Bereketli toprakların sonu mu?

Çukurova toprakları bereketini kaybetmek üzere…

Meltem Yılmaz/Cumhuriyet

Orhan Kemal’in 1954 tarihli ünlü romanı “Bereketli Topraklar Üzerinde”, bir lokma ekmek için zehir gibi bir hayatı yaşayanların hikayesini anlatıyordu. Orhan Kemal, bir keresinde, roman yayımlanmadan önce yazdıklarını okuduğu ırgat, usta ve usta yardımcısının, kendisine şu yorumu yaptığını anlatmıştı: “Bu kadar olur. Bütün anlattıkların doğru.  Eksik bile. Çukurova'nın bereketli topraklarında öyle işler olur ki, aklın durur. Sana anlatsak, bir değil beş roman çıkarırsın…”

İşte ben de, bu kez roman değilse bile yazı dizisi için, Çukurova’nın bereketli topraklarının yolunu tuttum. Gördüklerimi, duyduklarımı, içinde bulunduğum şartları anlatmadan önce hemen belirteyim: Çukurova toprakları bereketini kaybetmek üzere…  Çünkü buradaki tarlalardan Türkiye’nin dört bir yanındaki sofralara uzanan meyve- sebze, "zehir" alarmı veriyor. Bu konuda konuştuğum kimi çiftçiler, meyve sebzede direnç kazanan böcekleri yok etmek için Bakanlık’ın izin vermediği zirai ilaçları kullandığını söylerken, kimileri de ilaçlamada 10 kata varan doz aşımına başvurduklarını itiraf etti. Peki bu zehir kalıntıları, denetimlerde çıkmıyor mu? Hayır, çünkü en yetkili ağızlarca söylenene göre, sofralarımızdaki meyve sebzeye yönelik iç pazarda herhangi bir denetim yok, yalnızca ihraç ürünler kontrol ediliyor. Bir çiftçinin bu durumu, “analiz şirketleri sayemizde zengin oldu. Demem o ki analizler sahte” sözleriyle özetlemesi ise, bu vahim tabloyu gözler önüne sermeye yetiyor. Kafaları karıştıran bir diğer soru ise, bu ruhsatsız zirai ilaçların nereden geldiği.  Suriye, İran gibi komşu ülkelerden kaçak geldiği iddia edilen bu ilaçlar, Türkiye’de serbestçe dolaşıma giriyor.


Çukurova topraklarında bir başka hayati mesele ise, burada yetiştirilen narenciye ürünlerinin, bilinçsiz seçimden ötürü alıcı bulamaması. Bu nedenle, yanlarına gittiğimizde birçok çiftçi, tarla ve bahçesindeki ürünü sökmekle meşguldü. Çünkü Tarım Bakanlığı’nın kendilerine yol gösterecek bir pazar araştırması ve ekim programı hazırlamaması,  yurtdışında gördükleri narenciye çeşidini Çukurova'ya bilinçsizce uyarlamalarına neden olmuş. Sözkonusu çeşitler iç ve dış pazarda talep görmeyince, bu yıl yalnızca tek bir ürün çeşidinde milyonlarca dolar zarar meydana gelmiş.


Çukurova’ya özgü olmamakla birlikte belki de en çok burayı etkileyen bir başka mesele ise, üreticilerin artan girdiler karşısında ürünlerini maliyetlerin altında satması ve bu nedenle üretim yapamaz hale gelmelerİ…   Bu konuyu ovanın yetkili isimleriyle konuşunca, çiftçinin içinde bulunduğu karanlık tabloyu daha net anladım.


Ve son olarak, Türkiye’de en yoğun olarak Çukurova’da yaşayan mevsimlik tarım işçileri… Aslında onlar mevsimsiz köleler. Çadırlarına konuk olduğum tarım işçilerine bir dokundum, bin ah işittim.  


