Belçika’dan büyük arazi terk edildi

Tarımın ve hayvancılığın dünyaya yayıldığı topraklar... 10 bin yıl önce, ilk buğdayın, ilk arpanın ıslah edildiği kutsal Anadolu... “ adam diksen adam biter” Ege’nin bereketli tarlalarında... Ancak çiftçi dertli, şaşkın, kaygılı... Hükümetin çölleştiren politikaları nedeniyle bir ülke büyüklüğündeki toprak terk edildi.

Tuncay Mollaveisoğlu

Eşsiz bereketi ile Anadolu her yıl artan oranda üretimden koparıldı. Çiftçiler, 2005 yılından 2018 yılına kadar 3.5 milyon hektarlık araziyi ekmekten vazgeçti. Daha doğrusu şartların sürdürülemez hale gelmesi sonrasında çiftçi zorunlu olarak tarımdan uzaklaştırıldı.

2005’te 26.6 milyon hektar olan tarım arazisi yüzde 13 küçüldü! Çiftçinin sırtını döndüğü toprakların içine Belçika’nın rahatça sığacağını söylersek, tarımdaki ihanetin boyutu daha net anlaşılabilir.
Tarım topraklarındaki daralma Ege’yi de kapsıyor. Yüzde 12’lik payla Türkiye’nin en önemli tarımsal üretim sahalarından Ege’de de çiftçiler üretimi terk ediyor. Son 13 yılda Ege’nin tarım arazisi yüzde 9 oranında küçüldü!.. 3 milyon 34 bin hektardan, 2 milyon 765 bin hektara geriledi...
Ege’nin kıyılarındaki Akdeniz iklimi ile iç kesimlerindeki karasal iklim; incirin, üzümün, zeytinin... tahıl, şekerpancarı, tütün ve pamuğun üretimi için çok uygun koşullar hazırlıyor.
Tarım istihdamı açısından da Ege, 834 bin üretici ile Türkiye’de ilk sırada yer alıyor. Ancak toprakların küçülmesi istihdamın da benzer şekilde gerilemesine neden oldu. Ege’de tarımın istihdama katkısı yüzde 29’dan yüzde 20’ye geriledi.

Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık yıllardır yaşanan çölleşmeye dikkat çekiyor; “ İstihdama ve üretime sağladığı büyük katkı göz önünde bulundurulduğunda, tüm ülke tarım alanları gibi Ege Bölgemizdeki tarım alanlarının da boş bırakılmak ya da amaç dışı kullanılmak yerine üretime yönlendirilmesini sağlayacak tarım politikalarına ihtiyaç var” diyor.

Rakamlar çarpıcı
Türkiye en büyük dövizi pamuk ithalatına ödüyor. Yalnızca geçen yıl 1.4 milyar dolar pamuk için harcandı. Oysa Ege dünyanın en önemli pamuk üretim alanlarından biri. 2018’de Türkiye’nin ihtiyacı olan 980 bin ton pamuğun 206 bin tonu Ege’de üretildi. Ancak pamuk ekim alanları da yıllar içinde daraldı! 2005-2018 arasında yüzde 27 oranında pamuk üretim sahası terk edildi! Sektörün ise pamuğa ihtiyacı her geçen gün artıyor.

Yine bölgenin en önemli üretim kalemlerinden tütün yüzde 38 küçülme ile başı çekiyor. Geçen yıl 80 bin ton tütün ihtiyacının 52 bin tonu Ege’den sağlandı. AKP’li yıllarda tütün üretim alanı 113 bin hektardan 70 bin hektara geriledi.
Buğdayın anavatanında dışa bağımlı olmak gibi bir çöküntünün içindeyiz. 2018 yılında 5.8 milyon ton buğdaya 1,3 milyar dolar ödendi. Aynı yıl Türk üreticileri ise 20 milyon ton buğday üretti. Ege’nin payı buğdayda 1.6 milyon tonu buluyor. Ahmet Atalık buğdayın stratejik önemine dikkat çekerek bakın ne söylüyor,

“2005 ve 2018 yılları arasında buğday ekim alanlarımız 789 bin hektardan 620 bin hektara düştü. Yani yüzde 21 küçüldü. Kuşkusuz buğday üretiminde kendimize yeterliyiz. İhracata yönelik hammadde olarak buğday ithal ediyoruz. Ancak çiftçinin ekmekten vazgeçtiği buğday alanları tekrar üretimde kullanılırsa, Türkiye’nin buğday ithal etmeye ihtiyacı olmayacaktır. İthalata ödediği milyar dolarlar ülkemizde ekstra kazanç olarak kalacaktır.”

Ege’de üretilen üzüm ve incirde de durum farklı değil! Türkiye’deki toplam 4 milyon tonluk üzüm üretiminin 1.8 milyon tonu Ege Bölgesi’nden sağlanıyor. AKP’li yıllarda üzüm üretim sahası da yüzde 5 oranında daraldı. Yaş incirde ise Türkiye üretiminin yüzde 77’sini Ege Bölgesi karşılıyor.
Üretim sahası daralan ürünler arasında bu karamsar fotoğrafa oturmayan tek ürün zeytin...
Zeytinde toplam üretimin yüzde 50’sini Ege’deki üreticiler karşılıyor. Yağlık zeytinde de yüzde 40’ın üzerinde bir payı var Ege’nin... Son 13 yılda zeytinlik alanlarının büyüklüğü 390 bin hektardan 446 bin hektara genişledi. Üretimdeki çölleşmeye karşı zeytin üretim alanındaki yüzde 14’lük genişleme tek teselli...

