Beka sorunu varsa TBMM’de tartışılır

Uzmanlar, yerel seçimlere giderken iktidar kanadının muhalefeti savunma yapmak zorunda bırakmak için yapay gündemler oluşturduğuna dikkat çekti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni değerlendiren Prof. Kalaycıoğlu, “Az gelişmiş bir siyasal sistem” derken, siyaset bilimci Dr. Peköz, seçim söylemleri için “Vahim bir yola girmiş durumdayız” ifadelerini kullandı.

Ece Piroğlu

<haber-dikey:1296868,1293143,1289605>

Türkiye 31 Mart’ta daha öncekilerden çok farklı bir atmosferde yerel seçimlere gidiyor. İlk kez ittifakların yarıştığı yerel seçimlerde projeler yerine “beka” tartışması üzerinden hedef alınan muhalefet partisi ve adayları konuşuluyor. Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, yerel seçimleri değerlendirirken “Adeta 2017 Referandumu’nu yaşıyoruz. Bekanın tartışılacağı yer TBMM. Bu söylemler yapay bir gündem oluşturmak için ifade ediliyor ve merkezileşmenin yaratmış olduğu çarpık bir siyasal ilişki ağının ortaya çıkarmış olduğu tuhaf bir sonuç karşımızda” ifadelerini kullandı. Siyaset bilimci yazar Dr. Mustafa Peköz de “İktidar bloğu, elindeki medya olanaklarını kullanarak toplumun dikkatini yapay sorunlara yönlendirmeyi hedefliyor. Bunun için muhalefete yönelik söylemlerinin sınırlarını en uç noktaya çıkartarak muhalefeti savunmaya zorluyor. Toplumun dikkati ekonomik, toplumsal kriz, işsizlik gibi faktörlerden muhalefet-iktidar arasındaki çatışmaya yönlendirmektir” dedi. 

Prof. Dr. Kalaycıoğlu, 2017’deki anayasa değişikliğinin ardından Türkiye’nin yürütme içinde bir tek Cumhurbaşkanlığı’nda en fazla karar alma etkinliğini toplayan bir yeni bir siyasal uygulama içerisine girdiğini söyledi. Prof. Kalaycıoğlu şöyle konuştu: “Türkiye, 2017 senesindeki Anayasa değişikliğinden beri, yeni bir siyasal uygulama içerisine girdi. Bu, daha önceki yıllarda devletin yapısında gördüğümüz, uzmanlaşmaya dayalı ayrışmış iş bölümü yapılanmasını devre dışı bırakan, bunun karşılığında yürütme içinde bir tek Cumhurbaşkanlığı’nda en fazla karar alma etkinliğini toplayan bir uygulama içerisine girdi. Bürokrasinin alışık olduğu rutin işlerdeki karar alma süreçleri dahi terk edilmeye başlandı. Onun için şu anda bir çok konuda etkin ve hızlı karar alınma imkanı kalmamış durumda. Gelişmiş bir siyasal sistem yapısına doğru yol almak yerine bunu terk ederek az gelişmiş bir sistem yapısına doğru yol almaya başladık. Bunun da sonucu olarak gerek siyasal yönetişim zorluklarıyla, gerekse bunun bir uzantısı olarak siyasal yönetişim etki alanlarının her alanında zorlanan bir karar alma mekanizmasıyla karşı karşıyayız. 

Seçim öncesi adayların projeleri değil de ülkenin beka sorunu tartışılıyor...

