‘Ben hâlâ akustik bir kadınım’

Yengi, zamana uymak gerektiğinden bahsetse de hâlâ akustik bir kadın olduğunu söylüyor: ‘Sosyal medya yalnızlaştırıyor. Bir şeyleri kolay elde etmek tatminsizleştiriyor’

Ceren Çıplak

Kayıt için ‘akıllı telefon’umu açıyorum. Bir yanımda da laptop. Kâğıt kalem yok. Aşkın Nur Yengi şöyle bir bakıyor bana. “Ne kadar mekaniksin” diyor ve ekliyor: “Önceden kâğıt kalemle karşıma çıkardınız.” Aşkın Nur Yengi zamana ayak uydurmaya çalışıyor ama dijital dünyaya çok dahil olmadığını bana her defasında hissettirmeye çalışıyor. O yüzden de sohbetimiz sırasında “Ben hâlâ akustik bir kadınım” diyor. Aşkın Nur Yengi dakik, dikkatli, esprili. Bir o kadar da duygusal. “Aşk’tan Olsa Gerek” adlı yeni albümü Sony Müzik’ten çıkan Aşkın Nur Yengi ile 90’lardan başladık sohbete...

-Yeni albümünüzü dinlerken dönüp yeniden eski şarkılarınızı dinledim. Neden 90’lar daha samimi geliyor bize?

Çünkü hayat da daha samimiydi. 90’lar hayatın samimiyeti gibi aşkın da samimi olduğu bir dönemdi. Dolayısıyla şarkılar da duygu anlamında daha ulaşılır, daha inandırıcı, daha tekrardan uzak şarkılardı ve size öyle ulaşıyordu. Şimdi bütün şarkılar birbirinin tekrarı, melodiler küsmüş, yapacak bir şey yok. Ama yine de bizim çıtamız yüksek olduğu için gerçekten şarkıcılık isteyen şarkılarda kararlı olmaya devam ediyoruz. İşin merkezindeki bir kimlik olarak söyleyebilirim ki 90’lar benim için de çok güzeldi. Önemliydi, ama o orada bitti. Zaman sana uymazsa sen zamana uyacaksın. Bir laptop, bir telefon iki tane alet getirmişsin yanına. 90’larda bunlarla mı konuşuyordunuz benimle. 90’larda kalem kâğıtla karşıma geliniyordu. Sen de mekaniksin şu an.

-Siz de bugün karşımıza müziğinizle dijitalleşerek çıktınız. Albümdeki bazı parçaların alt yapısında elektronik sound var.

Bu dünya soundu. Hızlı şarkılardan yola çıkarak böyle söylüyorsunuz. Aslında müzikal olarak dinlediğimizde çoğu parçanın akustik olduğunu anlayabiliriz. Dünyadaki müziği bir kenara koyamazsın. Sadece “Altın Kaplama” ve “Haftasonu” adlı şarkılarda elektronik sound var. Soner Sarıkabadayı soundu bu, iyi şeyler yakalıyor. Kendi şarkısının kendi aranjmanını seçiyor. Kendi aranjmanını yaptırtıyor ve sana öyle sunuyor. Bu da bu zamanın profesyonelliği. Biz eskiden böyle çalışmıyorduk.

Nasıl çalışıyordunuz?

Biz günlerce, saatlerce stüdyoda enstrüman enstrüman deniyorduk. Bu ciddi bir zaman kaybıydı ama akustik bir ortamda akustik anlayış içerisinde yapılıyordu. Bu albümde “Elin Oğlu” ile “Çağırma Lütfen” akustiktir. Bu parçaları “Şarkı gibi şarkı oh be!” diye doya doya dinleyebilirsiniz. Mistir. Nefes almak, oksijen almak gibidir.

-Bugün albüm çıkarmak ne kadar zor?

Benim müzikal anlayışıma göre çok zor. Uzun bir süre şarkı aradım.

-Bir şarkıda sizi ne yakalıyor ve onu seçiyorsunuz?

Samimiyet, sahicilik, ifade gücü, sözler ve sözlerin hayatın içinden olması. Sözlerin günlük yaşantıya kadar inmiş olması. Eskiden, daha dolambaçlı, teşbihle anlatmaya gayret ederdik. Belli başlı söz kalıpları vardı. Şimdi öyle değil. Düz yazıyla da anlatılıyor. Günün, yaşamın içerisindeki herhangi bir başlığı da şarkıya katarak anlatabiliyorsun.

