Bereketli 'bal ülkesi' Malatya
Malatya, tüm güney bölgeleriyle Orta Anadolu’nun kesiştiği noktada. Sivas’a Tohma Köprüsü ile bağlı artık. Karasal iklim hüküm sürüyor, ama bu sene kış oldukça yumuşak yaşanıyor.
Fatih TürkmenoğluBu dönemde nasıl böyle bir cesaretim var, bilemiyorum. Antikorlarımın gücüne sığınıp memleketi dört koldan fethetmeye devam ediyorum. Yıllar evvel gittiğim, gördüğüm yerleri yeniden keşfediyorum. Ziyaret noktalarının bomboş oluşunun tadını doyasıya çıkartıyorum.
Malatya uçuşları, öyle hemen işini yap ve dön planına pek uygun değil. Gidişler genelde akşam saatlerinde, dönüşler öğlen uçakları falan. Öyle bir organizasyon oldu ki, bir gün gidişten, bir gün de dönerken fazladan kalmak zorundaydım. E ilçeler için mesafeler de üstüne eklenince, ben yarım Malatyalı oluverdim. Ancak bu durumdan asla pişman değilim; hatta herkese de tavsiye ederim.
BU KIŞ MALATYA’DA DA ILIK GEÇİYOR
Malatya, tüm güney bölgeleriyle Orta Anadolu’nun kesiştiği noktada. Sivas’a Tohma Köprüsü ile bağlı artık. Karasal iklim hüküm sürüyor, ama bu sene kış oldukça yumuşak yaşanıyor. Son yıllarda ardı ardına inşa edilen barajlarla şehrin mevsimi biraz değişmiş. Yaşlılar, o eski kışları, o insan boyu biriken karı anlatmayı çok seviyorlar.
Hititler, Asurlular, Medler, Persler, Romalılar, Bizanslılar; derken Osmanlılar’ın toparağı olmuş. Bilinen ilk ismi “Maldia” imiş. Araştırmacılar, bu ismin “Bal Ülkesi” anlamına geldiğini söylüyorlar. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte, şehrin adı Malatya olarak kayıtlara geçirilmiş.
Malatya Ovası, bereket kelimesinin neredeyse tasviri niteliğinde. Zaten “44 ayar altın” dedikleri kayısı, şehrin simgesi. Tüm dünyanın kuru kayısı ihtiyacının yüzde 85’i buradan karşılanıyor. Ama bir de kiraz var ki, daha önce kiraz mevsimine denk gelmiştim; aman, aman, aman!
Arslantepe Höyüğü, MÖ 5 binlerden 11. yüzyıla kadar olan yerleşimin kesintisiz olarak devam ettiği bir bölgede. Bölge, Bizanslılar zamanında da nekropol olarak kullanılmış. Kazı çalışmaları yıllardır devam ediyor. Sanıyorum biraz daha duyulmaya, bilinmeye ihtiyacı var. İnsanlık tarihinin katman katman ortaya çıkartıldığı, dünyaya önemli bir ışık olacak Arslantepe, tüm dünyadan ziyaretçi çekebilecek kadar güçlü. Bir ufak sorun var sadece: Bunun ne Arslantepe farkında, ne de dünya...
Size tavsiyem, Malatya’yı keşfetmeye önce şehirden başlamanız. Şehir dışını sonraki günlere bırakın ve yola sabah çok erken çıkın. Şehir içinde, özellikle akşam saatlerinde oldukça yoğun bir trafik olduğunu da unutmayın. Nüfusun ilçelerle beraber 800 bin olduğu şehirde bu kalabalık nereden çıkıyor, ben pek anlayamadım.
Ayrıca, Malatya mutfağıyla da iddialı. Lokantalar açılınca eminim çok daha fazla çeşit tatmak mümkün olacak. Bizi Kadın Girişimi Kooperatifi misafir etti. Her tür organik ürünü satıyorlar. Kiraz yaprağı, biber salçası, salça, üzüm yaprağı, ve daha neler. Aslında orası bir lokanta değil, ama yemek yapmışlar, ikram ettiler. Herşey çok lezzetliydi. Analı kızlı, kömbe denen bir tür el açması börek, bulgurlu bir köfte olan banık, sulu köfte, kayısılı kebap ve kayısı tatlısı vardı. Malatya mutfağının baştacı, bulgur. Neredeyse her yemek bulgurla yapılıyor veyaa bulgur da ekleniyor. Ayranı acılı yapıyorlar, acayip lezzetli oluyor. Bir de Darende’de farklı yemekler de varmış, maalesef bu sefer tadamadım hiçbirini. Hayat normale dönünce, dilerim en kısa zamanda...
KISA KISA MALATYA
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, müthiş bir yapı. 17. yüzyıldan kalma. Bir zamanlar şehrin ticari yoğunluğunu anlatması açısından önemli. 1224 yılında Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılan Ulu Cami, şimdilerde restorasyon nedeniyle kapalı. Şansının varsa kapılar açık oluyor. Firuze ve mor renklerdeki çinileri ve mozaikleri, inanılmaz etkileyici. Öyle bir cafcaf yok, tipik Selçuklu mimarisi. Ama sessiz ve vakur bir güzellik. Bayıldım ben.