Peki, tarımın dibine kibrit suyunu dökenler kimler? Neden dünyanın en stratejik sektörü tarım; Türkiye gibi hem kendisi hem de dünya için bir üretim adası olacakken çölleşmeye terk edildi? Ahmet Atalık sorumu yanıtlıyor;
“Ülkemizde 12 Eylül 1980 sonrası uygulamaya konan neo-liberal politikalar çerçevesinde tarım, gelişmiş ülkelerde hâlâ uygulanmayan bir vahşilikte serbest piyasa ekonomisine açıldı. Girdi maliyetleri yükselirken çiftçinin satış fiyatları sürekli baskılandı ve alım gücü sürekli gerileyerek alanı terk etmeye başladı. Piyasayı terbiye etme adı altında ithalat özendirildi. Tarım Bakanlığı’nın “yeniden yapılandırılma” adı altında kurmay kurumları kapatıldı, küçültüldü ve işlevsizleştirildi. Zarar eden KİT’ler satılacaktı, ama zarar eden KİT bulunamayınca önce zarar ettirildiler, ardından özelleştirilmeye başladılar. Tarıma yön veren ve destek sağlayan KİT’ler, IMF ve Dünya Bankası politikaları ile kapatılmaya ve işlevsizleştirilmeye başlandı. Destekler şekil değiştirdi; üretimden bağımsız hatta üretmemeye yönelik kurgulanır oldu. Üreticinin pazarlama kanallarında yaşadığı sorunlar, aracıların fazlalığı ile tarımsal altyapı sorunları da birleşince Türkiye hızla ithalatçı bir konuma sürüklendi.”
Atalık, 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’na dikkat çekiyor. Kanuna göre tarıma verilecek destek miktarı milli gelirin yüzde birinden daha az olamayacaktı. Ancak, 2007 yılından günümüze kadar tarıma verilen destek, milli gelirin yüzde 0.4 ile 0.6 aralığında kaldı. Hiçbir zaman yüzde bir olmadı. Tarım Kanununa göre 2018 yılında verilmesi gereken destek miktarı 37.4 milyon TL olması gerekirken, sadece 14.5 milyon TL ödendi. Avrupa Birliği bütçesinin yüzde 40-45’ini tarımsal desteklere ayırırken, geçen yıl Türkiye’de tarımsal desteğin bütçeye oranı yüzde 1.8’de kaldı!
Rakamlar, Türk çiftçisinin Avrupalı çiftçi ile neden yarışamadığının aynası... Bir de borç batağı var... Bu yılın nisan ayında çiftçinin kullandığı kredi miktarı 108 milyar TL’ye ulaştı. Üreticilerin icralık olan borcu ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 54 artış gösterdi.

 

ÜRETİCİLER YILLARDIR CEZALANDIRILIYOR

Ziraat Mühendisi Ahmet Atalık bir sorunun daha altını çiziyor: “ Girdi maliyetleri artarken üreticinin eline geçen fiyatların enflasyonun altında kalması alım gücünü düşürdü. Bir önceki yıla göre çiftçinin kullandığı mazot fiyatı yaklaşık yüzde 23, gübre yüzde 65 ve tarım ilacı yüzde 70 artarken, çiftçinin eline geçen fiyat artışı yüzde 16 ile yüzde 20’lik enflasyonun oldukça altında seyretti. Girdi maliyetlerindeki artışın ise kat kat altında kaldı.”

Üreticiler AKP’li yıllarda adeta cezalandırıldı. Belçika büyüklüğündeki milyonlarca hektar arazinin terk edilmesi boşuna değil, Ahmet Atalık çözümü özetliyor; 
“Çiftçilerimizin severek ve kaliteli üretim yapabilmesi için öncelikle tarıma Tarım Kanunu’nda belirtildiği düzeyde destek vermek gerekir. Avrupa Birliği’nde üreticiyi ve tüketiciyi koruyan müdahale kurumlarının karşılığı tarımsal KİT’lerimizi yeniden tesis etmemiz şarttır. Çiftçiyi aracıların elinden kurtarmak ve pazarlama kanallarını kolaylaştırmak için kooperatif yapıya ağırlık vermek gerekiyor. Sayısal olarak Avrupa’dan daha çok sayıda tarımsal kooperatifimiz bulunmasına karşın etkinlik ve verimlilikleri düşüktür. Kooperatifleri birleştirerek ve eğitimle daha güçlü bir yapıya kavuşturmamız gerekiyor. Çiftçimizin dağınık ve çok parçalı yapıdaki arazilerini toplulaştırarak tek parça haline getirmemiz şart. Üretim ve kalitede en önemli faktörlerden sulama yatırımlarını tamamlamamız gerekiyor. Su kaynaklarımızı temiz tutmamız şart. Çiftçiyi mutlu edemediğimiz sürece kaliteli ve sağlıklı gıdaya ulaşmamız mümkün değildir. Çözüm olarak görülen ithalat üretimi olumsuz yönde etkileyen bir faktördür. Üretmeli, bunun için de tarım arazilerimize sahip çıkmalıyız.”