Merkezde yürütmenin, yürütmenin içerisinde de Cumhurbaşkanlığı’nın bulunduğu bir yapı nedeniyle, yerinden yönetim ve mahalli yönetimlere fazla bir manevra alanı kalmıyor maalesef. Onun için bu merkezi yapı, yerel yönetimi de bir şekilde kısıtlıyor ve hareket alanını daraltıyor. Seçim kampanyası sırasında gördüğümüz gibi, büyük ölçüde yerel yönetimlerde görev almaya talip olan adaylar ve onların gündemi değil, merkezi hükümetin ve aşırı merkeziyetçi yapının öncelikleri gündeme ağırlığını koydu, onlar tartışılmaya başlandı. Bir tür, yeniden 2017 referandumunu yaşarmışız gibi havaya bürünüldü. İttifaklar seçime giriyor, ittifaklar aday gösteriyor. İki tane büyük ittifak, biri evet, diğeri hayırın devamı gibi gözüküyor. Onlar arasında, birbirlerine duydukları hıncı ve öfkeyi esas alan karşılıklı söyleşi egemen. Bunun yerel yönetimlerle de, yerel yönetim gündemleriyle de herhangi bir ilişkisi yok. Bekayı tartışacaksanız bunun yeri öncelikle TBMM. Oraya götürdüler, beka meselesini TBMM’ye taşıyan siyasi partiler bu konunun tartışılması aleyhine oy verdi. Madem beka meselesi var, o zaman öncelikle bunun tartışılmasını ve TBMM’nin bu konuya hassasiyetle eğilmesini beklersiniz. Yerel seçimlerle bekanın uzaktan yakından bir ilişkisi olamaz. Yerel seçim insanların yaşadığı beldelerin sorunları. Bu söylemler yapay bir gündem oluşturmak için ifade ediliyor ve merkezileşmenin yaratmış olduğu çarpık bir siyasal ilişki ağının ortaya çıkarmış olduğu tuhaf bir sonuç karşımızda. 

‘Vahim bir yola girdik’ 

Seçim meydanlarında kullanılan sert söylemlerin Türkiye’yi tehlikeli bir noktaya götürdüğüne dikkat çeken Kalaycıoğlu, şöyle devam etti: “Bu da aşırı merkeziyetçi bir tutumla Türkiye’ye bakma ve onunla gündem yaratma endişesinin yaratmış olduğu bir sonuç. Kullanılan söylem ve yapılan isnatları, söyleyenlerin ispat etme hakkı veya ispat etme sorumluluğu yok. Onun için bu dayandıkları isnatlar gerçek mi, değil mi hiçbir şekilde anlaşılamıyor. Burada inanan inanacak, inanmayan inanmayacak. Umut ettikleri kendilerine oy verme durumunda olanların onlar ne söylerse söylesin inanacakları. Gerçekle bağlantısını bu kadar koparmış bir siyasetçi ve seçmen diyaloğu varsa ülkede, bunu istediğiniz yere çekip götürebilirsiniz. Vahim bir yola girmiş vaziyetteyiz. Bu, o yolun çeşitli göstergelerinden sadece bir tanesi. ” 

‘Psikolojik savaş’ 

Dr. Mustafa Peköz de “İktidar bloğu” olarak nitelendirdiği Cumhur İttifakı’nın seçimlerde istediği sonuçları alamayacağı endişesiyle muhalefete yönelik psikolojik savaş başlattığını kaydetti. Peköz şunları kaydetti: 

“İktidar bloğu, seçim sonuçlarının istediği gibi çıkmayacağını görüyor ve bu nedenle çok yönlü ‘saldırı’ planını devreye soktu. Burada izlediği iki yöntem var. Birincisi elinde bulundurduğu medyatik aygıtlarla, psikolojik savaşı üst boyuta çıkartarak etki alanını genişletmek. Bir bakıma tek yönle bir medya ordusuyla muhalefetin artma eğiliminde olan potansiyelini etkisizleştirmektir. Elindeki medya olanaklarını kullanarak toplumu dikkatini yapay sorunlara yönlendirmeyi hedefliyorlar. Bunun için muhalefete yönelik söylemlerinin sınırlarını en uç noktaya çıkartarak, muhalefeti savunmaya zorlayarak tek yönlü çatışmalı rekabeti istediği gibi yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Böylelikle seçimlere iki haftada az bir zaman kalmışken, toplumun dikkatini ekonomik, işsizlik, toplumsal krizi gibi faktörlerden muhalefet-iktidar arasındaki çatışmaya yönlendirmektir. ” 

‘İktidar ‘gri alan’ın peşinde’ 