Şimdi, en baştan başlama zamanı… 

 


TARLADAN SOFRAYA UZANAN ZEHİR


Meyve- sebzelerdeki böceklerin mutasyona uğrayarak mevcut ilaçlara karşı direnç kazanması nedeniyle kimi çiftçiler, bu böcekleri yok etmek için aşırı doz kullanımına başvururken, kimi çiftçiler de Bakanlık tarafından “izin verilmeyen” zirai ilaçları kullanıyor. Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz bir çiftçi, Bakanlık’ın narenciyede 2 yıl önce “yasaklı” listesine aldığı bir ilacı kullanmaktan başka çarelerinin olmadığını, aksi takdirde üründeki böceklenmenin önüne geçemediğini söyledi.  


Çukurovalı çiftçi, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu ilaç narenciyede yasak, ama elmada serbest. Neye göre yasak, neye göre serbest? Örneğin AB ülkelerinde yasak değil, bizde yasak. Ayrıca bu ilacın şu an alternatifi yok. Bakanlık da bize etkili bir alternatif göstermiyor.”
Bir başka çiftçi, yasak olmasına rağmen çileği 10 günde bir ilaçladıklarını söylüyor. “Çünkü” diyor, “bakanlık tarafından bize tavsiye edilen bir ilaç yok. Kendi başımızın çaresine bakmak zorundayız” Zehir listesinin başında yer alan diğer ürünlerin ise nar ve susam olduğuna dikkat çekip,” bu ürünler tamamen çiftçinin inisiyatifine bırakılmış durumda desek yanlış olmaz” ifadelerini kullanıyor. 


10 KATA VARAN DOZ AŞIMI


Bir başka çiftçi, “zamanla böcekler mutasyona uğrayarak ilaçlara dayanıklılık kazanıyor. O nedenle önceden kullandığınız dozlarla yok edemiyorsunuz. Dolayısıyla doz aşımına gitmek zorunda kalıyorsunuz.  Dekara 4 kilo atılması gereken ilaç, bizde 40 kilo atılabiliyor” ifadelerini kullanıyor.


Bir diğer çiftçi ise, Bakanlık’ın ürünlerdeki böceklenmeye karşı avcı böcek kullanılmasını gerekli kıldığını ancak bu avcı böceklerin yüzde yüz etkili olmadığını belirterek, şöyle devam ediyor:


“Ruhsatsız ilaç kullanıldığının yakalanması durumunda önce 2 bin lira ceza kesilip izlemeye alınıyor. Sonra para cezası artıyor ve iş imhaya kadar gidiyor. Yine de bunu göze alıyoruz, öbür türlü ürün böcekli çıkacak, daha kötü. Ama yakalandığını söylemek zor, zaten çiftçi sayesinde analiz şirketleri zengin oldu. Bir de şöyle bir sorun var. Ben bugün arasam Tarım İl Müdürlüğü’nü, desem ki bende ruhsatsız ilaç var gelin alın, inanın gelmezler bile. Anlayacağınız bu tarım konusu başıboş bir saha.”
 
ZEHİR CİLT ALTINDA BİRİKİYOR


Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi  Adli Toksikolog Doç. Dr. Nebile Dağlıoğlu, zirai ilaçlamada halk sağlığı açısından en önemli sorunun doz aşımı olduğunu, bu durumun özellikle seralarda alarm verdiğini söyledi. İlaçlanan ürünlerin zamanından önce pazara gitmesi nedeniyle kalıntı kaldığını belirten Dağlıoğlu, yasaklanan ilaçların stokları ve bertarafı ile ilgili akıbetin ise bilinmediğini, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bu konudaki soruları yanıtsız bıraktığını söyledi. Dağlıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Örneğin 1972’de ABD’de, 1980'li yıllarında ortasında ise bizde yasaklanan DDT tarım ilacının parçalanma ürünü olan DDE'yi 2006-2007’de bölgemizde çalışılan anne sütünde, 2009’da yaptığımız diğer bir çalışmada ise cilt altı yağ dokularında tespit ettik.  Bu kirleticilerin nereden kaynaklandığı ile ilgili kafamızda soru işaretleri var. Bir diğer iddia bu yasaklı zirai ilaçların acaba illegal yollarla komşu ülkelerde gelip gelmediği.”


