'Benim yurdum yok kentim var'

Angelopoulos’un Altın Palmiye ödüllü filmi ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’ün, bir fikirden bir filme dönüştüğü süreci filmin ortak senaristi Petros Markaris bir günlükte topladı. Markaris, ‘Angelopoulos vefat ettikten sonra ben artık senaryo yazmak istemiyorum’ diyor.

Ayşegül Özbek / Cumhuriyet

İki yıl önce talihsiz bir kaza sonucunda hayatını kaybeden Yunan sinemasının önemli yönetmenlerinden Theo Angelopoulos’un Altın Palmiye ödüllü filmi “Sonsuzluk ve Bir Gün”ün, bir fikirden bir filme dönüştüğü süreci filmin ortak senaristi Petros Markaris bir günlükte topladı. İstos Yayınları’ndan çıkan “Sonsuzluk ve Bir Günlük” Anna Maria Aslanoğlu’nun çevirisiyle Türkçede. Senarist ve romancı Markaris’in filmin yapımı sırasında tuttuğu günlükten oluşan kitap, yalnızca bir filmin yapım sürecine değil, Angelopoulos ve Markaris’in 40 yıllık dostluğunun da izlerini taşıyor. “Yalnız iş birlikteliği değildi bizimkisi. Aile dostluğumuz da vardı. Birbirimizi çok severdik. Ölümü çok ağır geldi bana.” 1971 yılından beri Angelopoulosla birlikte çalışan Markaris geçen hafta ünlü yönetmenin doğum günü olduğunu hatırlatıyor. “Her zaman davet ederdi doğum gününe. Bir hafta önce arayıp ‘Benim doğum günümü unutma’ diyordu. Çok zor. Yani alışamadım, inanın bana. İki yıldan fazla geçti alışamadım...”

- İstanbul doğumlu bir Rumsunuz. Uzun yıllar Avusturya’da yaşadınız ve daha sonra Atina’ya taşındınız. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Benim “yurt” sözcüğüyle aram iyi değildir. Yani yurt dedikleri anda ben hangi yurda ait olduğumu kestiremiyorum. Çünkü ben İstanbulluyum. Yani Türk değilim, Yunan da değilim... Dil üzerinden Yunanistanlılarla, Yunanistan’la haşır neşir olabildim. Benim kentim var: İstanbul. Yani bir Yunanlının Yunanistan ile ilgili hislerini anlayabiliyorum, ama aynı hisleri kendimde bulamıyorum.

- Yaşadığınız yeri anadiliniz üzerinden belirlediniz öyle mi?

60 yılında iktisat okumak için Viyana’ya gittim. İktisat okumak babamın arzusuydu. Zaten bitirmedim de okulu. Ama bu Avrupa’yı görmem için fırsattı. Orada anadilimde yazma kararı aldım. Anadilim Rumca. Kararı aldığım zaman Atina’ya gittim. Eğer Almanca yazma kararı alsaydım, Avusturya’da kalacaktım. Neden Rumca diye soracak olursanız. Avrupa’daki yabancılar için yalnızlık çok korkunçtu. Avusturyalılar çok nazik insanlardı, ama bu güleryüzlülük kapı eşiğinde bitiyor. O yalnızlık insanı anne kucağına geri gönderiyor. Ve anne kucağının bir niteliği de dildir.

- Theo Angelopoulos hayatını kaybedeli iki yıl oldu. Sadece iş birlikteliği değil, 40 yıllık bir dostluk sizinkisi. Neler değişti hayatınızda?

Angelopoulos vefat ettikten sonra ben artık senaryo yazmak istemiyorum. Senaryolar için danışmanlık yapıyorum, konuşuyorum ama kendim yazmak istemiyorum. Angelopoulos’un vefatı benim hayatımda bir dönüm noktası gibi. Artık senaryo faslını kapattım. Bitiremediği filmi, “Öteki Deniz” çok iyi bir senaryoydu ve çok mutluydu çekimlerde. Sadece 12 dakikalık çekim yapabildi.

- Filmin senaryosunu yazarken ve çekimleri sırasında tuttuğunuz günlüğü ilk okuduğunda Angelopoulos’un tepkisi neydi? Aranızdaki tatlı-sert atışmaları da bırakmışsınız...

Tedirgindim başta. Çünkü atışmalarımız, tartışmalarımız da vardı içinde. Ama kitap çıkmadan önce okudu ve çok beğendi. Mutlaka çıkmasını istedi. İkimizin de karakteri birbirinden çok farklıydı. Bu farklılık işimizde çok faydalı oluyordu. Aslında Avrupa sinemasında yönetmenin hikâyesini anlatırsınız. Senaryo yazarının hikâyesini değil. Her zaman Angelopoulos bana “Benim bir hikâyem var, konuşalım” der ve öyle başlardık çalışmaya. Benim işim Angelopoulos’a hikâyeyi anlatması için yardımcı olmaktı. Ona hayran olduğum bir noktası vardı. Uzun tartışmalarımız sonunda, bir hafta buluşmuyorduk, sonra bir gün sabah 8’de arıyordu. “Hâlâ seninle aynı fikirde değilim, ama yeni bir fikrim var.” Ben buna hayrandım. Bütün problemleri yeni bir fikirle aşabiliyordu, unutuyorduk gerisini.

- Romanlarınızdaki her bölümün tek plan çekilmiş bir sahne olduğunu söylüyorsunuz. Senaryo yazımı romancılığınıza nasıl yansıdı?

Ben senaryo yazmaya dair Angelopoulos’tan çok şey öğrendim. Yeni bir romana başlarken aklımda tam oluşmuş bir hikâye olmaz. Ama başlamadan önce benim bir imgeye ihtiyacım olur. Eğer bütün romanlarımı okursanız başlangıcın bir anlatı değil, bir imge olduğunu anlarsınız. Bunu sinemadan aldım ben.

- Kitapta senaryo yazımı, hikâye oluşturma üzerine yaptığınız uzun konuşmalar var. Biraz da yazım sırlarınız açığa çıkıyor...

Senaryo yazana kadar aylarca konuşup tartışırdık. Politika, Yunan solu, aile üzerine... Bütün bu görüşme ve tartışmalardan sonra hikâyeyi yazmaya başlayalım artık diyorduk. Çok sonra senaryo doğuyordu. Bir de üçüncü bir kişi vardı aramızda biliyorsunuz. Tonino Guerra. Üçümüz bir arada hiç çalışmadık. Benimle başlar sonra Tonino ile görüşürdü. Öyle sanıyorum ki her ikimize de çok ihtiyacı vardı. Tonino filmin şiirsel tarafından, bense daha gerçekçi tarafından bakıyordum. Theo bu iki unsuru çok iyi barındırıyordu filmlerinde.