Bir bulutun izinde
Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi, “Fotoğrafın Türlü Halleri – Murat Germen: Kesit Retrospektif” isimli sergiyi sanatseverlerle buluşturuyor.
Emrah KolukısaMurat Germen’in Bulutlar sergisindeki bir fotoğrafı Saban Müzesi Müdürü Nazan Ölçer’in görmesiyle başlamış her şey. Mardin göğündeki bir bulutmuş fotoğraftaki ve Nazan hanımın aklına da Murat Germen ile Mardin’de bir sergi açmak fikri oluşmuş hemen. Biz de bu retrospektif nitelikli serginin açılışı için Mardin’e gittik ve hem sergiyi hem de kenti gezdik, iki gün boyunca.
‘Fotoğrafın Türlü Halleri’
Mardin’deki açılışta konuşan Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Dr. Dilek Sabancı, “Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi ile modern ve çağdaş bir sanat platformu oluşturmayı hedeflemiştik. Bu kapsamda açılışımızdan bu yana pek çok sergiye ev sahipliği yaptık. Sanatın farklı dallarına eserleriyle katkıda bulunan isimleri Mardin’de buluşturduk. Analog ve dijitalden beslenen Murat Germen, mimari bakış açısını ve teknolojinin sunduğu imkânları fotoğraf sanatıyla birleştiriyor. ‘Fotoğrafın Türlü Halleri’ sergisi sanatçının tüm yolculuğunu geniş bir seçkiyle sanatseverlerle buluşturuyor. Mardinliler başta olmak üzere tüm sanatseverlerin sergiyi keyifle gezeceklerine inanıyorum. Murat Germen’i Dilek Sabancı Sanat Galerisi’nde ağırlamaktan memnuniyet duyuyoruz” dedi.
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer ise yaptığı konuşmada şu ifadelere yer verdi: “Bugün Murat Germen’i yabancısı olmadığı bu benzersiz şehirde, Müzemizde, Dilek Sabancı Sanat Galerisi’nde ağırlamaktan, sanatçı olmanın ötesinde onu, bilgi ve birikimini daima gençlerle paylaşan akademisyen kimliği ile bu kentin sanat seven, sanat üreten çevreleri ile buluşturmaktan dolayı mutluyuz.”
Sanatında aşırı kentleşmenin etkileri, yerel kültürlerin belgesel sürdürülebilirliği, insanın doğada neden olduğu tahribat gibi temalara odaklanan Germen’in 52 eseri 31 Mart 2019’a kadar Sakıp Sabancı Kent Müzesi, Dilek Sabancı Sanat Galerisi’nde ziyaret edilebilecek.
Son dönemlerdeki çalışmalarında fotoğrafın iki boyutlu aktarım olanaklarını çeşitlendirme ve boyutlandırma yoluna giden Murat Germen, sanatta tesadüflerle ortaya çıkan beklenmedik sonuçların ayrı bir yeri olduğunu düşünüyor. “Fotoğrafın Türlü Halleri – Murat Germen: Kesit Retrospektif” sergisi sanatçının bu düşüncesinin yansıdığı ve hem spontane hem de kontrollü efektler kullanarak ortaya çıkardığı ilk dönem çalışmalarını da içeriyor.
Şimdiye kadar eserleri ABD, İtalya, İngiltere, Almanya ve Avustralya’nın da aralarında bulunduğu birçok ülkede, 80’in üzerinde kişisel/karma sergide yer alan Germen, Mardin’de gerçekleşecek ilk sergisiyle ilgili şunları söyledi: “Türkiye’nin kültür-sanat ortamında İstanbul’un ürettikleri ve tükettikleri ne yazık ki lüzumundan fazla bir yer tutuyor. İstanbul’un en büyük kent olması dolayısı ile merkezde konumlanması şüphesiz ki olağan bir durum; bununla birlikte, bu egemenliğin kırılması gerektiğini ve sanatın teorisi ile pratiğini bir arada yoğuran birleştirici nitelikteki etkinliklerin çok daha sıklıkla İstanbul dışına çıkması gerektiğini düşünüyorum. Değerli Sabancı Ailesi, Sabancı Vakfı, Sakıp Sabancı Müzesi ve değerli yöneticisi Nazan Ölçer’e bana bu fırsatı verdikleri ve Mardin halkı ile kültürel işbirliği yapabilmeme zemin sağladıkları için içten teşekkürü borç bilirim.”
Bir Süryani köyünde...
