Bir başkanın korkulu yaşamı

Ömer Zülfü Livaneli, 'Son Ada'sı kurgusuyla dikkat çeken bir roman. Sömürü ve baskı düzeninden kaçıp adaya sığınan insanlar, doğayla iç içe mutlu olarak yaşarlarken 'demokrasi havarisi' kesilen, her uygulamasıyla demokrasiyi yok eden, hasta ruhlu bir Başkan her şeyi allak bullak ediyor.

cumhuriyet.com.tr

Ömer Zülfü Livaneli'nin yeni romanı 'Son Ada'da, İhtilal Konseyi'nin dışladığı devlet başkanının bir adadaki korkulu yaşamından kesitler sunuluyor. Tekdüze yaşamaya koşullanmış bir insanın adadaki yaşantıyı düzenleme uğruna yaptıklarını şaşkınlıkla izliyorsunuz. İhtilal Konseyi'nin dışladığı devlet başkanıyla ilgili ipuçları da veriliyor romanda: 'Ülkeyi bir iç savaştan kurtarmak için yönetime el koymuş olan Başkan' (s.18). Başkan, yoksul aileden gelen, babası din görevlisi olan birisi (s.105). Romanda önemli kişiler: Yazar, Anlatıcı, Lara, Başkan. 40 evin bulunduğu bir uzak adadaki yaşam anlatılıyor. Anlatımda ilgi çekici bir yöntem uygulanıyor. Yazar'ın anlatıcı olması gerekirken, Yazar'dan destek gören, onun arkadaşı olan Anlatıcı yazıyor romanı. Sır ada olan 'Son Ada', 'Çılgınlığın tam göbeğinde bir ada'. Zengin bir işadamının aldığı ada, sahibi ölünce oğluna kalıyor. Oturanları, ev numaralarıyla çağrılıyor. Sözgelimi; '1 Numaralı Ev' ada sahibinin oğlunun evi. Bu arada, adaya yerleşecek olan Başkan'ın ada sahibiyle önceden arkadaş olduklarını da belirtelim. Başkan, konseyce dışlanınca, bu adayı anımsıyor ve deniz botuyla, korumalarını da yanına alarak geliyor adaya. Adada yaşayan Yazar, gizemli bir kişi. Sonradan öğrendiğimize göre, siyasi suçlu olup hapishaneden kaçarak buraya yerleşmiş, izini kaybettirmiş birisi. Anlatıcı, babası öldükten sonra bu adada bir evleri olduğunu öğrenip sevgilisi Lara'yla gelip yerleşiyor. Lara, bir işyerinde garsonluk yapan, kocasından dayak yiyen güzel kadın. Anlatıcıyla tanışıp, sevişip, kocasının korkusundan bu adaya kaçıp birlikte yaşıyorlar. Haftada bir vapurun uğradığı adada, insanlar doğayla iç içe mutlu olarak yaşıyorlar Başkan ve korumaları gelip yerleşinceye değin. Bakkal, emekli olup her gün taze balık pişirip sakat oğlu ve eşiyle birlikte ada oturanlarına hizmet ediyor. Martılar en önemli komşuları adanın. Ya da 'asıl sahipleri'. 24 Numaralı evin sahibi avukat ölünce, boşalan eve Başkan ve ailesi yerleşiyor. Başkan'ın eşi ve iki torunu da yanında. Adada çocuk yok, okul olmadığı için. Torunlar da okul zamanı adadan ayrılıyorlar.

 

