Bir başyapıtın kucaklayıcılığı...
78. Venedik Film Festivali’nden notlar:
Mehmet Basutçu“Kırk yılda bir bulunur böylesi” denilen türden bir başyapıtı izlemenin getirdiği yoğun etkiden sıyrılmak uzun zaman aldı.
Jane Campioan (1954), sinemayı çelişkili boyutlarıyla kucaklayıp, dört dörtlük bir sanat dalı olduğunu kanıtlayan olağanüstü yaratıcı yönetmenler arasındaki yerini bir basamak daha yukarılara çıkarıyor...
Yeni Zelandalı yönetmen, ne moda akımların ne de güncel konuların tuzağına düşmeyen, o kendine özgü farklı estetiğin ayrılmaz bir parçası yapmayı başardığı yalın şiirsel diliyle, eşsiz bir hikâye anlatıcısı her şeyden önce. Sonra, temel olanı yakalayıp, önemli ayrıntıların sonsuzluğu ortasındaki doğru yere, inanılmaz bir önsezgiyle, usulca oturtuveren has bir mizansen sihirbazı...
ALTIN ASLAN’IN FAVORİSİ...
Thomas Savage imzasıyla 1967 yılında yayımlanan romanın özgün uyarlaması olan “The Power of the Dog” izleyicisini 1920’lerin Amerikası’na, Montana bölgesindeki küçük bir kasabanın yakınlarındaki çiftliğe davet ediyor. Mizaçları ve kişilikleri birbirine zıt, toprak sahibi iki kardeş arasındaki hassas denge, sosyal sınıf atlama derdindeki yumuşak ve geleneksel kimliğiyle öne çıkan ağabeyin güzel bir dulla evlenmesiyle bozulur... Kirsten Dunst’un yorumladığı yeni gelinin içine dönük, zeki ve şair ruhlu bir üniversite öğrencisi olan oğlu, karanlık ruhlu, kaba ve ters bir kovboy izlenimi veren üvey amcanın (Benedict Cumberbatch) oluşturabileceği tehlikeye karşı annesini korumakla yükümlü hisseder kendini...
Ancak Jane Campion’un dünyasında, hiçbir şey sanıldığı kadar basit ve iki boyutlu değildir....
Avustralya’nın uçsuz bucaksız görkemli doğası, Montana yöresini aratmayan haşmetiyle, Jane Campion’un en anlamlı ışığı yakalamayı beceren duyarlı kamerası gerisinde filmin baş karakterlerinden birine dönüşüveriyor. Klasik kovboy filmlerinde sıradan bir dekor olarak kullanılan edilgin doğa, burada baş aktörler arasında..
Jane Campion’un, Cannes’da 1993’te aldığı Altın Palmiye’den sonra, gelecek hafta sonu Altın Aslan almak için Lido Adası’nda sahneye davet edileceğinden nasıl bu kadar emin olabiliriz? Üstelik, sinema düzeyi çok yükseklerde seyreden La Mostra’nın daha ilk günlerindeyiz...
Çünkü, “The Power of the Dog”, topraktan yeni çıkarılmış kocaman saf pırlanta görünümü gerisinde, onlarca yüzü incelikle, uzun uzun işlenmiş, özenle parlatılmış bir mücevher... Bu pırlantanın her düzlemine yansıyan gizemli insan gerçeğinin farklı boyutları, o ıssız doğada yaşanan iç fırtınalarla birlikte berraklaşıveriyor...