Bir bellek kapısı: Gül Palas
Tarihi cezaevine bitişik duvarlarıyla, içi hâlâ ilk günkü gibi bir otel burası... Otelin sahibi Sami Gül, 1969'da devraldığı otelde başkalarının hüzünlerini biriktirmiş. 'Mahkûm içeride hayalle yaşar zaten. Biz de burada yakınlarının dertlerini dinlerdik' diyor.
cumhuriyet.com.trBir sanat ortamının yanı sıra, Sinop için bir düşünce ve bellek alanı da yaratmayı hedefleyen Sinop Bienali, bu hedefini kentin geleceğinin konuşulup tartışıldığı forumlarla da destekliyor.
Tarihi Sinop Cezaevi de kentin belleğinde yer etmiş en önemli simgelerin başında geliyor. Şehrin tam ortasında kalakalmış cezaevinin hâlâ neye dönüştürüleceği tartışıladursun, bu belleği paylaşan önemli bir mekândan söz edelim; Otel Gül Palas.
Tarihi cezaevine bitişik duvarlarıyla, içi hâlâ ilk günkü gibi bir otel burası... Gökyüzüne açık bir koridordan geçerek avluya çıkıyorsunuz. “Otel Yazıhanesi” yazan kapının ardında eski sandalye ve koltuklar ve bir çay ocağı... Belli ki zamanında konukların çay içip televizyon izledikleri ortak alan. Yukarıdaki katlarda üç veya dört karyolalı odalar, zamanın çok gerisinde gibi.
Bakmayın, bahçesinde coşmuş çiçek ve ağaçların olduğuna... Otelin sahibi Sami Gül, 1969’da devraldığı otelde başkalarının hüzünlerini biriktirmiş... Ana sergisi 12 Eylül’e kadar devam edecek, Sinop’a dair pek çok yapıt üreten Sinopale’nin sanatçıları için gelecek bienallerde de kullanılabilecek bir bellek kapısı Gül Palas.
Malum Sinop Cezaevi sürgün yeri diye bilinir. Ünlü sürgünleri arasında kimler yok ki... Sabahattin Ali, Zekeriya Sertel, Mustafa Suphi, Refik Halit Karay... “Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinde ‘zapt olmayan’ mahkûm, doğru Sinop’a geliyordu. Burada melâke gibi olacak başka çaresi yok.” Sami Gül’ün hafızasında Sinop’ta yatan daha çok yeraltı dünyasından isimler, 12 Eylül öncesi büyük yangın sırasında mahkûmların sevki, 1974’teki af ve firarlar var.
Gül 1969’dan 1999’a cezaevinin şehrin dışına taşınmasına kadar geçen süreye ise “Alnımın akıyla cezaevini buradan oraya sevk ettim çok şükür” diyor. Mahkûm ve aileler arasında köprü, aracı gibi çalışmış uzun yıllar Gül. Para, giysi ihtiyaçlarını özenle karşılamış. “30 yıl komşuluk yaptım cezaeviyle. İç içeydik. Hem ekmeğini yedik hem de üşenmedim mahkûmların arzularını yerine getirdim. Gardinyanlarla yazılı olarak ihtiyaçlarını yollarlardı. Paraya ihtiyacı olurdu parasını idareye yatırırdım. Ta ki ailesi ziyarete gelip de geri ödeyene kadar.”
Daha çok mahkûm aileleri konaklamış cezaevi taşınmadan önce. Ana, teyze, amca, kardeş, eş... “Mahkûm içeride hayalle yaşar zaten. Biz de burada yakınlarının dertlerini dinlerdik” diyor Gül. “Görüş zamanı buralarda oturulacak yer olmazdı. 1974 affında burası gece gündüz tahliye verdi. Hiç uyumadım. Bütün çıkan mahkûmlar Gül Palas’ta kalıyordu o zaman. Bunları bir günlükte not tutsaydım çok iyi olacaktı. Tutmadım ya... O yıllardan fotoğraf da pek yok.”
Ailelerin dertleri bir tarafa, sürgünlerin olduğu, disipliniyle nam salmış bir cezaeviyle dip dipe olmak, işkence seslerinin dibinde olmak da bu uzun ve zor yılları iyice katmerlendirmiş.
“Rahmetli annem derdi ki ‘Oğlum bu oteli ben sana sebep oldum aldırdım. Bu kadar üzüleceğimi bilseydim aldırmazdım’. Mahkûmların anası ablası burada ağlar ağlar rahmetli anam da üzülürdü böyle. En sonunda annem isyan etti, keşke aldırmasaydım yüreğim parçalandı diye”.
Yeni E tipi cezaevi uzağa taşınınca o eski ziyaretçiler de kalmamış. Şimdilerde daha çok meraklı turistler, ticaret yapanların uğrak yeri Gül Palas.
“Cezaevi uzağa taşınınca bu meşakkatler bitti. Cezaevi ziyaretçileri de dağıldı. Artık yaşım da ilerledi. Kendime hayret ediyorum bunu senelerce nasıl başarmışım diye.”