Antalya Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Vahap Tuncer ise, şu yorumu getirdi:  “Halihazırda, zararlı böceklere karşı sahada etkili bir ilaç yok. Üreticiler de, ürün kaybını önlemek için kendi imkanlarıyla bu gibi ruhsatsız ilaçlara ulaşıp ürünlerinde kullanıyorlar.” Tuncer, Türkiye’den ihraç edilen ürünlerde sıkı bir denetim söz konusu olsa da, iç piyasadaki ürünlere yönelik bir denetimden söz edilemeyeceğine dikkat çekti.

ÇİFTÇİ ÜRÜNLERİNİ SÖKÜYOR

Çukurova çiftçisi bugünlerde, ektiği narenciye ürünlerini yeniden sökmekle meşgul. Çünkü anlattıklarına göre Tarım Bakanlığı’nın kendilerine yol gösterecek bir pazar araştırması ve ekim programı hazırlamaması,  yurtdışında gördükleri narenciye çeşidini Çukurova'ya bilinçsizce uyarlamalarına neden olmuş. Sözkonusu çeşitler iç ve dış pazarda talep görmeyince de, bu yıl yalnızca tek bir ürün çeşidinde milyonlarca dolar zarar meydana gelmiş.

Son 15 yılda narenciyeyle kaplanan Çukurova tarlaları, devlet eliyle yapılan yanlışlar nedeniyle "bereketsizleşme" tehlikesiyle karşı karşıya. Uzun yıllar pamuk üretimiyle özdeşleşen Çukurova bölgesi, GAP’ın hayata geçmesiyle pamuk üreticiliğini Doğu’ya kaptırmıştı. Ardından,  Türkiye’de narenciye alanlarının az olması ve ürünlerin pahalı olması nedeniyle, Çukurova’ya ilk narenciye ürünleri ekilmeye başlandı.  Böylece, bölgenin narenciye üretimine oldukça uygun olduğu anlaşıldı. İlk dönemler çiftçinin yüzünü güldüren ve zamanla tüm Çukurova’ya yayılan narenciye, beraberinde çeşit bolluğunu da getirdi.


BİLİNÇSİZCE EKİM YAPILDI

Görüştüğümüz çiftçiler, farklı narenciye çeşitlerinin ovaya ekilmesinin, başlarda çok olumlu bir durum olarak algılandığını anlattılar. “Yurtdışına giden ya da üniversitelerin ziraat fakültelerinin kapısını aralayan çiftçi arkadaşlarımız, farklı narenciye çeşitleriyle Çukurova’ya döndüler. En çok İspanya’daki ürünleri burada uyarladık. Ektiğimiz ürün 5 yıl sonra meyvesini vermeye başladı” diye süreci anlatan çiftçiler, bir süre sonra yaşananların bekledikleri gibi olmadığını belirttiler.

“Limon, protakal, greyfurt ve mandalinanın farklı çeşitlerini Çukurova’ya uyarladık ama bu seçimler öyle bilinçsiz yapıldı ki, ekimi yapılan ürünler ne iç ne de dış pazarda alıcı bulabildi” diyen çiftçiler, Çukurova’yı bereketsizleştiren bu yanlışın ilk sorumlusu olarak Tarım Ve Köy İşleri Bakanlığı’nı gösterdiler. Çünkü Bakanlık’a bağlı Tarım İl Müdürlüğü, bugüne kadar çiftçiye yol gösterecek hiçbir çalışma yapmamış. Hangi ürüne ihtiyaç olduğuna yönelik bir pazar araştırması ve bir ekim programı, yıllardır bölgenin en önemli ihtiyacı durumunda. Sözkonusu çalışmalar yapılmadığı için bugünlerde Çukurova’daki birçok narenciye bahçesindeki ağaçlar yeniden sökülüyor.  Yalnızca bu yıl ve yalnızca bir tek ürün çeşidinde milyonlarca dolar zarar olduğu belirtildi. Bugünlerde ise çiftçi, ektiği ürünleri yeniden sökmekle meşgul.


