Ben resim çiziyordum babam onlara eskiz dedi

Paris Moda Haftası'nda "yeni bir yetenek" olarak lanse edilen ünlü modacı Cengiz Abazoğlu yeteneğini ailesinin keşfettiğini anlattı. Abazoğlu babasının tekstilci olmasının modaya yönelmesinde büyük payı bulunduğunu söylüyor.

cumhuriyet.com.tr

Cengiz Abazoğlu için “Hayatımda gördüğüm işine en aşık insan” desem yanlış olmaz. O, şu an hem Türkiye’de, hem de yurtdışında ismi bilinen ve sayılan modacılardan. Geçen ay Paris Moda Haftası’nda 2010/11 kış koleksiyonunu sergiledi. Abazoğlu başarısını sporcu disiplinine ve mesleğine tutkun olmasına bağlıyor. Biz de Paris sonrasında Abazoğlu’yla buluştuk ve Türkiye’deki moda anlayışı ve geleceği hakkında konuştuk.

- Öncelikle Paris’i soralım size, nasıldı?

Paris tahminimden daha da güzel geçti. Bu ikinci gidişim. Gerçekten rüya gibi geçti diyebilirim baştan sona. Çok olumlu eleştiriler aldım. Oradaki federasyonun da ‘yeni bir yetenek’ diye lanse etmesi çok mutlu etti beni. Çok etkilendiler. Çünkü benden yaklaşık iki saat önce Dior’un defilesi vardı, şapkaların üzerine kuş kanatları oturtmuştu. Benim de açılış kıyafetimde kadının gücünü temsil etmesi kartallar vardı. O kuşu orada görünce çok etkilendiler. Çünkü Galliano’nun Dior’a yaptığı koleksiyonlar her zaman insanları etkiliyor. Hep bekleniyor bu sezon ne yaptı diye. Dolayısıyla aynı şekilde düşünmek, aynı şekilde başa yerleştirmek orada benim açımdan çok kuvvetli oldu. Çünkü onu çok gözlerinde büyütüyorlar.

Sıfırdan hayal kurmak

- Sizden de bekleyecekler?


Orada sürekliliğe çok önem veriyorlar. Bir önceki defilede ‘Güzel bir koleksiyon, umarız devamı gelir’ yorumları yapılıyorken, 2 ay sonra kış koleksiyonumu sununca onlar da etkilendi. Şimdi ocak ayında tekrar gideceğim yaz koleksiyonumu sunmaya. Bu üçüncüden de sonra artık kabul ettirmiş olacağım kendimi. Çünkü önemli internet sitelerinde fashion show diye girdiğinizde Chanel ve Christian Lacroix’nın arasında duruyorum. Kendi kendime bugünü de gördüm ya tamam artık gerisi önemli değil dedim.

- Ne hissediyorsunuz peki?


Sıfırdan bir hayal kuruyorsunuz. O kumaşlar, balenler, telalar, boncuklarla bir eser meydana getiriyorsunuz. 30-35 parçalık koleksiyonda bir elbiseden öbür elbiseye geçerken bir yumuşaklıkla birbirine bağlantısı oluyor. Bu anlamda koleksiyon yapmak, bir bütünlüğü yakalamak çok zor. O on iki dakikada siz orada oturan, yıllardan beri yüzlerce tasarımcının koleksiyonunu profesyonelce izleyen o gruba, hikâyenizi sesinizle müziğinizle, ışığınızla koleksiyonunuzla vermelisiniz, bir büyü ortamına sokmalısınız, oradan çıktığı anda da sizinle ilgili güzel cümleler kurdurtmalısınız. Bu o kadar zor ki...

- Peki, siz kendi yeteneğinizi nasıl keşfettiniz?


Beni ailem keşfetti. Çocukluk yıllarımda yaptığım resimler benim için kız resimleriydi. Fakat babam tekstilci olduğu için onları birer eskiz ve tasarım olarak gördü. Tabii ki kendisi de tasarımcılarla haşır neşir olarak kumaş üretimi yaptığı için bilinçliydi. Benim resme karşı bir ilgim vardı, babam tekstilci olmasaydı onlara resim olarak bakacaktı, beni de güzel sanatların resim bölümüne yollayacaktı. 10-12 yaşında kol kalıbı nasıldır, beden kalıbı nedir bilirdim. Ben bir firmada yardımcı tasarımcı olarak işe başladım. Ona izin verdi. Siz devamlı çıtanızı yükseltmek için çaba harcar, sebat eder, direnir, inanırsanız muhakkak bir noktaya gelirsiniz. Yeteneğin önünü tıkasanız bile o muhakkak çatlağını bulur.

- Siz de 12 yaşında başladığınıza göre çok mutlu olmalısınız?

Ben hobimi meslek haline dönüştürmüş ender şanslı kişilerden biriyim. Ben evdeyken de yine moda dergisi karıştırıyorum. Fashion Tv izliyorum, bu benim yaşam biçimim.

- Sıkılmıyor musunuz?

