geçer. Sahada göçmenler kendilerini bir kategoriden diğerine geçerken bulur. Bir diğer deyişle, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemden kalma ve 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde yer alan bu keskin çizgiler, günümüzde o kadar geçerli değil. İç savaşlar ve çatışmalardan kaçanlar ya da etnisite, toplumsal cinsiyet ve din/mezhep yüzünden zulüm görenler zorunlu göçmen (sığınmacı, mülteci ve ülke içinde yerinden edilmişler) oldukları kadar, aynı zamanda yaşanan siyasi, sosyal ve çevresel sorunlardan dolayı kendi ülkelerinde eğitim, barınma, sağlık, insana yaraşır iş gibi temel haklardan yoksun kaldıkları için ekonomik göçmen adledilirler. Keskin ayrımlar yerine daha iç içe geçişlerin yaşandığı bir dönem bu.
MÜSEBBİBİ GÖSTERMEK
- Göçmen yoğunluğu genelinde dünya, özelinde Avrupa ülkelerinde kültür çatışmasından başlayarak faşizme davetiye çıkarır mı?
Almanya’da AFD, Fransa’da FN gibi partiler, Belçika’da ve Hollanda’da Dewinter ve Wilders gibi siyasetçiler zaten kültürlerinin yozlaşmasını sorunsallaştırarak ve bunun müsebbibi olarak göçmenleri göstererek oy toplamaya başlamışlardı. İşin kötü yanı, şimdilerde sağ merkezdeki partiler de toplumdaki rahatsızlık ve oy potansiyelinden kaynaklı daha faşist bir söyleme angaje oldular. Brexit’e giden süreçte bile ekonomik ve siyasi kriterlerin yanı sıra, bir göçmen karşıtlığı bulunmaktaydı. Huntington, Kültürler Çatışması tezini ilk ortaya attığında bunu eleştirmiştik. Ancak aradan geçen süre zarfında bu tezin kullanıldığı ve işler hale getirildiğini görüyoruz.
Avrupa Komisyonu verilerine göre, AB’de yaşayan 446.8 milyon insanın 21 milyonu AB vatandaşı olmayan bireylerden oluşuyor. 34.2 milyon insan da AB dışında doğmuş. 2018 sonuna kadar verilen oturma izinlerinin sadece yüzde 8’i sığınma talebi nedeniyle verilmiş. AB’ye sığınma taleplerinde ilk 3 sırayı Suriye (yüzde 12), Afganistan (yüzde 8.6) ve Venezüella (yüzde7) vatandaşları paylaşıyor.
Bu doğrultuda, AB içinde yaşayan AB dışında doğmuş toplulukların genel nüfusa oranı oldukça düşük: Yüzde 7.7. Türkiye’de bu oran yüzde 2.8. Sosyal uyum politikaları ve refah devletini zorlayan faktörler açısından bakıldığında, bu sayılar medyada yansıtıldığı kadar ya da aşırı sağ siyasi partilerin oy potansiyeli yapacakları kadar yüksek değil.
3.5 MİLYON SURİYELİ
- Sizin verilerinize göre Türkiye 2012’den 2020’ye (ya da 2019’a) ne kadar göç aldı? Bu göçler sırasıyla hangi ülkelerden?
Göç konusunda istatistikleri tutan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GIGM) verilerine göre, Türkiye’de 3.5 milyon Suriyeli geçici koruma altındadır. Sırasıyla Irak, Afganistan, İran, Somali, Pakistan, Filistin, Türkmenistan, Yemen ve Özbekistan uyruklu 400 bin kadar uluslararası koruma altında sığınmacı bulunmaktadır. Yine GİGM verilerine bakarak Türkiye’de özellikle 2014 sonrası (2015-2019 arasında) dik yükselen bir ivmede sayıları artan şekilde 1.2 milyon düzensiz göçmen yakalandığını görebiliyoruz. Bu düzensiz göçmenlerin büyük çoğunluğu Afganistan ve Pakistan’dan ve Suriye’den gelmektedir. Yasal açıdan düzensiz nitelendirilmekle (Türkiye’ye giriş/çıkış ya da ülkede kalış açısından) beraber, Türkiye’deki genel sığınmacı ve mülteci nüfusundan göç etme nedenleri açısından ayrıştığını sanmıyorum.
* Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi