Bilimsiz gelecek yok!

Kişinin, mutluluk için iki genel tutumunun dengede olması öngörülüyor: Çağını bilmek ve geleceği öngörmek. Kanımca bu, kişinin olduğu kadar toplumun da amaçlaması gereken bir davranış şemasıdır.

cumhuriyet.com.tr

Amerikalı tarihçi Francis Fukuyama ‘Politik Düzenin Başlangıcı’ adlı son son yapıtında demokrasiyi 1. Devlet, 2. Yasa egemenliği, 3. Hesap veren hükümet olarak tanımlayıp bunların toplu olarak pek bulunmadığını anlatıyor. Çin’de, Rusya’da, İslam ülkelerinde yok. Popülizme boğulmuş bir demokrasi söylemi içinde cahil toplumların bitkisel bir yaşamı var. Afganistan’da, Mali’de parlak kapitalist ve demokratik bir gelecek vaat eden söyleme kargalar bile güler. Dünyanın sorunu ortak: Bilgi ve teknoloji düzeyini yükselterek, özgür bir kavramlaşma ortamında kurumlaşmayı sağlamak ve toplumsal davranışları niteliksel ve sayısal olarak buna uyarlamak. Tanımlamak kolay, uygulamak görünüşte neredeyse olanaksız.

Cumhuriyetle akıl almaz bir sıçrama yaparak kurduğumuz çağdaş toplum düzeninde Fukuyama’nın sıraladığı demokrasi öğeleri hâlâ yok. Oto ithal edip, gökdelen inşa edince uygar olunmuyor. Çağdaş yaşamın temelindeki Avrupa uygarlığının birbiriyle iç içe geçmiş bir kültür kurgusunun oluşturduğu bir bütünlüğü var. Mehter çalarak felsefe, ney çalarak, ya da minyatür yaparak bilim gelişmiyor. Saz, dolma ve lahmacun bir kültür ifadesidir. Ama uygarlık ifadesi değil.

Kuşkusuz bizim de musikimiz, edebiyatımız var. Ama evrensel kültür ortamının parçası olmamış. Bizim de yaratıcımız var. Toplumda müşterisi yok. Batı teknolojisinin arkasında insana dönük, 2500 yıllık bir yaşam felsefesi, bilimsel birikim ve onları yönlendirdiği davranışlar olduğunu idrak edemiyor insanlarımız. Batı’da toplumsal inisiyatiflerin arkasında insan aklına, yaratıcılığına ve doğanın yaşamın bir uzantısı olduğuna ilişkin genelleşmiş ilkeler vardır.

Bunlar o toplumların eğitilmiş ortak belleğinde genel yargılar olarak yerleşmiştir. ‘Biz Batılılaştık’ diyip bunları dışlarsanız Taksim Gezi Parkı gibi her boyutu yanlış projeler ortaya çıkar ve bütün çağdaş yaşam ideallerine ve planlama mantığına aykırı, insana ve doğaya saygı yoksulu bir tutum sergiler. Bu dünyada her yerde oluyor.

Türkiye’nin beşte biri İstanbul’da yaşıyor. Bu kentte Türkiye inşaat sektörünün neredeyse yarısı var. Türkiye ekonomisinin %30-40 oranında bir bölümü inşaat alanındadır. Türkiye’nin akıl gücü ve uzmanlaşmasının burada görünmesi gerek. Peki, buradaki belediyelerin çalışmalarını yönlendiren ünlü plancılar, tanınmış ekonomistler, büyük meydanlarını planlayan tanınmış mimarları hiç işittiniz mi? Bu konu pek çok uzman tarafından işlendi. Ama dinlenmedi, tartışılmadı. Türkiye’nin temel sorunu bu.

 

21. yüzyıla nasıl ortak olacağız? 

Çağdaş gelişmeleri yönlendiren planlamanın arkasındaki insancıl ve hümanist ilkeleri anlamak bir uygarlık aşamasıdır. Bizde Mercedes meraklılarının opera ile ilgileri pek gelişmiyor. Çağdaş kültürün maddi araçları ile felsefi temeli arasındaki bütünlük bu toplumun anladığı bir şey değil.

Japonya ve Çin, bilim, teknoloji ve sanatta Batı’yı izliyorlar. Önce taklit ettiler. Şimdi yarışıyorlar. Çünkü 21. yüzyıla ortak olmak, Batı’nın standartlarına ulaşmaktır. Türk Hava Yolları’yla övünmek demek Batılı standartlara ulaştık demek. Bunun gerçekleşmesi için bilimde, sanayide, eğitimde aynı düzeye ulaşmak zorunlu. Yani Türk toplumunun araç, örgütlenme ve davranış olarak bunları yapacak potansiyele sahip olduğunu sayısal ve niteliksel olarak, kendine ve dünyaya kanıtlaması anlamına geliyor. Örneğin bir Samsung bilgisayarı üretmek gibi.