TRAKTÖR VERİLİYOR OYSA FAZLASI VAR

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Çukurova Çiftçiler Derneği (ÇUKODER) Başkanı Ramazan Köziğ, “Son yıllarda hızla ekilerek sonradan sökülmek zorunda kalınan Minola, Clementine, Frement, Redbush mandalina ve greyfurt olmak üzere bu hatalar katlanarak devam etmektedir” dedi. Köziğ, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu alanda yaşanan en önemli sorunlardan biri de, narenciyeye teşviklerin çiftçiye yansımaması. Genellikle hatalı zamanlama oluyor teşvik alanında. Diğer yandan devlet önceliği olmayan alanlarda destek veriyor, örneğin ovada traktör fazlalığı varken çiftçiye traktör desteği verildi. Devletin bu yıl verdiği toplam 8 buçuk milyar destekten dengeli dağılım olmadı, orta ve küçük üreticiler bu destekten yararlanamadı. Bir başka sorun da kaliteli ürünün ödüllendirilmemesi. Bugün kaliteli ürünle kalitesiz ürün arasında fiyat farkı yok ne yazık ki. Tabii bir başka sorun da, ovada üreticilerin zirai ilaç bayilerine bırakılması. Gereksiz ilaçlamanın fazlasıyla yapılabiliyor olması. Tüm bunlar Çukurova üzerinde tehlike yaratan faktörler.”


ÜRETİCİ YETİŞTİRİCİLİĞİ BIRAKIYOR

Adana Ziraat Odası Başkanı Semih Karademir, Çukurova Bölgesi’nin tarımsal açıdan en önemli riskinin, üreticilerin artan girdiler karşısında ürünlerini maliyetlerin altında satması ve bu nedenle üretim yapamaz hale gelmesi olarak gösteriyor.  Buna bağlı olarak üreticilerin yetiştiriciliği bırakması sonucunda tarım topraklarının amaç dışı kullanılmasının,  bu alandaki bir diğer önemli sorun olduğunu belirten Karademir, çözüm önerilerini ise şöyle sıraladı:

“İnsan yaşamı için su ve ekmek ne ifade ediyor ise bitkiler içinde gübre aynı şeyi ifade eder. Bitkisel üretimin temel girdilerinden gübrede KDV’ nin %18 olması kabul edilebilir bir durum değildir. Tüm tarım girdilerinde vergiler başta Motorin olmak üzere ÖTV ve KDV kaldırılmalı veya minimize edilmelidir.  Bölgemiz üretim deseninde neredeyse yok olan pamuk tarımının canlandırılması için pamuk ile ilgili desteklemelerin geliştirilmesi bölgemiz için önem arz etmektedir. Verim ve kalite problemi olmayan bölgemizin en önemli ürünlerinden narenciye ve turfanda olarak yetiştirilen meyvelerin ihracatı için desteklemeler yeteri kadar artırılmalıdır. Tarım gelirinde ülkemizde 7. sırada bulunan ilimizin tarım deseninin tarla bitkileri grubu yerine ( Bazı ürünler hariç ) katma değeri yüksek ürünlerin ikame sine yönelik çalışmalar yapılmalı. Ve son olarak, gelecek için torunlarımızdan ödünç aldığımız tarım topraklarının korunması ve bölgesel tarım politikaları oluşturulmalıdır.”

