Bilumum kötülüğün 'tekerrür'ü
Tayfun Pirselimoğlu’nun daha önce Felluce dramından hareketle temel aldığı insanlık dışı manzaralar, bu kez “Tekerrür” eden biçimleriyle kötülüğün yeni yüzlerini karşımıza çıkarıyor. Şair Haydar Ergülen’in izleyiciyi kaçın diyerek uyardığı resimlerde askerler, türlü cinste yaratıklarla cehennemi bir âlemde boy ölçüşüyor.
Evrim Altuğ/CumhuriyetEdebiyat, görsel sanatlar ve sinemayı bünyesinde hakkıyla harmanlamış, -büyük harfle- KLASİK bir sanat adamı denebilecek Tayfun Pirselimoğlu’nun, görünür-görünmez âlemdeki durum ve eylemleriyle “Tekerrür” eden bilumum kötülüğü (ve ona maruz kalan ya da mesulü olagelmiş mahlukatı) gözler önüne serdiği aynı adlı sergisi, Amelie Edgü idaresindeki Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde 18 Ocak’a kadar görülebiliyor.
Sergide asıl ağırlığı, ODTÜ mezunu ve Viyana Uygulamalı Sanatlar Akademisi Prof. Wolfgang Hutter Fantastik Gerçekçilik Atölyesi çıkışlı sanat adamının, insana Karadeniz’in ehlileşmez çırpıntısını da hissettiren son üç yıllık mahlukat desenleri oluşturuyor.
Sanatçının önce Felluce dramından hareketle temel aldığı insanlık dışı manzaralar, bu kez “Tekerrür” eden biçimleriyle kötülüğün yeni yüzlerini karşımıza çıkarıyor. Şair Haydar Ergülen’in, izleyiciyi kaçın diyerek uyardığı resimlerde askerler, türlü cinste yaratıklarla cehennemi bir âlemde boy ölçüşüyor.
İşçiliğiyle dikkat çeken bu diziye 2005’te aynı galeride yine şair Haydar Ergülen’in önsözü rehberliğinde izlediğimiz “Felluce” dizisindeki gibi, yine aynı şairden bir manzum metin daha kılavuzluk ediyor.
Sergi, tıpkı Hades’in karanlıklar ve ateşler ülkesine iner gibi, gaz maskeli, pompalı, uyduruk, cılız kanatlı ve teçhizatlı birtakım kudret memurlarının gri, dumanlı kâğıtlar üzerinde uçuşarak sizi karşılamasıyla gittikçe yoğunlaşıyor.
Viyana’da Prof. Siegfried Schenk ile gravür atölyesinde de çalışan Pirselimoğlu’nun grotesk, patetik ve dramatik imge âleminin dibine vurduğunuzda, aralarında gergedanlar, sırtlan, köpek, hipopotam ve timsahların da olduğu bir grup canlının, bu asker-piyonlarla haşır neşir olduğunu izliyorsunuz.
Şahit olduğunuz bu can banyosunda ara ara asetatın da yansımasıyla kendi suretinize çarpmanız ise işten bile olmayabiliyor.
Ressamın mürekkeple hayat verdiği bu insan müsveddesi mahluklara baktığınızda, hemen her birinde kökleri nerede olduğu belli olmayan iplerin bulunduğunu, gaz maskeleri ve hortumlarla yaşayabildiklerini fark ediyorsunuz.
Yine sanatçının basit mekânsal kompozisyonlarla yoğun hissi durumları sergilediği “Tekerrür”, asetatın altında, kayıkların refakatiyle fokurdayan, yapış yapış bulanmış veya cayır cayır salınan bir alt âlemle de dolup taşmakta.
İşte malzemenin katkısıyla birer ruh gibi de salınan bu asker-canlılar ve öteki yaratıklar da bu âlemin üzerinde, birbirlerinin var oluşunu tartıp duruyor.
Pirselimoğlu, Milli Reasürans’taki sergisinde, Felluce’de 10 yıl önce Irak’ta yaşanan katliama gönderme yaptığı son sergiden bu yana geçen zamanda hiçbir şeyin değişmediğini, birtakım ölçüsüz “çıkar” ve yapıların bizlerin -hatta efendi bildiklerimizin bile- yaşam ve hareketleri üzerinde sürekli olarak faşizan bir otorite kurduğunu vurguluyor.
Son söz yerine Felluce’den de geriye gittiğimizde aklımıza gelen bir diğer karanlık yıldönümü ise yine kanın petrolle, toprağın vicdanla neredeyse aynı coğrafyalarda takas olduğu I. Dünya Savaşı oluyor ki, bu vahim öngörülü serginin bir üçüncü savaşın haletiruhiyesini daha önceliyor olduğunu düşünmek bile insanı dehşete düşürmeye yetiyor.
Bir başka sözle, şair Ergülen’in de bu sergideki haletiruhiye için dediği gibi, “... kaçabilecek zamanınız varsa kaçın, hızla üstünüze doğru düşüyor.”