Bir gazete alıp okumak

Acı yıldönümü yine geldi. Zaman çok çabuk akıp gidiyor ama acı insanın yüreğinin bir yanında hep duruyor. Her şey sanki dün gibi... Oysa 18 yıl geçmiş.

cumhuriyet.com.tr

Sen gittikten sonra uzun yıllar hep ağladım. Acı her an içimi dağlıyordu. Son birkaç yıldır artık ağlamıyorum, sevgilim. Daha az acı duyduğum için değil, acımla yaşamayı öğrendim artık. Çalışıyorum, tiyatro, fotoğraf...

Yaz aylarında ise birlikte hayalini kurduğumuz uzun yolculuklara tek başıma çıkıyorum. Bazen umulmadık bir zamanda, nedenini bilmediğim bir anda birden boğulur gibi bir ağlama boğazımda düğümleniyor, hıçkırıyorum...

Önemli bir olay karşısında “Bunu hemen Onat’a söylesem, Onat ne der acaba” duygum hiç geçmedi.

Son günlerde seninle ilgili bir anı hiç aklımdan çıkmıyor. Ünlü İspanyol yönetmen Buñuel’in otobiyografisini okuyordum. Kitapta ilgimi çeken birçok yeri akşam seninle paylaşmak istiyordum.

Lorca ile ilgili ya da Dali ile veya karısı Gala ile ilgili bir şeyi anlatmaya başladığımda sen ezbere bildiğin o olayları tamamlıyordun. Oysa sen kitabı okuyalı çok zaman olmuştu herhalde. Çok sevdiğin Buñuel’in yazdığı her şey belleğinde taptaze duruyordu.

Yine bir başka gün sana kitabın son sayfasından bir bölüm okudum. Artık yaşlanan Buñuel ister istemez ölümünü düşünüyor. Son soluğumun yaklaştığı şu yıllar, diye başlayıp devam ediyor:

“Bir üzüntüm var: Neler olup bittiğini artık bilememek! Sürekli değişen bir dünyadan koparılıp alınmak! Sanki bir dizinin orta yerinden koparılıp alınır gibi. Bir itirafım olacak: Kitle iletişim araçlarına duyduğum nefrete rağmen, her on yılda bir ölüler dünyasından uyanabilmeyi, bir gazete bayiine kadar yürüyebilmeyi ve bir-iki gazete almayı isterdim. Başka bir şey dilemezdim. Kolumun altında gazetelerim, soluk benzimle, duvarların dibinden usulca geçer, mezarlığa dönerdim. Yeniden uykuya dalmadan önce, dünyadaki felaket haberlerini okur, sonra da mutlu bir şekilde, güven verici sığınağımda yeniden uykuya dalardım.”

Sigarandan şöyle bir nefes çektin, pencereden dışarı sonsuzluğa bakar gibi, biraz da yüzünde muzip bir ifadeyle bana, “Filiz, biliyor musun ben de öldükten sonra dünyada neler olup bittiğini bilmeyi çok isterdim. Aynı Buñuel’in yazdığı gibi mezarımdan çıkıp birkaç gazete alıp okumak, dünyada neler olup bittiğini öğrenmek” dedin. Senin her şeye olan merakını ben de iyi bildiğim için ikimiz birlikte kahkahalarla gülmüştük. İnsan, sanki olmayacak bir şeymiş gibi nasıl ölümden bahsedip gülebiliyor, şaşıyorum. Mutluyken, birlikteyken ölüm öyle uzak ki...

Son zamanlarda aklıma sık sık o kitabın son sayfası ve senin söylediklerin geliyor. Eğer böyle bir imkânın olsaydı ne gazeteler ne de yazdıkları hiç hoşuna gitmeyecekti. Bütün dünyada felaketler üst üste geliyor. Güzel ülkemizde de olağanüstü değişiklikler oldu, hemen hemen her alanda. Son olarak değiştirilen eğitim sistemiyle artık karanlıklara doğru hızla gömülüyoruz. Gazeteci dostlarının çoğu yazdıkları yazılardan dolayı ya işten atıldı ya da Silivri’de çile dolduruyor. Birçok değerli asker, emekli general aynı nedenlerle hapislerde. Suçları neredeyse 4 yıldır bir türlü belirlenemedi.

Ama hepimiz biliyoruz ki, suçları Atatürk ilkelerinden yana olmak. Günümüzde asker, yıllar önce darbe yapanlarla aynı kefeye konuluyor artık.

Hepsinin aileleri perişan durumda. Faili meçhuller konusunda ise bir adım bile ilerleme yok. Bütün ailelerin içi yanmaya devam ediyor.

Sivas’ı ise hiç sorma. Bir kültür hizmeti veren iki ödenekli tiyatromuz yok edilmek üzere. Kitaplar sakıncalı bulunup yasaklanabiliyor. Böyle daha bir çok şey yazabilirim, sonu yok.

Bir iki gazetenin dışında gazeteler sadece havadan sudan bahsedebiliyor artık. Doğruları, gerçekleri yazabilen bir iki gazetede yazılanlar ise yukarıda benim yazdıklarım gibi hiç de iç açıcı değil...

Son zamanlarda aklımdan hep bunlar geçiyor işte...