Bilimin Egemenliği Tek Koşuldur

Türkiye'de her şeyi politize eden ilkel davranış ve düşünceler güncel söylemin dengesini bozdu. Politikayı tarihten, dinden, sanattan, kültürden ayıramayanlar politikayı da politika olmaktan çıkardılar.

cumhuriyet.com.tr

Bu yazıda dünya ile kesinlikle ortak, fakat gerçekleşmesi kesinlikle bize bağlı o temel sorunlardan söz edeceğim. Bu konularda da karar sorumluluğu politikacılarda olsa bile, temelde içerikleri politik değil. Bunların ikisi kapıya dayanmış iklimsel kriz ve enerji krizi gibi yakın gelecekte ülkeyi sakat bırakacak evrensel gelişmelerdir. Üçüncü bileşen bunlara karşı ülkeyi hazırlayacak bilimsel programların hazırlanmasıdır. Dördüncüsü evrensel politik ortamın bu programın hazırlanmasında oynadığı roldür. Bu etkisi inkâr edilemeyecek ve iplerini Batılıların çektiği, bir kukla oyunudur. 1,5 milyar Müslüman bu söz ve tehdit sarmalının pençesindedir

Müslüman toplumlar 12. yüzyıldan bu yana birikmiş cehaletlerinden kurtulup bilimin kendi geleneklerini korumalarına yarayacak bir kalkan olduğunu öğrenemedikleri için, fakir, cahil ve sonuçta ekonomik olarak bağımlı statülerinden kurtulamıyorlar. Bunu Cezayir, Afganistan, Irak, Tunus, Libya, Mısır ve Suriye, Yemen, Sudan, Somali bağlamında izliyorsunuz.

Oysa İslam ülkeleri dışında, Hıristiyan ve Yahudi baskısı altında yaşayan toplum pek kalmadı. Batının İslam ortaçağ motiflerini kullanarak Müslüman toplumları kendi içlerinde birbirlerine düşürmek için beyin yıkaması iklim, enerji, fakirlik, cahillik gibi artık ölümcül olan konularda örgütlenmesine engel oluyor. Bu baş eğiş sömürge döneminde kurulmuş büyük bir sömürü sisteminin şekil değiştiren göstergesidir.

 

Tek dünya var

İletişim ve bilgi toplumunun dünya boyutunda örgütlenmesi, uluslararası ticaret ve ekonomik işbirliği, yaygınlaşan geç kapitalist sistemin evrensel bir alışveriş pazarı oluşturması, turizm, internet, sanayi ve ticaretin bilimi yönlendirmesi değişik oranlarda da olsa, tek bir dünya tanımlıyor. Bütün ülkelerin insanlarının birbirlerinden haberdar olduğu bir çağda yaşıyoruz. Ulusal dillerin, geleneklerin etkisi giderek azalıyor. Bilimsel düşüncenin ve sanayi ürünlerinin paylaşılması bağlamında tek bir dünya var. Dışarıda kalmak olanaksız.

Ne var ki Türkiye’nin aydınları ve politikacıları bu ortaklığın ne gibi koşullar içerdiğini henüz anlamadılar. Bu zorunlu katılımın bileşenleri ithal edilen malla düşünceden oluşan ve toplumları yönlendiren evrensel bir kültür bileşeni.

Otomobil sahibi olmak hayali kurup, bilgisayar, tele-vizyon ve telefon kullanmak, fakat ortaçağda gibi yaşamak, alışveriş merkezlerinde dünyanın bütün markalarını görüp çarşaf ta ısrar etmek olanaksız.

 

Köle olmamak için

İnsanlar dünyanın parçası olmazlarsa çağlarına ancak köle olarak katılacaklar. Türkiye’de nüfusun yarısını oluşturan 30 yaşından küçük olanları, daha yaşlı kuşaklardan farklı bir dünya vizyonuna sahipler. Onları nasıl bir eğitimden geçirirseniz geçirin, yeni dünyanın üyeleri olacaklar. Okulda Arapça sureler öğrenmeleri onları kendi kuşaklarının evrensel ilişkilerinden koparamaz. İran, Pakistan gibi açık dikta dini dikta rejimleri dışında, Müslüman dünyasındaki gençlerin yaşamını ve ideallerini inceleyin. Gençler iş ve özgürlük için Avrupa kapılarında ölümü bile göze alacaklar, ticaretinizi dünya şirketleriyle ortak kuracaksınız. Yaptığınız işler yabancı dillerde olacak. Türk üniversitelerini İngilizce dilli yapmaya kalkacaksınız. Sonra geleneksel yaşamdan söz edeceksiniz.