Başkan yönetici seçiliyor

Başkent'ten bir yöneticinin bile atanmadığı adada, Başkan yöneticiliğe soyunuyor. Yazar, Başkan geldikten sonra her şeyin değişeceğini, bozulacağını savunuyor ve haklı çıkıyor, Anlatıcı arkadaşını da uyarıyor bu konuda: ''Her şeyi biliyorsun birader ama bir tek, insanlarımızı kimin kamplara böldüğünü, bu kan davasını kimin isteyerek, planlayarak başlattığını bilmiyorsun!'(s.28). Yazar, ayrıca, Başkan'ın ülkedeki kargaşanın başı olduğunu da vurguluyor. Ülke kargaşa içinde, insanlar kanlı düşmanları birbirlerinin. Yabancı basın, ihtilal hükümetini sürekli kınıyor. Gazetelerde Başkan, 'Milletin Babası' olarak tanıtılıyor. Adaya gelince de yeni düzenlemelere girişiyor. Adamlarına, geniş ağaçlıklı yoldaki ağaçları budatıyor. Bir martı, Başkan'ın kız torununun elindeki yiyeceği almak için saldırıyor. Bunun üzerine ada halkı toplantıya çağrılıyor. Beş üye seçilip yönetim kurulu oluşturuluyor Başkan da yönetimin başına geçiyor. Evlere servis yapan bakkalın dilsiz oğlu, Başkan'ın evinin terasına yaklaştığı için korumalarca hırpalanıyor. Başkan korku içinde yaşıyor. Bir gece silah sesleriyle uyanıyor ada halkı. Başkan, 'Terasta bir terörist yürüyordu' diyerek silahını çekiyor. Oysa bunun martı olduğu anlaşılıyor sonradan. Her ev, her mağara aranıyor terörist var diye. Başkan, martılara ve Yazar'a düşman kesiliyor. Martıları en büyük tehlike görüp yok edilmelerini savunuyor. Bir toplantıda, çağdaşlığı, uygarlığı anlatıyor, adayı düzene sokacağını söylüyor. 1 Numaralı Ev sahibini etkileyip ada sahibi olduğunu, onun sözünün geçeceğini belirtiyor. Adayı turizme açarak zengin olacağını savunuyor vb. Martı seferberliği ilan edilip martı avına çıkılıyor. Yazar, martıların korunmasını savunsa da etkili olamıyor. Adadaki dostluk, kardeşlik havası gittikçe bozuluyor. Başkan, önceleri ada halkının birlikte eğlenceyle toplayıp sattıkları çam fıstıklarının toplanmasını engelliyor. Lara, martıların korunması için barış bildirisi yazıp dağıtıyor. Başkan ve adamları 50-60 martı vuruyorlar. Martılar çığlık çığlığa uçuşuyorlar. Yazar, martı avına gidenleri engellemek istiyor, martıların adanın asıl sahipleri olduğunu yineliyor. Başına dipçikle vurulan Yazar, bayılıyor ve Başkan'ın emriyle odunluğa kapatılıyor. Martı kıyımı sürüyor, yumurtaları ayaklarla eziliyor. Lara, etkili olur diye, Başkan'ın eşiyle görüşüyor, başarılı olamıyor. Birkaç gün sonra sabaha karşı adadaki tüm evlere martıların saldırısı başlıyor. Evlerin camlarına çarpıp intihar edenler oluyor, insanlara saldırıyorlar. Başkan, Yazar'ı, Yazar da Başkan'ı suçluyor: 'Yazar, 'Kuşların yavrusunu öldürmek medeniyet değildir' diye haykırdı. 'Durup dururken onlara saldırıp yavrularını öldürüp yumurtalarını kırmak vahşetin en önde geleni'' (s.115) Başkan, martıların saldırısını terör olarak görüyor ve 'Teröre taviz verilemeyeceğini' belirtiyor. 4 Numaralı Ev'de oturan gitarist, kırlara çıkıp gitar çalarken martıların saldırısına uğruyor, ölümden dönüyor. 14 Numaralı Ev'de oturan marangoz, balığa çıktığında martıların saldırısı sonucunda ölüyor. Martıları avlayıp yok edemeyeceğini anlayan Başkan, adaya on erkek, on dişi tilki getirtip salıyor. Tilkiler, martı yumurtalarını yiyerek çoğalmalarını önleyecekler diye düşünülüyor. Yazar, 'ekolojik denge'nin bozulacağını, bu uygulamanın yanlış olduğunu savunuyor. Bakkalın özürlü oğlunun martı yumurtalarını gizlice alıp kümesteki tavukların altına koyduğunu görüyor Anlatıcı. İki martı yavrusunu da gizlice uçurumdan uçurtuyorlar.

