Bir haberlik ömür

"Yaşam dediğin ne ki? Barkın da gitti işte... Her şeyi olduğu gibi bıraktı, gitti..."

Sertaç Eş

Ankara muhabiri Sertaç Eş hayatını kaybeden arkadaşı Barkın Şık'a bir veda yazısı yazdı...

İşte o yazı

Bir haberlik ömür

Yaşam dediğin ne ki? Barkın da gitti işte... Her şeyi olduğu gibi bıraktı, gitti... Kaybettiğimizi ilk öğrendiğimde, daha önce duyduğum bir şarkının şu dizeleri geldi aklıma ilk:
“Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil, bir ölü için
Sen de, arkadaşın öldü
Ben diyeyim kardeşimdi.”
Evet, Barkın benim için işte buydu: Kardeşimdi...
Aynı fakültede okuduk, bizden 3 dönem sonraydı. Mezun olduk, ilk işimiz Cumhuriyet’in yolunu tutmak oldu. Barkın da aynısını yaptı... Muhabirliğe “geceden” başlamak en sağlamıydı, O da Cumhuriyet’te başlayıp Milliyet’in gecesine geçti.
1999 seçimleriydi, Karanfil Sokak’ta, Basın İlan Kurumu’nun önüne tüner, MHP Genel Merkezi’ndeki hareketliliği izlerdik birlikte. Seçimden sonra Bülent Ecevit hükümetinin Başbakanlık muhabirleriydik ikimiz de...
İlk manşetini hatırlarım Barkın’ın. Konusu hemofili idi. Gaziantep’te, daha çok kanı pıhtılaştıran ilaç satabilmek için, hemofili olan insanları birbibriyle evlendirip çocuk yapmalarını sağlayan “çete” tespit edilmişti. Haber ilk Barkın’a geldi. Bindi uçağa gitti, hemofili hastası insanlarla konuştu, manşet oldu gazetesinde. Sonra yürüdü gitti...
Beyaz Enerji dosyası patlayınca, Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunu yakaladım. Cumhuriyet, haberlerimi üç gün boyunca manşetten duyurmaya değer gördü. Üçüncü gün Başbakanlık koridorlarında gezerken Barkın, “Yeter artık şu rapora bir de biz bakalım” dedi. Rapordan dördüncü manşeti Barkın yazdı. Bizimki aynı zamanda “manşet kardeşliği” olmuştu... Haberlerden 20 gün sonra dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer istifa etti.
Birlikte çok olaya tanık olduk. Örneğin yazarkasa eylemine. İflas eden Mamaklı esnaf yüklenip getirdiği yazarkasayı Ecevit Başbakanlık’a girerken önüne fırlatı, oradaydık. Ecevit gibi biz de şaşırdık kaldık, Erhan Seven fotoğraf makinesinin deklanşörüne basmıştı bile...
Dövizde uygulanan sabit kur nedeniyle kriz çıktı, Başbakanlık’taki toplantılar sabah 03.00-04.00’lere kadar sürerdi... Başbakanlık’ın önünde aşağı yukarı Barkın’la volta atarken, “Noluyor bu saate kadar” dedik, kafamızı yukarı kaldırıp pencerelere baktığımızda dönemin Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp’le göz göze geldik. Demiralp hemen camdan çekilince Barkın sinirlendi:
“İnsanların hayatı mahvoldu, onlar bizi yukardan seyrediyor.”
Askere gitmeden önce Başbakanlık’a bir kız getirdi: Elçin. “Bizim yeni Başbakanlık muhabirimiz” dedi, Emanet etti, gitti.
Askerden dönünce emekli Albay Zeki Amca’nın oğlu Barkın, “Asker muhabiri” oldu. Yolumuz orada da kesişti. Şırnak’ın sırtını dayadığı Namaz Dağı’nın tepesinde 105’lik obüslerin gece atışını, Uludere’de Irak sınırından, eksi 18 derecede Kel Mehmet Dağları’nı birlikte seyrettik... Eski “terörle mücadele” yıllarında... Gabar’a gece helikopterle gittik, Van’daki Koçdağı Sınır Karakolu’nda Urfalı fırıncı askerin yaptığı ve kokusu 500 metreden gelen “tuzlu ekmekten” birlikte yedik...
YAŞ toplantılarını, muhtıraları birlikte yaşadık. Ayrı koldan çalıştık ama aynı şeyleri yazdığmız da oldu, birbirimizi atlattığımız da...
Sonra Cumhuriyet’e döndün... Ama artık gazeteleri baştan sona tarayarak okuyacak kimse yok. Önceki gün seni, Murat, Tolga, Levent, Erdem ve ben ellerimizle toprağa verdik...

Ömür dediğin “bir haberlik bir şeymiş” kardeşim, huzur içinde yat...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Ankara’ya yılın ilk karı yağdı. Barkın, “Hadi sucuk-ekmek yapalım” deyince herkesten 10’ar lira toplandı, mangal yakıldı..)