Geri kalmışlık ve kargaşalık, bu ikilemlerden kaynaklanıyor. Çünkü yerli kültürün etkili olacağı bir etkinlik alanı kalmadı. Müslümanlar hâlâ bilim ve bilimsel davranışdan bağımsız makine, silah, ilaç ithal ederek yaşanabileceğini sanıyorlar. Böyle bir dünya yok.

Davranışlar bağlamında toplumun çok ağır bir sorunu var: Kendi tarihini, ne yenisini ne eskisini bilmiyor. Cumhuriyetin kendilerini yarattığını da idrak edemiyorlar.

Osmanlı arkasında ne fabrika bıraktı ne de okumuş halk. Cumhuriyetin başında neredeyse hiç fabrikası olmayan bir Anadolu vardı. Bugün ülkenin geliştirebildiği sanayileşme tekstil ve inşaat. Bu ilk çağlardan öteye dokuma ve yapı olarak var olan sanayi. Gerisi, örneğin otomotiv ithal katkılı. Çağdaş uç sanayilerin hiçbiri yok.

Mühendis, fizikçi, kimyager, biyolog, jeolog, matematikçi yetiştirmenin makine ithal etmekten önemli olduğunu bizim toplum bilinçlendiremediği için müşteri olmaktan başlayıp sömürülen bir toplumuz. Amerika’dan sonra da, orantılı olarak, en çok borcu olan ülke.

Yakın geleceği planlamak için iyi yetişmiş bilim adamlarını ve uzmanları yetiştiremezsek, belki ülkenin sonu gelmez ama, bağımsızlığın sonu gelebilir.

Fakat yükseköğretimin bir bölümünü evrensel düzeye çıkarabilirsek iklimsel olumsuzlukları ve enerji krizini karşılayacak uzmanları yetiştirebiliriz.

 

Geleceği tüccar planlayamaz

Küresel felaket senaryolarının, eğer çıkış yolları varsa, ancak bilim adamları bulabilir. Tüccarlar değil.

İklimsel değişmenin insanlığın geleceğini değiştirme olasılığı bilimsel niteliklidir. İklimsel değişim şimdiden Türkiye’yi etkileyen fiziksel olaylardan biri olarak Türkiye’nin birinci temel sorununu oluşturuyor. Türkiye’de tarım can çekişiyor. Bundan sorumluların ya da üniversitelerin ağırlıklı olarak söz ettiğini işittiniz mi? Hollanda bütçesine şimdiden her yıl bir fon koyuyor. Ülkeyi denize karşı koruyan setlerin yüzyıl boyunca yükselen denize karşı yükseltilmesi için..

İkinci küresel sorun çoktan çözüm yoluna girmesi gereken enerji üretimidir. Üstelik ülkenin satın alan bir ekonomiden üreten bir ekonomiye geçmesini sağlayacaktır. Türkiye ise petrol fakiridir. Oysa Türkiye’de bugün kullandığımız enerjinin üç katını rüzgârdan, altı katının güneşten elde etme potansiyelimiz var. Almanya nükleer enerji kaynağını dışladı. Bugün elektrik üretiminin %20’ sini rüzgâr ve biofüel’den elde ediyor.

Biz gazetelerde Taksim’e Osmanlı döneminin en çirkin ve özgün olmayan kışlasını yeniden yapmak, İstanbul’a bir kanal açmak, Köprü yapmak, iki milyonluk İstanbul daha yaratmaktan söz ediyoruz.

İklim ve enerji sorunları Almanya için, Çin için Amerika için neyse, bizim için de aynıdır. Nedense bu konular biz etkilemiyor.

Bu olasılıklara karşı politikacılar, bilim adamlarına baş vurmadan hiçbir program geliştiremezler. Yeteri kadar uzman yoksa onları yetiştirmek devletin görevidir. Yetişmiş uzmanların karar noktalarında bulunması, bundan sonra daha yoğunlaşacak sorunların önceden hesaplanması ülkenin bütün bu ölümcül olabilecek gelişmelere karşı gerekli programı hazırlaması bugünden yarına gerçekleşecek bir konu değildir.

Bilimden ve çağdaştan haberi olmayan toplumun psikolojik bir hazırlık ve uyarlama dönemine gereksinimi var. Üniversitelerle işbirliği yapacak bağımsız araştırma kurumlarına da gereksinme olabilir. Ve de farklı bir kurumlaşma gerekir.

Çok geç kaldığımızın bilincinde olarak akılcı bir yakın gelecek hesabı ve ülkenin yaşamının sürdürülebilmesinin teknik ve sayısal boyutlarının uzmanlar tarafından saptanmasını sağlamak zorundayız. Bu sorunların yanında seçimler, savaşlar, oy hesaplarının ülkenin geleceğinin ikinci, üçüncü derecede sorunlarıdır.