Türkiye İslam dünyasında tek örnek olarak çağdaş örgütlenmeyi gerçekleştirmişti. 1923-1938 arasında İkinci Dünya Savaşı’na kadar, 15 yıl sürdü. Bu örgütlenmenin etkisi 1980’lere kadar, ara sıra sallanarak da olsa, geldi. Gerçi Cumhuriyet sürecinde Osmanlı mirası olan önyargılar ve toplumsal cehalet devlet mekanizmasının çağdaş yapısını kemirerek birçok kazanımı yok etti. Yine de, bugünü bile başlangıçtaki ulusal çabaya, sağduyuya ve örgütlenmeye borçluyuz.

Bugünden öteye toplumun göz ardı edemiyeceği iki davranışı, hiç akla gelmeyen bir küçük kitapta gördüm. Arthur Schopenhauer’in 2013’te ilk kez İtalya’da yayımlanan ‘Mutlu Olma Sanatı’ (L’Arte di Essere Felici, Adelphi, Milano, 2013) adlı kısa notlarında, kişinin mutluluk için iki genel tutumunun dengede olmasını öngörüyor: Çağını bilmek ve geleceği öngörmek. Kanımca bu, kişinin olduğu kadar toplumun da amaçlaması gereken bir davranış şemasıdır.

 

Gününüzü anlayın

Bu sade kendinizi değil dünya ile ilişkinizi de içerir. Örneğin biz de otomobil ve telefon olması yeterli değil, otomobil ve telefon üretip üretmediğimiz ve dünya pazarına girip girmediğimiz önemli. Güncel ilişkiler dışında, geçmişinizi de değerlendirmek zorundasınız. Dünya bilim tarihinde bir Osmanlı matematikçisi, fizikçisi, sanatçısı, edebiyatçısı var mı? Öyleyse, geçmişiniz bugüne temel olamıyorsa, her şeye yeniden başlanacak.

Türkiye’nin geçmişinin değerlendirilmesinde Avrupa tarihi ile karşılaştırma zorunlu. Bir iki farkı anımsayalım: Avrupa’da din kilisede örgütlendi. Kilise öğretisi din öğretisi yanında felsefi düşünce, dini dogma eleştirisi, resim, heykel, musiki, edebiyat da içeriyordu. 13. yüzyılda açılmaya başlanan Avrupa üniversitelerinde dini öğretim yanında, kilise ile ilgisi olmayan papaz olmayan doktor ve hukukçu yetişiyordu.

İslamda Abbasi Halifesi el, Memun tarafından Bağdat’ta açılan Bayt el-Hikme’de, antik bilimin başlıca yapıtlarının çevirileri Avrupa’dan 500 yıl önce, İslam kültüründe büyük bir gelişmeyi tetiklemiş ve İslam bilim ve felsefesi bu çeviriler etrafında ve üzerinde gelişerek Avrupa’ya da kaynak olmuştur. Ne var ki İslam dünyasına Türkler egemen olduktan sonra bu bilimsel ve felsefi atılım 20. yüzyıla kadar bir daha nefes almamıştır. İbni Sina’nın ya da El Harezmi’nin, İbni Haysam’ın Osmanlı izleyicileri olmamış.

Eski kültürümüzde başka boşluklar var. Sanat (Mimesis) ile bilimsel merak arasındaki ilişkinin yakınlığını anlamayanlar Batı kültürünü de anlayamazlar. Batı kültüründe sanatın sağladığı bilimsel açılımın ve bütünlüğün olanakları Müslümanlara kapalı kalmıştır. Osmanlı’nın Avrupa’ya yenilgisinin nedenini, bunları bilmediğimiz için anlamıyoruz.

 

İki görev

Cumhuriyet bilimsel alt yapıyı kurdu. Fakat bunu dünya görüşü haline getiremedik. Bugünü öğrenmek yaşamın ilk görevi. Geleceğin hazırlanması ikinci görevimiz. Bu politik değil, bilimsel bir sorun. Yanıt, eğer varsalar, bilim adamlarında. Gelecek öngörüleri sayısal ve niteliksel boyutlarıyla bilinecek. Bizim sıkıntımız, bilim ve teknolojiyi üzerine kuracak bir düşünsel temel yokluğundan kaynaklanıyor. Felsefe’yi reddeden bir kültürün sorunu bugüne kadar bu oldu. Bu bilimsel geri kalmışlığın da damgasıdır.

Çağdaşlık satın alınacak bir ilaç değildir. Bir araç ya da bilgi değil, bir davranış düzeyi tanımlar. Buna çağdaş bilgelik de diyebilirsiniz. Arkasında insan kavramına saygı var. İnsanı yücelten, yani genetik olarak var olan hayvansı davranışlara engel olan bir disiplin. Bu bir dini inanç, politik ideoloji değildir. İnsanın evren içinde daha yüce bir konumda olması ile ilgili evrensel bir arayıştır. Batı sonunda demokrasi denen kavrama ulaşmış. Düşünce özgürlüğü her şeyin temelidir. Yarının, eğer varsa, garantisi sadece budur. Tarih de geriye doğru yazılmıyor.Çağdaşlık satın alınacak bir ilaç değildir, bir davranış düzeyi tanımlar. Buna çağdaş bilgelik de diyebilirsiniz. Arkasında insan kavramına saygı var.. Batı sonunda demokrasi denen kavrama ulaşmış. Düşünce özgürlüğü her şeyin temelidir. Yarının, eğer varsa, garantisi sadece budur. Tarih de geriye doğru yazılmıyor.