Bir de gerçek var...

Sabah kalktığımda etrafı öyle yoğun bir sis basmıştı ki Atlantik Okyanusu’nun varlığını ancak sahile vuran dalgaların kırılma sesinden hatırlayabildim. Mevsim normallerinin üzerinde seyreden bir günün ardından görülen yoğun sis, bu coğrafya için hiç de alışılmadık bir meteorolojik durum değil.

Elif Günsel

Okyanusun ısınan kara ile buluştuğu sahil şeridi boyunca mikroklima alanı oluşur. İlginçtir, sahilden üç yüz metre içeriye yürüdüğünüzde ise süt kıvamındaki sis yerini masmavi gökyüzüne bırakır. Günün ilk saatlerinde, Big Bay sahilinin iki tarafına özenle yerleştirilmiş gibi duran kaya döküntüleri gelgit baskınına uğradığından birer adacık haline gelmiş.

Suların yükseldiği zaman diliminde, sahilde yürüyenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Yürümek için ısrar edenler de daracık kıyı şeridinde, gelgitin yuvarladığı taşlara takılmadan ilerlemeye çabalar.

Tıpkı yoğun sis gibi, yılın bu zamanında sardalya sürülerinin peşinden Saldanha Körfezi’ne doğru yüzen onlarca yunus görmek de olağandır. Bir rivayete göre; eğer denizde yunus varsa, köpekbalığı yoktur. Şimdilerde ise koronavirüs kaygılarıyla kıyılar boş...

WAKE RİTÜELİ...

Cape Town’a sonbahar geliyor. Günler fark edilir şekilde kısaldı, artık ısıtmayan güneş Robben Adası’nın arkasından batıyor. Ağaçlar canlılığını yitirmeye başladı, sonbaharın simgesi Candelabra çiçekleri boy verdi. Geçenlerde “Wake” ritüeline katıldım...

Güney Afrika’da sörfçülerin ve cankurtaranların yaşamlarını yitirmeleri sonrasında deniz üstünde düzenlenen anma ritüeline verilen isim “Wake”. (Kesin olarak bilinmese de Hawaii’den dünyaya yayılan bir ritüel.) Arkadaşımın anma törenine giderken aklımdan geçen düşünceleri durdurmam mümkün değil.

Kendisi ile en son doğum gününde haberleşmişim. Gönderdiğim mesajı yeniden okudum. Sağlık, mutluluk, şans ve başarı dilemişim. Ne kadar sıradan görünen dilekler değil mi... Big Bay’in hemen yanındaki düzenli kırılan dalgaları ile ünlü Karmers bölgesinde toplandık. Sörf tahtalarımız elimizde henüz dağılmamış sisin içine doğru yürüdük. Bel hizasına gelince sörf tahtalarımızın üstüne uzanıp, dalgaların kırıldığı çizginin ilerisine doğru kulaç atmaya başladık.

Okyanusun sakinlediği bölgede el ele tutuşarak daire oluşturduk. Aile üyelerinden bazıları dairenin ortasına geçti ve hazır hissettiklerinde külleri sessizce okyanus yüzeyine döktü. Küller suyun üzerinde bir süre asılı kaldıktan sonra akıntı eşliğinde yavaş yavaş dağılmaya başladı. Yanımızda getirdiğimiz sarı gülleri körfeze bırakırken suyun el parmaklarımın arasından dingince aktığını hissettim. Wake ritüellerine katılanların inancına göre, bu dünyadan göçen kişi törene katılan arkadaşlarına son defa varlığını hissettirebilmek için bir sinyal gönderirmiş.

Kimi zaman dairenin altından geçen yunus sürüsü veya oyuncu bir fok balığı görülür, kimi zaman da ansızın deniz yüzeyinde beliren dalga veya ürpertici bir rüzgâr hissedilirmiş. Ritüel tamamlandığında ufuktaki Robben Adası’nın yassı gölgesi seçilir hale gelmişti...

VİRÜS TEHDİDİ ARTIYOR

Anma töreninin ardından şehrin merkezine doğru yola çıktık. Önümüzde heybetli Masa Dağı, sağımızda Atlantik Okyanusu. Sessizdik... Kendimizi hayat karşısında aciz ve kırılgan hissediyorduk belli ki. Sonra konu döndü dolaştı koranovirüse geldi.

Doktor arkadaşım Annalene, “Virüsün etkileri şu anda kuzey yarımküre ülkelerinde çok daha fazla hissediliyor. Virüs, kışa hazırlık yapan Güney Afrika’da endişeleri artırıyor. Özellikle bağışıklık sistemi düşük olan AIDS ve tüberküloz hastalarının birçoğu teneke evlerden oluşan ‘township’ bölgelerinde hijyeni yetersiz ortamlarda yaşıyor. Kontrol altına alınamayan bir salgın, bu tip hastalar için ölümcül olabilir” dedi.

Bir başka arkadaşım da, “Bu kıta onlarca yıldır sıtma, HIV, kolera ve Ebola virüsü ile savaştı. Yeteri kadar desteklenmemiş sağlık sistemimize rağmen, biz bu salgının üstesinden gelebilecek bilgi birikimine sahibiz’’ görüşünü savundu. Sessizce kırmızı ışığın yeşile dönmesini beklerken hepimizin gözü arabaya doğru yaklaşan evsiz adamın taşıdığı pankarta takıldı. Bir süre sonra sanki sözbirliği etmişçesine gülmeye başladık. Bir kenarında uzay mekiği ve Marslı resmi çizilmiş pankartta, “Karım uzaylılar tarafından kaçırıldı. Onu geri almak için uzay mekiğine ihtiyacım var. Bu yüzden Elon Musk’a (Güney Afrika doğumlu mucit) yüklü ödeme yapmam gerekiyor. Yardımınıza ihtiyacımız var” yazıyordu. Kasvetli havamız bir anda sokaktaki mizahla dağılıverdi. Pankarttaki yaratıcılığı takdir etmemek olmazdı. Evsizin karısına kavuşması için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirdik elbette. Malili sufi bilge Tierno Bokar, “Senin gerçeğin var, benim gerçeğim var, bir de Gerçek var’’ der.

Gerçekte “hayat” koranavirüse rağmen devam ediyor. Hayatta kalma isteği galip geliyor, gelmeli de... İnsanoğlu dirençli, metanetli ve kabiliyetli. Karantina günleri; bedenimizle, ailemizle, milletimizle, vatanımızla, gezegenimizle ve belki de en önemlisi kendimizle olan ilişkimizi gözden geçirmenin fırsatını sunuyor bizlere... Fırsatı kaçırmayalım. Sağlıkla kalın.

elifgunsel@yahoo.com