-Başka ne değişti?

Her şeyden önce stüdyo ortamı değişti. Teknik imkânlar farklılaştı. 90’larda insan sesinin değeri daha önemliydi. Şimdi yanlış söylediğin notayı bile alete basıp düzeltiyorlar. Hatta sen düz oku onlar melodrama sokar. İstediğin melodiyi verebiliyorsun. Teknik olarak her şey mevcut. Ama sesim, şarkıcılığım varken varsın detonem duyulsun. Sahicilik buradan geçiyor. O zaman yüreğe değiyorsun. En önemli değişim bu. İyi performans sergileyen virtüözü stüdyoya çağırdığın zaman büyük maliyet oluyor. Bir albüme bir şarkıyla 100 bin TL’den kapı açıyorsun demektir. Albümlerden 15-20 senedir para kazandığımız yok. Artık çoğaldık..

-Pek çok ismin mesela Instagram’da 500 bin takipçisi var ama sokaktaki adam onu tanımıyor!

O takipçiler de satın alınıyor. Geçen gün biri bana “Garanti 15 bin takipçi” diye bir şey atmış. Bu ne demek şimdi? İnsan mı satın alacağım? Sosyal medya ile aram yok.

-Zamana uymak gerekiyor diyordunuz...

Ben hâlâ akustik bir kadınım. Sosyal medyanın beni yalnızlaştırdığını düşünüyorum. Bir şeyleri kolay elde etmek tatminsizleştiriyor. Bir şeyleri mücadele ederek yakalamak daha sağlıklı. O yüzden benim akustiğim bozulmaz. Rahat ol sen.

-“Altın Kaplama” adlı şarkıda “taraf olmadım sen giderken” diyor. İnsan ilişkide hep kendi tarafını mı tutuyor? Gidene “gitme” demek de kendi tarafını tutmak değil mi? İlişkide de fan mı oluyoruz?

Empati çok önemli. Birbirine tarafsız bakabilmek çok önemli. Canı acıdığı her an insan kendi tarafına dönüyor ama.

-Şarkılar hep aşk üzerine. Siz nasıl bir aşk kadınısınız?

Aşkı hamur gibi yoğura yoğura severim. Zaman öyle bir değişmiş ki... Ayrı evlerde oturalım, arada sırada görüşelim, mesafe olsun, böyle daha uzun vadeli olur deniyor ya! Mesafenin ilişkiyi güçlendireceğini düşünmek çok hesaplı bir yaklaşım. Cılız ve mesafeli bir sevdaya dahil olamam. Aşkın içinde matematik yok.

‘Popçu, şarkıcı kimliği altında insanlar çıkıyor’

“Bugün albüm yapmak çılgınlık. Sadece internette satılırsa ne albüme dokunabilirsiniz, ne albümde çalan isimleri görebilirsiniz...”

-Televizyon ile müziğin ilişkisi bitti mi?

Artık televizyonda telif hakkı diye bir sistem yüzünden kimse müzik programı yapmıyor. Evlilik programları var! Talep var ki izleniyor diyeceksin ama insanlar ne verirsen onu alıyor. Artık başka hiçbir şey verilmiyor ki ekrandan. Halbuki müzik hep yanımızda. Üzüntünde de sevincinde de hasretinde de kederinde de müzik hep yanında. Her yerde melodi var. Hayatımızın her yerinde melodi var.

-Jürili müzik yarışmaları var..

Şov programı haline getiriyorlar. Önemli saydığın sanatçıların önünde şarkı söylüyorsun, arkanda profesyonel bir grup çalıyor. Alkış alıyorsun... Büyük bir anı olarak kalıyor ama oradaki umutlar ne olacak? O yarışmalardan kaç kişi piyasaya girebildi ki... Ticaret yapabilmek için insanların hayallerini acıtıyorsun.

-Peki bu nasıl doğru yapılabilir?

Yapım şirketi ile anlaşılır. Yarışma noter huzurunda yapılır. Yarışmanın birincisine aslan gibi 5 albüm, hadi akşam pazarı olsun, üç albümlük bir anlaşma yapılır. Ve o insan bilir ki bu yarışmadan galibiyetle çıkarsa hayatında ciddi bir müzikal başlangıç olur. Umutları boşa gitmez. Zaten amaç da geleceğin starını bulmak değil mi?