 

Ada'yı zehirli yılanlar basıyor

22 Numaralı Ev'in kadınını uykusundayken zehirli bir yılan ısırıyor, kadın kurtarılamıyor. Bir gün Anlatıcı terasa çıktığında, zehirli yılanla karşı karşıya kalıyor. Elinde küreğiyle yetişen Lara, yılanı öldürüp sevgilisini kurtarıyor. Bir yılan Başkan'ın elini de ısırınca, önlem almak için toplantı yapılıyor. Yılanları öldürmek için ilaç getirtiliyor; ama ilacın kokusundan adada durulmaz oluyor. Bu kez, uzak yurttan bir uzman getirtiliyor. Uzman için para da toplanıyor. Uzman, adaya direkler diktiriyor, üzerlerine yuva yaptırıyor. Tüm umut göç eden leyleklerin adada yaşamalarına bağlı. Ne yazık ki leylekler adada kalmıyor, uzman da vapurla kaçıyor. Tilkiler, bakkalın kümesindeki tavukları öldürüyor. Bu kez, tilkilerin avlanıp azaltılması düşünülüyor, avlanmakla tükenmeyen tilkiler için adaya siyanürlü et bırakılıyor. Tüm et yiyen hayvanlar zehirlenip ölüyorlar. Ada leş gibi kokuyor. Cennet ada, vahşi ada oluyor. Kokudan kurtulmak ve tilkileri yok etmek için adada yangın çıkartılıyor. Tüm ada, hayvanlarıyla, evleriyle yanıp kül oluyor. Başkan, adadaki başarısız düzenlemelerin faturasını Yazar'a çıkartıyor, tutuklatıp adadan gönderiyor. Yazar'ın denize atıldığı, karaya çıkıp kaçtığı, yangından sonra gelip adaya gizlendiği, Başkan ve adamlarını zehirleyeceği vb. söylentiler yayılıyor.

 

Ada yaşanmaz durumda

Ada, yaşanmaz duruma getiriliyor. Savaşı martılar kazanıyor: 'Martılar, hepimizle alay eder gibi üstümüzden uçuyor, bu yanıp yıkılmış, kararmış adayı ve artık hiçbir korunağı kalmamış insanları seyrediyordu. O anda saldırsalar, onları hiçbir şekilde durdurmamız mümkün değildi ama hiçbir saldırıda bulunmadılar. Sadece üstümüzde uçmakla yetindiler' Kısacası onlar kazanmıştı bu savaşı'' (s.176). Lara, Başkan'a martılara yenildiğini haykırıyor. Başkan ise, 'Yazar bozuntusu anarşisti' suçluyor. Anlatıcı ilk kez Başkan'a karşı konuşuyor: ''O anda bana bir şey oldu. Başıma yükselen bir sıcaklık hissettim, yüreğim küt küt atmaya başladı, öfkeden çatallanan bir sesle, 'Ben söylüyorum!' dedim. 'Ben söylüyorum Köpekbalığı. Ben söylüyorum zalimler zalimi. Her şeyi mahvettikten sonra bir de bize demokrasi masalları anlatmaya çalışma!'(s.178-179). Belki en iyisini bakkalın özürlü oğlu yapıyor. Başkan'ı ansızın uçurumdan aşağıya itiyor. Denizden parçaları toplanıp tabutla anayurda götürülen Başkan, devlet töreniyle toprağa veriliyor. Anlatıcı, böylece Son Ada'yı yitirişin öyküsünü de bitirmiş oluyor. Ayrıca Yazar'ın adaya dönüp yeniden adayı canlandıracağı söylentilerini de aktarıyor. Ömer Zülfü Livaneli, romanında özgün bir kurguyla ilgi çekiyor. Sömürü ve baskı düzeninden kaçıp adaya sığınan insanların, doğayla iç içe mutlu olarak yaşadıklarına tanık oluyoruz. Ancak; 'demokrasi havarisi' kesilen, her uygulamasıyla demokrasiyi yok eden, hasta ruhlu bir Başkan'ın gelmesiyle her şeyin nasıl bozulduğunu gözlüyoruz. Romanı bitirdiğinizde, bir yurdu yok eden kişilerin, küçük bir adayı da kolaylıkla yok etmesinin doğal olduğunu anlıyorsunuz. Önemli olan böyle kişilere, yerinde ve zamanında karşı koymak, doğaya ve özgür yaşama karışmalarına olanak tanımamak. (*) Son Ada/ Ömer Zülfü Livaneli/ Remzi Kitabevi/ 12. Basım, Ekim 2008/ 184 s.