Bir insanlık trajedisi...

Ai Weiwei filmin gösterimi öncesi ekibiyle birlikte fotoğrafçılara poz verirken her zamanki gibi selfie çekmeyi ihmal etmiyor.

Mehmet Basutçu

Akdeniz’in koyu lacivert sularında beyazımsı bir nokta... İnsansız hava aracından dik açı çekim yapan kamera yavaş yavaş iniyor o beyazlığın üzerine. Turuncu can yeleklerini giymiş kaçak sığınmacılarla tıklım tıklım dolu tekne, bir anda, son yılların en büyük insanlık trajedisi olan sığınmacı akınının tüm dehşetini simgeleyiveriyor o güzelim sular üzerinde. Çinli muhalif aktivist sanatçı Ai Weiwei’in (1957), festivalin en önemli olayı olmaya aday çarpıcı belgeseli “Human Flow” (İnsan Akımı) bu sessiz görüntülerin altına yansıyan Nâzım Hikmet’in “Yaşamak Kasideleri 1” şiirinden alınmış bir dize ile başlıyor: “İlk insanın hakkını istiyorum...”

Şiirsel bir anlatım

Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da ve Afrika’da tam 22 ülkede yaptığı çekimlerle, nedeni siyasi, ekonomik ya da iklimsel, ne olursa olsun, evlerini yurtlarını terk etmeye zorlanan insanların trajedisine, duyarlı, yer yer şiirsel bir dille tanıklık ediyor; çarpıcı kimi dehşet verici, kimi son derece estetik güzellikteki çarpıcı görüntüler eşliğinde tanıklık ediyor. Herhangi bir politik çözümlemeye soyunmadan, gerçekleri gözlemliyor; sığınmacılara ve onlara yardım eli uzatanlara söz veriyor; bu ‘istila’ karşısında şaşıran ülkelerin aldığı (İtalya, Almanya ve Türkiye’deki gibi insani ya da Makedonya, Macaristan ve ABD örneklerindeki temel insan haklarını gözardı eden korumacı nitelikli) önlemleri sakince görüntülüyor. Tavır almıyor; tanıklık ediyor. Berlin duvarı 1989’da yıkıldığında, toplam 11 ülkede bu tür ayırımcı duvar varken, bugün 70 ülkede duvarlar örüldüğü bilgisini veriyor... Bir kıtadan öbürüne, sayısal saptamalarda bulunuyor. Geleceğin endişe verici karanlığına parmak basarken, tarihsel gerçekleri de anımsatıyor.

Örneğin, bugün Lübnan’da sayıları iki milyona ulaşan sığınmacıların, ülkenin nüfusunun üçte birini oluşturduğunu; Filistinli mültecilerin ise 60 yıldır topraklarına dönemediklerini hatırlatıyor. Genelde, sığınmacıların ülkelerine geri dönebilmek için ortalama 25 yıl bekledikleri bilgisini, resmi istatistiklerden yansıtıyor. Afrika’daki hızlı nüfus artışının altını çizerek, iklim değişikliğinin gelecekte doğuracağı mülteci dalgalarına dikkat çekiyor... İki saat yirmi dakika süren filmin, bir şairden alınan dizelerle açılan her bölümü yeni bir alarm sinyali niteliğinde. Ai Weiwei, alev alev yanan petrol kuyuları örneğinde olduğu gibi, kimi zaman büyüleyici estetik görüntüler gerisindeki dehşeti tüm sıcaklığıyla yansıtmayı başarıyor. Mültecilerin yaşam koşullarına ayrıntılarıyla eğilip çözümü çok yetersiz kalan sağlık ve eğitim sorunlarının öneminin altını çizerken, geleceğe dönük acil önlemlerin alınmasında siyasi sorumluların ne kadar geç kaldıklarını saptıyor. Dünyamızın geleceğini daha yaşanabilir kılmak için, tüm insanların, ülke, dil, din, kültür ve etnik ayırım gözetmeksizin birlikte hareket etmek zorunda olduklarının altını çiziyor...

Devlet adamları izlemeli

Altın Aslan adayı “Human Flow” ödül alsın ya da almasın, Suriye savaşı, iklim değişikliği ya da sığınmacı akımı gibi önemli konularını ele alan tüm uluslararası üst düzey toplantılara katılan devlet adamlarının, karar vericilerin bu filmi izlemeleri ne iyi olurdu! Ütopik bir öneri tabii; üstelik, pek fazla bir etkisi olacağından da kuşkuluyum. Önemli olan, halkların küresel düzeyde, sivil toplum örgütleri aracılığıyla ya da sosyal medyalardan yansıtacakları bireysel tepkilerle, gelecek seçimlere odaklanan yöneticilerini uyarmaları, sorunları ciddiye almaya zorlamaları..