Adana'da tarımsal faaliyet rakamları:

Adana ili toplam tarım alanı 539.000 hektar olup, yapılan tarımsal faaliyetler ise şöyle:


%82 Tarla Tarımı

%8   Meyvecilik

%8  Sebzecilik

%2  Nadas


Adana'da üretim miktarları:


2013 yılı önemli tarımsal ürünlerin üretim miktarları ise şöyle:

Soya: Türkiye geneli: 180.000- Adana: 119.074- Oran: Yüzde 75

Greyfurt: Türkiye geneli:  228.799- Adana: 170.414- Oran: Yüzde 74

Yer Fıstığı: Türkiye geneli: 141.263- Adana: 68.375- Oran: Yüzde 48.4

Mandalina: Türkiye geneli:  942.226- Adana: 270.842- Oran: Yüzde 28.74

Karpuz:  Türkiye geneli: 3.887.321- Adana: 775.616- Oran: Yüzde 19.94

 
ÇUKUROVA'NIN GERÇEĞİ: MEVSİMLİK KÖLELER  

Mevsimlik tarım işçiliği Çukurova ile sınırlı olmasa da, en yoğun yaşandığı yer burası. Sayıları  Çukurova’da 1 milyonu bulduğu tahmin edilen mevsimlik tarım işçileri, Hakkari’den, Malatya’dan, Van’dan, Antep’ten, Urfa’dan geliyorlar. Ulaşımları toplu halde kamyonlarla, kamyonetlerle, posta trenleriyle sağlanıyor. Tarla kenarlarında, bataklıklarda, yol boylarında, sulama kanallarının kenarlarında, sazlıklarda kuruyorlar çadırlarını. Şimdi ben de, Karataş’taki Çalkalı Köyü’nde, kamıştan yapılmış yol kenarındaki çadırlardan biriyim.

10 kişilik bir aile, küçük bir çadırda yaşam mücadelesi veriyor. Ailenin en küçük ferdi, 6 aylık Hasan’ın sağ eli enfeksiyon kapmış, boyundan büyük yaralar açılmış. Anneannesi, ilçedeki sağlık ocağına gittiklerini ama kimsenin ilgilenmediğini söylüyor.

Gençdağ ailesi, tam 30 yıldır Urfa’dan Adana’ya gelip çalışıyor. Bu yıl 15 Ocak’ta gelen ailenin 5 ferdi sabah erkenden çalışmaya başlayıp, gecenin bir yarısı çadıra dönüyor. Günde 12 saati aşan çalışma sürelerinin karşılığında ellerine geçen para ise kişi başı 30 lira. Hüseyin Gençdağ , “yağmurda çamurda gelip çadırı kuruyoruz. Pislik içinde kalıyoruz, donuyoruz. Ama başka ne yapalım? Başka çare yok” diye özetliyor durumu. Ve şu sözlerle devam ediyor:

“Çok zor koşullarda yaşamaya çalışıyoruz, anlatılacak gibi değil. Burda yemek yapmak bile havalar soğuk olduğunda imkansız hale geliyor. Temel gıda alışverişi için ilerde bir köy bakkalı var, oraya gidiyoruz ama orası da borca yazdırınca zam yapıyor, bu yüzden masrafları karşılamamız da güçleşiyor.”

Gençdağ ailesi, küçük çocukların okula gitmediğini, 11 yaşından itibaren tarlada çalışmaya başladığını anlatıyor. Ama çocuklar gelmek istemiyor, ne yapmak istediklerini sorduğumda onlar “okul” diyor.

Hüseyin Gençdağ, tarlalarda çalıştıkları bu 30 yılda hiçbir birikimlerinin olmadığını anlatıyor:

“Bizim kaderimiz galiba bu. 6 aylık gelinim şu an güneşin altında çalışıyor, bu küçük çocuklar da ömür boyu burda çalışacak. Her türlü haşeretin, yılanın, farenin içinde yaşamaya çalışmaktan bıktık. Bir gün de biri gelip neye ihtiyacımız olduğunu sormadı. Bir gün de devletten bir süt parası alamadık. Urfa’da toprağımız yok, hiçbir şeyimiz yok. Şurda bir tuvalet bile yok af edersiniz….”