Asla. Bir tek sokakta olduğum zaman ya da bir restoranda, devamlı elbisede bir gözüm var ve devamlı hata arıyor. Bende müdahale etme isteği uyandırıyor. Devamlı o omza bakıyorum. Bu kadının etek boyu 2 cm daha kısa olsa bacağını daha güzel gösterecekti diyorum ve odaklanıyorum. Artık çözümü buldum. Nefes alıp kafamı başka yere çeviriyorum. Ama ‘artık defile görmek istemiyorum’ dediğim olmadı.

Senaryo oluşturuyorum

- Önümüzdeki sezon için neler yaptınız?


Önümüzdeki kış koleksiyonumda hazır giyimde ince yünlüler krepler yumuşak dokulu kumaşları tercih ettim, vücudu sımsıkı saran hatlar değil de sıyırıp giden küçük elbiseler hazırladım. 1960’lı yıllardan esinlendim. Küçük detaylar ince fitiller, kordonlar, mat malzemeyle yaptığım metallerle karışık işlemeler kullandım. Gece koleksiyonunda uçuşan malzemeler kullandım, baton yakalar, küçük kollar, belirginleşmiş beller. Sade bir koleksiyon diyebilirim ama minimal değil. O sadeliğin içinde farklı detaylar kullandım. Haute couture için tamamen gece kıyafetleri hazırladım baloları hayal ederek.

- Her koleksiyon için başka bir şey düşünüyorsunuz galiba?

Ben bir senaryo oluşturuyorum kafamda. 2010 yazında bir anne kız hayal ettim o anne kızı seyahate gönderdim, öğlen yemeğine, akşam üstü kokteyle gittiler, eğlenceye gittiler, o kızın nişan töreni oldu. Bir senaryo içinde günlere böldüm. Bazen 2 gün kapandığım oluyor.

 

İstanbul’un sokak modasını çok beğeniyorum

- İstanbul’u nasıl görüyorsunuz?


İstanbul’da öncelikle sokak modasını çok beğeniyorum. O kadar hoş kombinler var ki sokakta. Türkler modayı seviyor bence. Anadolu’ya baktığınızda yemenisiyle yeleği altında şalvarı bir sürü rengi bir arada bulunduruyor ve hepsi uyumlu. Kimi insan modayı çok abartıyor, onu bir yaşam biçimi haline getiriyor, çocuğunun eğitiminden bile daha önemli oluyor o gün giyeceği giysi. Ben bunlara karşıyım ama bunu hayat içinde mutluluk veren eğlenceli bir hale dönüştürürlerse bence hoş olabilir.

- Peki Türkiye’de moda algısı gelişti mi sizce? Buradan da önemli tasarımcılar çıkacak mı?

Kendi ülkemiz açısından önem taşıyor çünkü dünyada büyük moda evleri var ve zincirlere üretim yapan bir konumumuz da var. Tek problem şurada: Markalarımızın kendi ülkemizden çıkma probleminin ve sanayinin tasarımcıyla yan yana durma fikrinin henüz oturmadığını düşünüyorum.

- Aslında modacılara destek veriliyor, bir araya geliyorlar.

Ben bu anlamda çok fazla vizyon sahibi kişlerin bir araya toplandıklarını düşünmüyorum. Örnekleri de var, AB’de bireysel destekler yapılmıyor, haksız rekabet doğurduğu için. Ama burada desteklenip beş yıl boyunca başka moda haftalarında koleksiyonlarını sergileme fırsatı bulmuş kişiler var. Bir koleksiyonun ortalama üç bin euro bütçesi var ve beş yıl boyunca 10 koleksiyon üç milyon euro eder. Öyle bir fırsat tanındığında bu fırsatı tanıyanlar finali bir kontrol etmez mi? Üstünden iki yıl geçmiş, dört sezon demek bu. Devam edememişler moda haftasında koleksiyon sergilemeye. Bunu neden yapamadın diye sorgulanmaz mı? Bizde kontrol mekanizması da yok. Önce bizim değişmemiz lazım. Maalesef Türkiye işin hammaliyesini yapmaktan bir nokta daha ileriye gidemeyecektir önümüzdeki en az 30 yıl boyunca.

- Neden?

Dün İhracatçılar Birliği’nin bir dergisi elime geçti; bir veri vardı. 30 yıl sonra Türk tekstili şuraya çıkacak, ihracatımız bu noktaya çıkaracak... Tam 20 yıl sonrası için verilen rakam Almanya’nın 10’da 1’i değil.

- Peki nasıl gelişeceğiz sizce?

Sıkıldık parası olmayan turist ağırlamaktan diyor otelciler. Bravo! 2010 yılında mı aklınız başınıza geldi? Siz zengin turisti nasıl getireceksiniz? Modanız olacak, yabancı markalar onun zaten ülkesinde var. Siz kendi modanızı, kültürünüzü, değerlerinizi iyi tanıtacaksınız. Siz o tepedekileri getirmeyi becerirseniz alttakiler onların peşinden gelir. Siz buna sırtınızı dönemezsiniz. Turizm önemlidir ama otelin içinde lüks butikleri, takıları olmazsa o kadını mutlu edemezsiniz.