Ben Küba

Küba Devrimi'nin üzerinden 50 yıl geçmişken, bugün dünya, bir halkın kült hale gelmiş o direnişini konuşmaya ve idealize etmeye devam ediyor.

cumhuriyet.com.tr

Batista rejiminin, Fidel Castro önderliğinde yepyeni bir hükümet kurularak yıkılmasının ardından geçen bunca yıl, sosyalizmin yıkılmasının ardından bile, varlıklarıyla ve isimleriyle sözde gelişmiş ülkeler için tedirginlik yaratan bir gerçek olmaya devam ediyor. 

1959 yılında Batista rejimine karşı gerçekleşmiş olan bu hareket aralarında Fidel Castro, Che Guevara, Raul Castro gibi direnişçilerle bir rejimin halk desteğiyle yıkılmasını adeta mücadele simgesi haline getirmiştir. Bu liderler Küba’yla özdeşleşerek bundan sonra, toplumsal desteği de arkalarına almışlar ve dünya için önemli, umutlu bir simgeye dönüşmüş, kotalara, engellere ve yaptırımlara rağmen bir halkın onurlu tarihine imza atmışlardır. 

Aradan 50 yıl geçmiş, dünya siyasi konjonktüründe çok şey değişmiş, yeni dünya düzeni içinde kavramlar başka türlü tartışılmaya başlamış olsa da, örtülü biçimde hâlâ sosyalizm, neo politikalar izleyen ülkeler için tehdit unsuru olmaya devam etmektedir. Küba gerçeğinin bugün tarihsel ve toplumsal arka planlarıyla tekrar irdelendiği düşünülecek olursa, bunun ciddiyetle tartışılması gereken bir direniş olduğunun, gelişmişlik düzeyinin içerdiği bağlamın bir toplumu gerçek kılan bir varlık mücadelesi olduğunu da bir kez daha anlamış oluyoruz. Bir coğrafyanın bağımsız ruhlu özgürlükçü çocuğu Küba’dan dünyadaki birçok liderin öğreneceği tarih içinde çok şey olmuştur.

Ben Küba... Gemiler şekerimi aldılar ve yerine gözyaşı bıraktılar... Şeker tuhaf şey Senyör Kolomb. ..İçinde o kadar çok gözyaşı olmasına rağmen, tatlı... Mikhail Kalatozov’un Ben Küba filmi, bu yıl İf İstanbul’da Küba devriminin 50. Yıl şerefine seyirciyle buluştu.

The Cranes Are Flying – Leylekler Uçarken filmiyle anımsayacağımız yönetmenin Ben Küba filmi de hem sinemasal bakış açısı hem de dönemine göre cesur teknik denemeleriyle ses getiren bir film oldu. 1964 yılında Sovyet-Küba ortak yapımı olarak çekildikten sonra sadece bir kaç gösterimden sonra adeta seyirciden uzak unutulmaya bırakılmış bu filmin artık izleyiciyle buluşması için herhangi bir tehlike kalmamıştır. Sovyet yönetmen Kalatozov şair ve yazar Yevgeni Yevtuşenko ve Enrique Pineda Barnet ile filmin senaryosu için çalışır. Sovyet ekip için bir devrim filmi çekmek heyecan vericidir. Daha önce hiç bulunmadıkları topraklara giderek, epik anlatımlı bu etkileyici filmi çekmek için çok çalışırlar.

Film dört farklı hikayenin bir araya gelmesiyle oluşan epizodik ve güçlü bir anlatıma sahip. İlk hikaye, aşk yaşadığı meyve satıcısıyla evlenmek isteyen ama bir yandan da fahişelik yapmak zorunda olan Maria’nın hikayesidir. İkinci hikaye, şeker kamışı tarlasında çalışan çiftçi ailesinin, toprak sahibinin mülkünü United Fruits’a satılmasının hikayesidir ki bu da son derece anlamlıdır.

Emekle ürettikleri topraklarda yaşam mücadelesi veren bir ailenin karşı karşıya kaldığı bu durum, kendi topraklarında yabancılaştırılan ve atıl bırakılan insanların yaşadıkları durumu epik anlatımla tartışmaya açan etkin bir hikaye olmuştur.

Üçüncü hikaye, Batista rejimine karşı direniş gösteren öğrencilerden biri olan hatta lider konumundaki Enrique’nin hikayesidir. Fidel Castro’nun öldüğü haberini yayarak direnişi kırmayı hedefleyen rejime karşı mücadele eden öğrencileri konu alan hikayenin anlatımında önemli ayrıntılar vardır. Çünkü bir öğrenci hareketinin halka nasıl yayılabileceği ve nasıl etkin olabileceği ile ilgili önemli mesajlar içermektedir.

Dördüncü hikayede ise, bir dağ evinde yoksullukla yaşarlarken bombaların altında çaresizce kalan bir ailede babanın bu olaydan sonra gerilla hareketine katılmasının ve bu isyanın öyküsünü görürüz. Filmdeki karakterlerin her biri son toplamda bir direnişin ve devrimin parçaları olarak bu fikri oluşturan nüvelere dönüşmüştür. Öğrenciler ve işçiler bu hikayede sınıfların temsilcisi olarak anlatılmak istenmiştir.

İlginç olan şudur ki, otuz yıl sonra Martin Scorsese ve Francis Ford Coppola’nın desteğiyle saklandığı raflardan indirilerek seyirciye tekrar kazandırılan bu film, tıpkı diğer siyasi veya devrimi anlatan filmlerde olduğu gibi zamanında kitleleri etkilemesinden korkulmuş önemli bir filmdir. Yönetmenin Leylekler Uçarken filmindeki bir söz, aslında Ben Küba’nın bakış açısını anlatmak için de yeterli olacaktır. Ölüm sinsice yurdumuza sokulurken rahatımıza bakarak, eskisi gibi yaşamımızı sürdüremeyiz. Kalatozov, sosyal gerçekçilikten çok şiirsel ve epik anlatımla kusursuzca bir araya getirdiği bakış açısını, diğer filmlerinde olduğu gibi bu filmde de coşkuyla ortaya çıkarmayı başarmıştır. Ben Küba sinema tarihinde es geçilmemesi gereken önemli bir anlatımdır.