Malatya Müzesi, oldukça küçük bir teşhir alanına sıkışmış. Küçücük alanına rağmen, çok yoğun. Hititler, Asurlar, hatta Tunç çağı eserleri sergileniyor. Biraz okuyup gitmek faydalı olur. Keşke yakın zamanda büyükçe bir yere taşınsa ve nadide eserler daha iyi koşullarda sergilenebilse... Müze gezisine Malatya Müzesi’yle başladım, en klasiğini en başta göreyim diye. Yoksa, öyle çok müze var ki. Çoğu da yeni açılmış. Hayretler içinde, ağzım açık dolaştım.
Oyuncak Müzesi, daha çok çocuklar için, ama yine de görülmeli. Fotoğraf Makinesi Müzesi, eşi benzeri olmayan bir yer. Asya ve Avrupa’nın en büyük fotoğraf makinesi müzesiymiş. İki binin üzerinde makina, binlerce aksesuar sergileniyor. Müzenin müdürü Emre İnan, işine resmen aşık. Konuklarla ilgileniyor, keyifle ve tutkuyla müzeyi etkileniyor. Her gelen misafirin fotoğrafını çekiyor.
Radyo ve Gramofon Müzesi, bir diğer girince çıkılamayan yer. Şöyle bir görüp güne devam ederim dedim, en az iki saat kaldım içeride. Müze gibi değil de, sanki, ne bileyim, çoğu yerinde kendinizi dedenizin, anneannenizin evinde hissedeceğiniz, sıcacık sarmalayan bir mekan. Genç kadro müzelerini çok güzel benimsemiş, çok iyi anlatıyorlar ayrıca.
Sanat Sokağı, şimdilik çok renkli değil. Herhalde yaz mevsiminde daha cıvıl cıvıl oluyordur. Akşamları belki müzik dinletileri, film gösterileri yapılıyordur. Bu mevsimde pek bir özelliği yok. Belki biraz daha ilgi istiyor, pek bilemedim.
Şire Pazarı, Malatya ticaretinin kalbinin attığı yer. Envai çeşit kuru kayısı, burada bulunuyor. Sarı, gün kurusu, yaprak, ekşi yaprak, dilimlenmiş, yumuşak, sert, pestil; herşey var. Araplar kayısıya “mişmiş” diyorlar, burada da halk arasında öyle. Çarşıdan bavulu tıka basa dolduracak kadar çok alışveriş yaptım. Ayrıca, her tür yöresel ürünlerin satıldığı dükkanlar da var yakınlarda. Şire Pazarı, gün boyu çok kalabalık. Bayılırım ben kalabalığa, çarşı pazara. Hayat olması gerektiği gibi akıyor havası gelir birden. Burası da tam öyle bir yer.
Hürriyet Parkı, şehrin ortasında, 20 dönümlük bir alanda kurulmuş. Bayıldım parka. Havalar müsade ettiği sürece, bu parkta tüm günü geçirmek mümkün. Meraklısına iki adet anı: Müslüm Gürses ve Muhterem Nur, bu parkın içindeki gazinoda tanışmışlar ilk defa. O meşhur tokat olayını filmden hatırlarsınız zaten. Diğer hatıra da, İbrahim Tatlıses ile ilgili. İlk sahneye çıktığı yerlerden birisi, Malatya’daki Hürriyet Parkı içindeki aile gazinosuymuş.
Ayrıca, Malatya’nın civarında başka parklar, piknik ve mangal yapılacak alanlar da var. Birkaç yere daha gittim ve çok etkilendim. Ama fazla uzatmayayım, çünkü şehrin biraz dışından başlayarak da geziye devam etmek lazım.
Levent Vadisi, dudak uçuklatan bir yer. Yarım saatlik bir araba yolculuğuyla ulaşılıyor. Bir nevi Grand Canyon diyebiliriz. Bahar ve yaz aylarında yürüyüş turlarıyla saatlerce kanyon içinde yürümek mümkün. Jeolojik deformasyon sopnucunda oluşmuş bir doğa harikası. Aşağı yukarı 30 km uzunluğunda bir vadi, yol boyu mağaralar ve kabartmalı kayalarla dolu. Bir de seyir terası yapmışlar, 100 metre yukarıdaki cam tabanlı terastan vadinin seyrine doyum olmuyor.
Darende, bence Malatya gezisinde mutlaka görülmesi gereken, çok özel bir ilçe. Kanyon ve Şifa Havuzu, o kanal boyu yürüyüş, çok huzurlu. Rafting de yapılıyordu eskiden, şimdi yasaklanmış. Bahçelerin de sulandığı dere suyu kirlenmesin diye. Günpınar Şelalesi’ni ziyaret ettim. Normalde kış mevsiminde donarmış, Pamukkale’yi andıran bir manzara olurmuş. Şarıl şarıl akıyordu ve çok güzeldi. Hava bir tık daha sıcak olsaydı saatlerce orada oturabilirdim. Ayrıca, Darende, inanç turizmi açısından da çok önemli. İlçedeki Somuncu Baba Türbesi’ni, her yıl binlerce kişi ziyaret ediyor. Anadolu sufiliğinin doğuşu ve yayılışında önemli bir rol oynayan Somuncu Baba, bu yıl ilk kez Bursa’da karşıma çıkmıştı. Biraz okumaya başladım. Meğer Darende’de son nefesini vermiş. Adına bir külliye yapılmış, türbesi de burada. Soyundan gelen torunlarının başında olduğu bir vakıf tarafından yönetiliyor. İnanılmaz temiz ve bakımlı. Bir de gördüğüm en konforlu umumi tuvaletler Darende’de. Kullanılan mermerlerden ışıklandırmasına, ısıtmadan armatürlere kadar, on numara beş yıldız. Ayrıca tertemiz.