-Bugünkü starlar çok çabuk unutuluyor. Neden?

Nasıl ki günde yüz tane araba trafiğe çıkıyorsa, günde yüz tane de star çıkıyor. Popçu, şarkıcı kimliği altında insanlar çıkıyor. Bugün A sınıfı bir sanatçının bile yapımcı, albüm yapacak şirket bulamadığı bir dönemde kim, ne yapsın? Kolay mı bir albümde o kadar şarkıyı yan yana getirmek, paraları cidden ortaya dökmek.

 -Bir albüm çıkarmak için minimum ne kadar bütçe gerekli?

En az 500 bin TL. Bunun geri dönüşü var mı? Hatta kendi cebinden bile veriyorsun. Bugün albüm yapmak bir çılgınlık aslında. İstiyorlar ki sadece internet ortamında satışa sunulsun ama o zaman ne albüme dokunabilirsiniz, ne albümde çalan isimleri görebilirsiniz... Böyle dolabınızda eski albümler diye bir bölüm olmaz! Anılarımızı yok ediyoruz tek tek.

‘Gelecek nesil adına korkuyorum’

-Türkiye gündemine dair neler söylemek istersiniz?

Herkes gibi büyük üzüntü içerisindeyim. Her anne gibi kaygılar yaşıyorum çünkü bu evlatlar bu ülkede yaşayacak. Çocuklarımızın psikolojisi açısından baktığımız zaman endişeli, korkan, huzursuz bir toplum yetişecek... Yeni kuşağın huzursuz olmasını istemiyorum. Gözümü kapadığım zaman gazetede, sosyal medyada, çocukların bile görebileceği kadar rahat gösterilen o fotoğraflar beni korkutuyor, üzüyor. Gelecek nesil adına korkuyorum. Ama beni ve benim gibi düşünenleri yaşatan en önemli şey umut. Çocuklarımız umudumu canlı tutuyor. Yarınlar onlarla çok güzel olacak...

‘Bu ülkede dik durmak zor’

-Dövmelerinizinden bahsediyorsunuz ama bilmiyoruz anlamlarını.

Gösteremeyeceğim yerlerde kusura bakma. Japon felsefesinde “cesur olmak için cesaretli, cesaretli olmak için cesur olmak gerekir” sözü vardır. Lotus dalgaları vardır. Bunu simgeleyen bir dövmem var. Bir dövmemde de çiçeklerin arasında kızımın adı yazılı.

-Siz cesaretli misiniz?

 Bu ülkede dik durabilmek zor. Herkesin herkesi parçalamaya hazır olduğu, yok etmeye hazır olduğu bir ortamda onlara bulaşmadan temiz olarak çıkabilmek zor. Bunun içinde cesur ve cesaretli olmak gerekiyor. Şu dijital sisteme uymayarak yaşamaya çalışmak da cesaret. Kâğıt kalem ilişkisini daha çok seviyorum. Gizemli ve düzgün kalabilmek, hayatın verdiği güzellikleri doğru karşılayabilmek cesaretli ve cesur olmayı gerektiren bir şey.

-Gizemli olmak... Aslında açık yaşamak cesaret değil mi?

Nasıl açık olabilirsin ki... Parçalamak isteyen aslanlar var. Arenaya girdiğin an parçalarlar. Bu mesleği yaparken o kadar özgür yaşayamazsın. Öyle bir hakkın yok! Var da yok! Çünkü kendilerine göre bunu sana hak saymıyorlar. Bu da “halka mal olmuş sanatçı” adı altında geçiyor. Bu tanım hoşuma gitmiyor. Zaten yaptığımız işin bedelleri var. Fazlasıyla da bu bedeli ödüyoruz. Özgür yaşayamamak gibi...

-Bugün bir yerde yakalanmak mı yoksa politik anlamda hedef olmak mı sizi daha korkutuyor?

İkisi de korkunç. Mesela arkadaşımla oturuyorum, saçsız arkadaşıma “dazlak” yazıyorlar. Bu hakaret ve bir ayıp. Bunu kabul edemiyorum.