Bir casusumuz eksikti...

Bunca şeyden sonra anladım ki bu dünyada rahata ermek mümkün değil! Biri bitse öteki sıraya giriyor: Baksanıza, salgınla uğraşırken, Kanada’da başımıza casus belası da çıkmış.

Mahmut Şenol - Kanada (Alberta)

Meğer şu iki günlük dünyada, aman göç edelim de buralardan gidelim diye yaşanacak ülkeler arasında gözde olduğundan birinci tercih sırasındaki Kanada’yı bile casuslar basmış; haberimiz yoktu. Kısa süre önce, CSIS kısa adıyla bildiğimiz Kanada Güvenlik İstihbarat Servisi’nin başkanı David Vigneault resmen açıkladı: Ülkede, özellikle Rusya ve Çin’in casusluk faaliyetleri bir önceki yıla göre yüzde 62 artış göstermiş. Bu istatistiği neye göre veriyor, bilemiyoruz. Demek, Kanada’ya gelen casusların, ajanların faaliyetlerini izliyorlar ki bu rakamı verebiliyorlar. İzleniyorsa, bunlar niye derdest edilmiyor, burası da bilinmez şey! 

Soğuk Savaş’tan sonra ilk

Vigneault’un Kanada Parlamentosu Araştırma Komisyonu’na verdiği rapora bakılırsa, Soğuk Savaş’tan bu yana ülkede bu derece casus görülmüş değildir. Raporda, salgın yüzünden zayıflayan devlet hizmetlerindeki açığı kollayan casuslara dikkat çekiyor. Parlamento komisyon başkanlığını yapan David McGuinty de açıklamayı onaylayıp, “Son altı ayda ajanların faaliyetleri iki misli artış gösterdi” deyince artık her tarafımızın casuslarla sarılı olduğuna iyice inandık.  İnternet sistemlerine yönelik siber ataklar, bankacılık-para piyasalarına yönelik saldırıları örgütleyenlerin de bu casuslar, bilhassa Çin ajanları olacağını belirten istihbarat şefine göre askeri ve devlet sırlarının güvenliğinden artık kuşku duyulmalıydı. Rus ve Çin casuslarının yanı sıra terör gruplarını destekleyen öteki ülkelerin ajanları da hani az değildi; onlara da dikkat kesilmeliydik. Son 5 yılda bu tür terörizm yapmaya teşne olanların sayısı 3 misli artmış bulunuyordu. Neo-Nazi ve aşırı sağcı grupların terörizm hazırlıkları da gizli kapaklı aksataların içindeydi, çevremizdeki gizli düşman Covid virüsünün yanına bunları da koyduk; iyice huzurumuz kaçtı. 

Bu gelişmeler üzerine, basında türlü yorumlar hemen görülmeye başlandı. Mesela, Diane Francis, Başbakan Justin Trudeau’ya, The National Post gazetesindeki köşesinde şöyle yazıyordu: “Çin bizim 1 numaralı düşmanımız, Başbakan bunu ne zaman anlayacak?” Başbakan kös dinliyor olmalı ki tam da o sıralarda, Çin ordusunun üst düzey subaylarını Kanada’nın kuzey kutbu-arktik bölgesine davet edip, onlara eksi 40 derecede savaş tatbikatı verilmesine onay gösteriyordu.

Borca karşılık toprak!..

Çin-Kanada arasındaki kabahatlerin sicil defteri çok kabarıktır, hangi birinden bahsetmeli! Ayrıca zaman zaman Çin denizaltılarının Kanada’nın Pasifik kıyılarında görüldüğü söylentisi bile var. Benim pek inanasım gelmiyor... Havaların halen sıfır derecelerde sürdüğü şu günlerde, arka bahçelerimizi yaza hazırlamaya kalkıştığımız zaman tahta perdelerin ardından selamlaşıp ayaküstü sohbet ettiğim komşum, Liverpool’dan 50 yıl evvel buraya göç etmiş İngiliz Mr. Harold bütün bunlara bir bildiği var gibi gülüyor. 1942’de, II. Dünya Savaşı’nda, Kanada’daki binden fazla Japon asıllı yurttaşın bunlar casusluk bile yapar diyerek toplama kamplarına gönderildiğini hatırlatıyor. Tarihte benzerlik kurmaya dayanırsak, iş fena, o zaman şimdiki 4 milyon Çinli göçmeni de toplama kampına mı alacaklar? Yok canım diyorum, öyle şey olmaz! 

Harold ısrarcı, karısı Mrs. Thelma duymasın diye sesini alçaltıp söylüyor: “Çin göçmenleri yüzünden bir gün Çin, Kanada’dan toprak bile talep edecek, bak görürsün!” Bu kadar komplo teorisi de fazla; hiç öyle şey olur mu, diye karşılık veriyorum. Fakat yine de düşündüm; olmaz olmaz dememeli: 2011’de Tacikistan borcu karşılığında Çin’e, sınır bölgesinden 1200 km2’lik toprağını alacağa saydırıp teslim etmişti.

Mr. Harold bu afaki lakırdıların ardından dişe dokunur bir şey söyledi: “Romanı yazılmayan, sinema filmi çekilmeyen casusluk mu olurmuş! Öyle 007 James Bond gibi hikâyeleri olmayan casusluktan ne anlarım ben?” Komşumu yerden göğe haklı buldum, hakikaten ne zamandır şöyle ağız tadıyla okunacak casusluk romanı bile ortada yok artık. John Le Carré’nin “Soğuktan Gelen Casus” romanı; sonra bu eserden yapılmış, Richard Burton’un başrolü oynadığı, Türkçe afişine ise Utanç Duvarında Casusluk yazılan İngiliz yapımı filmi hatırladım da böyle şeylerin casusu olsun, gelsin mahallemizde dursun diyeceğim geldi. Şimdiki casuslar herhalde bundan böyle, TikTok, Instagram gibi şeylerden takip edilebilecek; yazık ki romanı bile yazılamayacak. Ben casus olsam, romanım da yazılsın diye baştan şart koşardım.

Böyle deyince, Mr. Harold birden ciddileşti, tabii neden olmasın, ben de Türk casusu olabilirdim. Arapça kökenli olup, aslında bir şeyi keşfetmek için elle yoklayan anlamındaki casus kelimesi bana uygun değil, burada neyin casusluğunu yapacağımı da bilemedim. Gerçi casus dediğin gözetlenecek bir şey kendisine bulmalı, icat etmelidir. Roman yazarı olduğum için herhalde benden gelen sızdırılmış bilgilere de güvenmezlerdi.  

Aklıma Graham Greene’in “Havana’daki Adamımız” başlıklı romanındaki, 1950’lerde, Küba’dan dünya casusluk teşkilatlarını yalan yanlış şeyler yazarak oyalayıp kandıran Mr. Wormold geldi. Ne yalan söylemeli, saklayacak değilim ya! Az önceki Mr. Harold’un sorgulayan bakışlarından türlü anlamlar çıkardım. Bu casusluk işleri zaten hep böyledir, selam verdiğinden şüpheleneceksin.

senolasenola@gmail.com