Sosyolojik-politik değerlerle ekonomik sorunlar arasında sıkışmış bir seçmen kitlesi bulunduğuna dikkat çeken Peköz, şöyle konuştu: “Sosyolojik-politik değerlerle ekonomik sorunlar arasında sıkışmış bir seçmen kitlesi var. Sistemin toplum üzerindeki sosyo-politik hakimiyetinin mutlak olmadığını bunları bazen ani bir reflekse de değişme olasılığının sürekli olarak var olduğu biliniyor. Ekonomik olarak toplumun alt katmanlarını oluşturan sosyal grupların tepkisel refleksi, tahmin edilmeyecek düzeyde değişimlere yol açabilir.... Milliyetçi-muhafazakâr kesimin politik tercihleri var. Bu nedenle AKP-MHP ortak iktidarını destekliyor. Buna karşın devasa ekonomik sorunlar, bu kitlenin gündelik yaşamını çok ciddi oranda olumsuz yönde etkiliyor ve dolayısıyla iktidara karşı belirgin bir güvensizlik-inançsızlık oluşmaya başladı. Yapılan araştırmalarda bu seçmen kitlesi henüz politik tercihlerinden kopmamış da olsa iktidarın gündelik politikalarına da artık güvenmiyor. Seçmen kitlesinin yaklaşık yüzde 15’inin halen ‘gri alan’ olarak tanımlanan ‘kararsızlar’ grubunu oluşturması bir tesadüf olmayıp değişim arayışının bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Önümüzdeki on gün içerisinde eğer ‘Cumhur İttifakı’ bu kesimi yeniden ikna ederse bugünkü statüsünü veya gücünü korur. Tersine muhalefet, ortaya koyacağı ikna edici ve gerçekçi projelerle toplumun alt katmanlarını etkileyecek güvenilir politikalar oluşturursa ‘gri alanı’ oluşturan kitleyi etkileyebilir. Muhalefet bunu başarırsa 1 Nisan 2019 sabahı Türkiye’nin sistem içi politik denkleminin yeniden dizayn edilmesinin önü açılmış olur.” 

‘Saflaşma derinleştiriyor’ 

Dr. Peköz ‘beka’ tartışmasını şöyle değerlendirdi: Kararsızlar grubunun önemli bir kısmını daha çok Cumhur İttifakı’na oy verenler oluşturduğu için mevcut tablo, AKP- MHP için önemli bir dezavantajdır. Tersten muhalefet için başarının garanti olduğuna dair herhangi somut bir veri ve araştırma da henüz bulunmuyor. Bu bakımdan sonucu ciddi oranda etkileyecek olan ‘gri’ alanı oluşturan ‘kararsız’ seçmen kitlesini kim etkilerse, seçimin galibi de o olacaktır. AKP-MHP iktidarı, sürecin kendi aleyhine işlediğini görüyor. Bu durumunu lehine çevirmenin en önemli faktör de toplumun dikkatini ekonomik ve sosyal sorunlardan iktidar-muhalefet arasındaki genel sorunlara çekmek hatta bütünüyle yerel seçim havasından çıkartıp ‘genel seçimler’ ya da ‘beka’ olarak tanımlayarak toplumun farklı politik kesimleri arasındaki saflaşmayı derinleştirmeyi hedefledi. Bunun en önemli yanı da muhalefete çok yönlü saldırmak ve onları iktidarın belirlediği konular üzerinde yoğunlaştırmak ve cevap vermeye zorlamaktır. Bunu başardığında seçmenler arasındaki çatışmayı süreklileştirir ve bundan kazançlı çıkacağını düşünmektedir. 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinden bu yana izlenen taktik plan böyle ve sonuç alıcı oldular denebilir.

Bu seçimlerde ise seçmenin özellikle AKP’ye yönelik algısı değişmeye başladı. Başta cumhurbaşkanı bunu görüyor. Bu nedenle yeniden eski ve etkili olduğu yönteme başvurdu. Savunmadan saldırıya geçti. Peki, bu taktik plan başarılı olur mu ? Muhalefetin tutumuna bağlıdır. Onlar, AKP-MHP’nin minderinde mi dövüşecekler yoksa kendi planları çerçevesinde mi hareket edecekler. Öyle görünüyor ki, muhalefet zaman zaman iktidarın istediği tarzda dövüşmeye başladı. 

Gerilim stratejisi üzerinde sonuç elde eden AKP-MHP ittifakının hedefinde olan bölgeler neresidir ? Politik dengeyi etkileyecek bazı iller var : Türkiye nüfusunun nerdeyse yüzde 80’i, sosyoekonomik nedenlerden dolayı belirli kentlerde yoğunlaşmış. Söz konusu kentlerde öncelikli olarak ön plana çıkan üç şehir yani İstanbul, Ankara ve İzmir bulunuyor. Buna paralel olarak seçim sonuçları bakımından önemli olarak görülen 5 şehir de son derece önemlidir. Toplam 8 kentte belediye seçim sonuçlarının ortaya çıkartacağı tablonun ülkede yansıması da farklı olacaktır.”