Bir çeşit 'arabulucu'

'Görmediğimiz ya da bize gösterilmeyen kültürel grupların yaşayışlarını öğrenerek kendi hayatıma çok şey katabildim. Onları sizlere de görünür kılarak, sizin de kendi hayatınıza başka bir gözle bakmanızı istiyorum. Bir çeşit aktarıcı, arabulucu gibi belki de.'

cumhuriyet.com.tr

Köken Ergun şu sıralar Berlin’de Almanya’daki Türk/Kürt cemiyetinin düğün törenleri üzerine doktora tezini yazıyor, bir yandan İrlanda’nın Sligo kentinde Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nden esinlenerek yapılan bir grup sergisi için enstalasyon hazırlıyor. Üzerinde çalışmaya başladığı yeni proje ise “Türkçe Olimpiyatları”.

Şimdiye kadar yaptıklarını birazdan onun ağzından dinleyeceğiz, ama öncesinde şunu hatırlatmak gerek: Yeni çalışması “Aşura”, Berlin Film Festivali’nin kısa metraj yarışmasında DAAD (Alman Akademik Değişim Servisi) ödülünü kazandı. Onun için en büyük ödül ise seyircide merak uyandırmayı sağlayabilmek. Tıpkı Berlin’de dinle ilgili her şeyi kötü görmeye alışık olduklarını söyleyen iki seyircinin filmi izledikten sonra allak bullak olup Caferileri tanımak istemesi gibi.

İstanbul’daki Caferilerin Kerbela faciasını canlandırdıkları Aşura töreninin provalarını aktardığı filmi üzerine konuşurken Hz. Ali’nin “İnsan bilmediğinin düşmanıdır” sözünü hatırlatıyor Ergun. İşleriyle öğretilenleri sorguluyor, bilmediğimiz ya da ötekileştirdiğimiz farklı toplumsal sınıf ve gruplara, alt kimliklere içerden bakarak bir çeşit “arabuluculuk” rolü üstleniyor.

- Özgeçmişiniz oyunculuk eğitiminden antik Yunan edebiyatına, oradan sanat tarihine uzanıyor. Yeşim Ustaoğlu, Robert Wilson, Vasıf Kortun beraber çalıştığınız, farklı alanlardan isimler. Son yıllarda ise video ve performans işleri yapıyorsunuz. Tüm bu geçmiş, güncel sanata yönelmenizde bilinçli bir yol muydu?

Olgunlaşmanın yolu tecrübeden geçiyor. Konservatuvardaki hocalarımdan rahmetli Güngör Dilmen “Çok enerjin var, bu güzel, ama fazla maymun iştahlısın, hepsinden yapmak istiyorsun” derdi. Belki de, kendimi bir nebze de olsa bulmam için bütün o tecrübeleri geçirmem gerekiyormuş. Ayrıca kendine bir yol çizmekten ziyade, şeylerin tabiatına inanırım. Bireyin o tabiatı değiştirme gücünden pek de emin değilim. Melezlik tabiatımda varmış ki, sonunda kendimi en rahat hissettiğim alan yine melez bir alan oldu: Güncel sanat ile akademi arası bir pozisyon.

- İşlerinize bakınca daha çok kültürel kimlikler ve o kimliklerin değişimi, dönüşümü, deformasyonu üzerine kafa yorduğunuz söylenebilir. Bu anlamda tören ve seremoniler de sizin için önemli bir alan...

Nedense bireyin kendini ifade edişinden çok, grupların kendilerini nasıl temsil ettikleri ile ilgilendim. Bunu da en iyi törenler ve ritüellerde görüyoruz. İlk önceleri Türkiye’de devlet kontrolünde yapılan ulusal bayram törenleri ile ilgilenmiştim: “Ben Askerim” (2004) 19 Mayıs törenlerini, “Bayrak” (2005) 23 Nisan törenlerini konu aldı. Sonra Berlin’deki Türk/Kürt cemiyetinin düğün törenleri ile ilgili “Wedding” (2006-8) işini yaptım. Ardından “Binibining Promised Land” (2009-10) geldi. İsrail’de çalışan Filipinli hastabakıcı kadınların kendi aralarında düzenledikleri güzellik yarışmalarını konu alıyordu. Dini bir ritüeli konu etmeyi hep istiyordum. “Aşura” da aklımın bir köşesinde vardı. Nihayet gidip görmeye karar vermem inanç sistemleri ile ilgili belli bir olgunluğa erişmiş olduğum zamana denk gelir.
 

- Caferilerle ilişkiye nasıl girdiniz, onların Aşura ritüellerini filme çekmenize yol açan ne oldu?

Zeynebiye Mahallesi’ndeki Aşura’yı ilk olarak 2009 yılının Muharrem ayında gözlemlemiştim. Özellikle antik Yunan tiyatrosu ile benzerliklerine vurulmuş, İran’daki taziyelerden çok farklı olduklarını fark etmiştim. Ertesi gün onları arayıp tanışmak istediğimi söyledim. Buyur ettiler. Daha sonra defalarca dost muhabbetleri edeceğimiz Zeynebiye’nin meşhur çay ocağında buluşup saatlerce konuştuk, bir sonraki Aşura’yı provalarından itibaren seyretmem için davet ettiler. Provalar camide yapılıyordu. Camideki o sıcak ortam hayatımın en kayda değer tecrübelerindendir. Hani şu aydınlanmanın bir türlü kavrayamadığı ‘kolektif bilinç’in farkına orada iyice varmıştım.

- “Normal”i sorgulamak belki de yaptığınız. Bir toplumsal azınlığın, cemiyetin ortak değerlerinden yola çıkarak hayatlarından bir kesit sergilemek…

Görmediğimiz ya da bize gösterilmeyen kültürel grupların yaşayışlarını öğrenerek hayatıma çok şey katabildim. Onları sizlere de görünür kılarak, sizin de kendi hayatınıza başka bir gözle bakmanızı istiyorum. Bir çeşit aktarıcı, arabulucu gibi belki de. Caferilerin bana Hz. Ali’den aktardıkları bir söz var: “İnsan bilmediğinin düşmanıdır”. Bilmediğimiz sürece ötekileştiriyoruz, ötekileştirdiğimiz sürece de uzaklaşıyoruz. Benim amacım yakınlaşmayı kolaylaştırmak. Ülkemizde bize gösterilmeyen gani gani alt kimlik var. Onları görelim artık.