Bir evliliğin portresi: İki Aşığın Ölümü

Yönetmen Robert Machoian, daha açılış sekansından ismini açıklamaya giriştiği İki Aşığın Ölümü filmiyle hikayesine cüretkâr bir başlangıç yapıyor.

Başak Bıçak

Anton Çehov’un meşhur silahı malumunuz… Bir sahnede silah varsa, mutlaka patlamalıdır; patlamayacaksa o sahneye silah hiç yerleştirilmemelidir… Yönetmen Robert Machoian, daha açılış sekansından ismini açıklamaya giriştiği İki Aşığın Ölümü (The Killing of Two Lovers) filmiyle hikayesine cüretkâr bir başlangıç yapıyor ve seyircisinin dikkatini bir anda tek bir soruya odaklayarak onun zihnine girmeyi başarıyor: Silah ne zaman patlayacak?

İşte bu soru, kurbanlarla birlikte izleyicisini de silahın namlusuyla karşı karşıya bırakan Machoian’ın öyküsünün gerilim temelinin ayaklarını inşa ederken, kendine ait ilk filmini yazan ve yöneten bir yönetmenin hikâye kurma konusundaki kabiliyetinin de emaresi oluyor. Girizgahta, David’in (Clayne Crawford) yüzünde yakın planda gördüğümüz duygu karmaşasının hemen ardından, aslında onun uyuyan iki kişinin üzerine silah doğrultan bir adam olduğunu fark ediyoruz ve bu rahatsız edici sekans, filmin bütününe sirayet edecek duygunun da açıklayıcısı oluyor.

Yönetmen açılışın hemen ardından hikayesinin boşluklarını doldurmaya giriştiğinde, az önce izlediğimiz David’e, nam-ı diğer bakış açısı karakterimize ilişkin sorularımız da yanıt buluyor. Utah’ta, küçük bir kasabada yaşayan dört çocuklu bir çift olan David ile Nikki (Sepideh Moafi), bir süreliğine ayrılık kararı alıyorlar ve bu süreçte birbirlerinin başkalarıyla görüşmesini kabul ediyorlar. Nikki başarılı bir avukat, David ise bir yandan hayatını bir şeyleri tamir ederek kazanırken, diğer yandan da çöken evliliğini kurtarmaya çalışan başarısız bir müzisyen. Ve aralarındaki bu fark, filmin çatışma duygusunu besleyecek ve öznemizi dönüştürecek temel etken olarak karşımıza çıkıyor. 

Hikâye genişledikçe David’in bakışında ve zihninde bir yolculuğa evrilen filmin Nikki’ye olan mesafesi, onun verdiği kararları anlamamızı zorlaştırırken; öfke, kıskançlık, kaybetme korkusu gibi duygularla giderek hem bir “canavara” hem de bir “kaybedene” dönüşmeye başlayan David’le tuhaf bir bağ kurmamıza da olanak tanıyor. Olayları ve sahneleri mütemadiyen onun gözünden izlediğimiz David’in dışlanmışlığı ve huzursuzluğu filmin plan tercihlerinin de belirleyicisi oluyor. Sözgelimi arabanın içinden evi izlediğimiz sekanslar, ailesinin olduğu eve hiç giremeyen David’in giderek yükselen öfkesinin ve çaresizliğinin bir göstergesi olarak okunabilir. 

Açılış sahnesinden itibaren filmi bütünleyen gergin notalar, hikâye boyunca David’le birlikte ensemizde dolaşırken; görüntü yönetmeni Oscar Ignacio Jiménez’in son dönemde sıkça karşılaştığımız 4:3 kadraj seçimi, David’in sıkışmışlık duygusuyla paralel seyrediyor. Çorak arazilerle çevrili kasaba estetiğini yansıtan soluk renk paleti filmin atmosferini ve pek tabii içinde bulundukları coğrafyayla uyumlu bir biçimde çoraklaşan bir evliliğin de izlerini taşıyor. 

İki Aşığın Ölümü’nün yumuşak karnı ise çatışma sahneleri arasında geçen sürenin öykünün en büyük kozu olan tansiyonu düşürmesinde gizli… Bu tercih, aslında filmin söz konusu planlarda öne çıkarmak istediği dingin ve duru sinema diliyle örtüşüyor fakat bazı anlarda gerilim tonuna zarar verdiğini de söylemek gerek. Toksik ilişkiler ve kayıp bireyler sarmalında etkileyici bir evlilik draması olan bu film, bilhassa final ironisiyle ve Clayne Crawford’un göz kamaştırıcı performansıyla seyircisinin takdirini kazanacaktır.