Başrolde İstanbul 'Kedi'leri

ABD’de tüm zamanların en çok hasılat yapan Türk filmi ‘Kedi’ bu hafta nihayet Türkiye’de vizyona girdi. Biz de filmin yönetmeni Ceyda Torun’la oturduk ve filmin çekim sürecini konuştuk.

Emrah Kolukısa

Ceyda Torun sinemamızda az görülen bir başarıya imza attı ve çektiği belgeseli ABD’de rekor sayıda izleyiciye izletti. Bu temel bilgi aklımda kendisiyle buluşmayı beklerken belki de burnu havada, en azından ukala biriyle karşılaşma ihtimalimi canlı tutuyor, kendimi ruhen hazırlıyorum. Neyse ki daha ilk ‘merhaba’da korkularımın asılsız olduğunu anlıyorum; milyon dolarlarla ölçülen bir hasılat yapan yönetmen son derece cana yakın, pozitif ve filmini çektiği kediler kadar ayakları yere basan biri. Onların cambazlığına ayak uydurabildiğini ise çektiği filmi izleyince siz de göreceksiniz zaten.

-  İnanır mısınız, hiç “bu filmi çekmek nereden aklınıza geldi” diye sormayacağım, bence “nasıl oldu da bunca yıl kimse böyle bir film çekmedi” sorusu daha akla yatkın. Yine de ne zaman başladınız çekmeye ve “oyuncu seçimi” nasıl oldu, hangi noktalarda zorlandınız, bunları merak ediyorum.

Film bende 2013 yılında kavram olarak oluşmaya başladı. 4 sene önce. Yatırımcı bulmamız falan filan derken 2013 yazı bir deneme çekimine geldik. İstanbul kedileri çok özel ama hani nasıl bir proje olacağını biraz da deneyerek görmek lazımdı. Şimdi biz ilk başta acaba “March of the Penguins” gibi ya da böyle harbi BBC’nin belgeselleri gibi insanları ve şehri unutup sadece kedilere odaklanan bir film mi çeksek dedik. Çünkü İstanbul kedileri insanlara bu kadar alışkın oldukları için onları çekebiliyorsunuz. Zaten Amerika’da şaşırıyorlar nasıl bu kadar yaklaştınız kaçmadılar falan gibilerinden. Hem bir bakıma bizim kameramanlar muhteşem ama aynı zamanda İstanbul kedileri insanlara alışık. İlk deneme çekimleri bizi böylesi bir yola sokunca 2014’ün yazı gelmeden evvel bi üç ay burada yerel yapımcı arkadaşlarımızı sokaklara saldık. Gidin, yani her semti gezin. Kedilerle ilgilenen insanlarla konuşun. Sevmeyenlerle de konuşun ama sonuçta işte bize kedi karakteri bulun dedik. Sora sora bütün şehri gezdik ve sanırım 35 kedimizi bulduk filme başlamadan evvel. O iki buçuk üç ay çekim süresinde o 19’a indi. O 19 kedi hikâyesinden de 7 tanesi tam böyle başı ortası sonu olan ve farklı farklı temaları öne çıkaran hikâyeler olarak belirlendi.

- Çekerken çok sık tekrar yapmak gerekti mi, bazı sahneler mesela ilk seferde çekilmiş hissi veriyor ama çok iyi bir ön hazırlık gerektiriyor sanki. En baştaki sarı kediyi düşünüyorum örneğin, ekmek parçasını alıp gidişi, onu takip edişiniz... Mükemmel oturuyor hepsi yerine.

Aslında bazıları harbiden bir seferde oldu, mesela o sarı, biz onun hikâyesini daha önceden bilmiyorduk. Onu takip ederek gelmedik hatta bir kedi için geldik, o kedi yoktu. Sonra görüntü yönetmenimiz Charlie sarıyı gördü, dedi “bu kedi baya zırt pırt bir şeyler yapıyor.” Yani günde 50 kere falan yapıyor aynı hareketi... İki kamera olduğumuz için o bize biraz kolaylık sağladı.

- Özel bir aparat mı kullandınız, çekimlerin bir kısmı yer seviyesinde çünkü.

Görüntü yönetmenlerimiz Charlie (Wuppermann) ve Alp (Korfalı) muhteşemdi o konuda. Çektiğimiz kameralar da Canon 5D Mark III, yani hiç şık kamera değil yani hatta tam tersine özellikle fotoğraf makinesine benzeyen kamerayla çekmek istedik ki insanlar rahatsız olmasın, böyle n’apıyorsunuz diye takılmasınlar diye. Hafif ve rahat bir aparat yarattılar, platformlu, yere yakın tutabildikleri ayak bileği seviyesinde çekebilmek için. Çünkü kediler, uzaktan kumandalı birkaç şey yaptık beğenmediler, sesini sevmediler, saldırdılar ya da kaçtılar. Üzerlerine bir şey giydiremeyiz zaten, öyle bir huyları yok, nereye gittikleri belli olsa stratejik yerlere kamera koyulur ama bizde de ne öyle bir bütçe var ne öyle bir durum vardı. Ama Charlie ve Alp o kadar tecrübeli ve şevkleri güzel insanlar ki muhteşem çekim yaptılar. Baştan şöyle anlaştık aramızda: kedileri sanki birer insanmış, birer oyuncularmış gibi çekmek. Hem onların seviyesinden dünyayı görmek hem de onların gözünden şakacı bir şekilde değil de ciddi, sinema filmi olarak çektik. Ama 180 saatlik çekim yaptık, o 180 saatin herhalde 80 saatinde kendilerini temizliyorlar o yüzden, öyle bir şey de yaşadık yani.

- Bundan sonra ne var sırada? Yine bir belgesel mi?

Kurmaca da var, belgesel de. Çünkü belgeselin inanılmaz hoş tarafı, şimdi zaten bu filmi de hazırlarken iki tane kurmaca projemiz vardı, oyuncu beklerken, ekstra para beklerken biz beklemekten sıkıldık ve dedik ki gidip bir şeyler çekelim. Belgeselin öyle muhteşem bir yanı var aslında, öyle kimseyi beklemeniz gerekmiyor, kurmaca filmine nazaran. O yüzden hep böyle bir kurmaca bir belgesel gidebilirsem çok mutlu olurum.

3500 yıldır buradalar

- Kedi deyinde İstanbul’da uzun zamandır kediler var tabii değil mi?

Tabii... Şöyle hatta, İstanbul Üniversitesi’nde Vedat Onar diye Prof. zoolog bir veteriner var, Marmaray kazısında çıkan bütün hayvan kemiklerini ona yollamışlar, kategorize etsin diye, muhteşem bir durum. 3500 sene evveline dayanan fosilleşmiş kedi iskeleti gösterdi bize, Boğaz kıyısından. Ve kedinin üst bacağında bir kırık olmuş ama öyle kaynamış ki bir insan tarafından sarıldığını tahmin ediyor, yoksa böyle kaynamazdı diyor mesela.