Mardin merkeze bağlı Kabala’dan Yeşilli’ye doğru giderken yol kenarındaki tankerler çarpıyor insanın gözüne. Onlarca, belki yüzlerce tanker... Bu boş ve terk edilmiş tankerlerin ilginç bir öyküsü var. Diyor ki rehberimiz, Körfez Savaşı’ndan önceki yıllarda bölgenin en önemli geçim yollarından biri sınırdan akaryakıt ticareti yapmakmış. Öyle ki herkes varını yoğunu akaryakıt tankerlerine yatırmaya başlamış. Çok da kârlı bir yatırımmış bu, zira bir haftalık bir gelgit sonucu bir tankerin parasını rahatlıkla çıkarabiliyormuş tanker sahipleri. Ne var ki Körfez Savaşı’nın ardından akaryakıt ticaretine yasak getirilmiş ve bu iş adeta ölmüş. Onun içindir ki ellerindeki atıl duran tankerleri böyle yolun kenarlarına atmış insanlar. Boş tankerler, onlarca, yüzlerce...
Kıllıt’ta bir kilise
Yaklaşık 45 dakikalık bir otobüs yolculuğu sonrası Savur’a bağlı Kıllıt köyüne varıyoruz. Köyün hemen girişinde çığlık çığlığa yavru köpekler karşılıyor bizi. Daha nerede olduğumuzu bile anlamadan yanlarına koşuyoruz, dört tane daha gözleri bile doğru dürüst açılmamış, birbirlerine sarılmış vaziyette bebe... Bir yerlerden su bulup yetiştiriyoruz ve aklımız onlarda, yürümeye başlıyoruz, köyün içlerine doğru.
Burası, yani Kıllıt (ya da Qelıt), eski bir Süryani köyü. Büyük ölçüde terk edilmiş, yapıların bir çoğu harap. Bugün köyde sadece birkaç Süryani aile ile birkaç Müslüman aile yaşıyor. Üç tane de kilise var, biri Süryani, biri Katolik, biri de Protestan. Sıcak güneşin altında biraz yürüdükten sonra Süryani kilisesinin içine giriyoruz; Mor Yuhanun Kilisesi burası. Kilise bahçesinde bazıları olağanüstü güzellikteki mezarlardan oluşan küçük bir mezarlık var. “Küçük ama” diyor rehberimiz, “binlerce kişi yatıyor burada”. 2006’da bir restorasyon geçiren kilisede hâlâ ara sıra ayinler düzenleniyor. Kilisenin çatısına çıkmadan önce karanlık bir kapı aralığından sarkan kalın ipe asılıp kilisenin çanını da çalıyoruz, bir hevesi daha doyururcasına...
Çatıya çıkınca bir anda köy tüm güzelliği, tarihi ve tabii haraplığıyla beliriveriyor önümüzde. Sokaklarında yürürken bu kadar net fark etmemiştik doğrusu, sükûnetli bir haşmeti var Kıllıt’ın. Herkes sırayla kilisenin çan kulesini ve köyü kendine fon alarak fotoğraf çektiriyor ve dört bir yana doğru uzanan coğrafyayı inceliyor. kara keçilerden bir sürü geçiyor az öteden, tepemizden kuşlar uçuyor yüksekten. Büyüleniyoruz ve o efsunlu halimizle aynı sokaklardan geri yürüyüp otobüsümüze giriyoruz.
Otobüste bir sürpriz bekliyor bizi. Bir değil de daha doğrusu dört sürpriz! Köyün girişindeki yavru köpekleri bir koliye koyup otobüse almış rehberimiz. Ne olacak, ne yaparız diye her kafadan bir ses yükselirken, öğreniyoruz ki asıl sahiplerinden çalınıp buralara getirilmiş bu bebeleri gittiğimiz Perili Bahçe’ye gelip alacaklarmış. Bir nebze rahatlayıp, yola koyuluyoruz, Mardin’de bir gece önce muhteşem yemekleriyle karnımızı doyurduğumuz Cercis Murat Konağı’nın işletmecisi Ebru hanımın bizi beklediği Perili Bahçe denen yere doğru.
Mardin deyince hani gözünüzün önüne sarı sıcak, kurak toprak bir coğrafya gelir ya. O kadar da değilmiş meğer. Savur civarı bir hayli yeşil, bir hayli de sulak. Yemek için geldiğimiz Perili Bahçe, benzerlerini İstanbul yakınlarında ya da Karadeniz’de bulabileceğiniz, dere kenarına kurulmuş, ağaçların gölgelediği cennet köşelerine benziyor tıpkı. Burada yaklaşık 2 saatlik bir dinlenmenin ve yöresel lezzetlerle doyurulan bir iştahın ardından yeniden gerçek hayatımız, İstanbul’a dönmek üzere yola çıkıyoruz, aklımız her daim Mardin’de Savur’da, Kıllıt’ta kalarak.