‘Baskıcı politikalar derin zafiyet yarattı’
Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü sahibi, eleştirmen Dikmen Gürün’le skandallarla çalkalanan ve baskılara direnen tiyatromuzun bugününü konuştuk.
Ezgi Atabilen- Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü'nün de sahibi olarak, onun yıllarını verdiği Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları’nın bugününe dair neler düşünüyorsunuz?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki Muhsin Ertuğrul Ödülü beni heyecanlandıran ve o denli de onurlandıran bir ödül. Çağdaş Türk tiyatrosunun kurucusu ve yolunu aydınlatan bir insan. Ömrünü tiyatroya adamış, tiyatro için mücadele etmiş. Bildiği doğrulardan hiç ödün vermemiş. Dönüp geriye baktığımızda, Muhsin Hoca zamanında da sonrasında da gerek Şehir gerekse Devlet Tiyatrolarında inişli çıkışlı dönemler olduğunu biliyoruz. Ama bugün resim çok daha farklı. AKP iktidarı ile birlikte, hele de son yıllarda bu kurumlarda sorunlar giderek tırmandı. Çünkü bu iktidar tiyatro ile, sanatla barışık değil. Bu süreçte görev yaparken ayakları yere sağlam basan ve de iktidarın dümen suyuna girmeyen yöneticileri dışarıda tutuyorum ama hepimizin bildiği ve gördüğü gerçek şu ki, Şehir Tiyatroları da Devlet Tiyatroları da AKP’nin baskıcı politikaları nedeniyle bugün sanatsal anlamda bir zafiyet içindeler. İstisnalar kaideyi bozmaz; düşünce özgürlüğünün olmadığı, konuşanın kurumdan atıldığı, hakkında soruşturma açıldığı, sansürün kol gezdiği, repertuvarlara karışıldığı bir ortamda nasıl bir başarılı bekliyoruz ki? Sanatı türlü politikaların yönlendirdiği bir ortamda nasıl bir dinamizmden söz edebiliriz ki? Hele şu son günlerde basına yansıyan olaylar karşısında şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Tiyatro adına üzüntü duyuyorum. Çark böyle mi dönmeli büyük umutlarla kurulmuş olan ödenekli tiyatrolarımızda? Bu zafiyetten, kültür ve sanat yoksunu politikalarla AKP İktidarı sorumludur.
- Muhsin Ertuğrul yaşamı boyunca hem ödenek darlığından hem de rejimlerin tiyatroyu avuçları içerisine almaya çalışmasından yakınmış ve hep mücadele vermiş bir isim. Bugün hâlâ aynı şeyleri tartışıyor olmak size 'iki adım ileri bir adım geri' gittiğimizi düşündürüyor mu?
Muhsin Ertuğrul daima “düşüncenin gümrük denetçileri”ne karşı durmuş. Asla sansüre, işine karışılmasına izin vermemiş ve tiyatroyu tiyatrocuların yönetmesi gerektiğini savunmuş bir insan. Evet, ödenekli tiyatrolarımızda dalgalanmalar yaşanmış, benim kuşağımın şahitliğinde de yaşandı ama hiçbir zaman bu denli çığırından çıkmış bir durum söz konusu değildi. Zaten şimdi yazmakta olduğum kitabımda ödenekli ve özel tiyatrolarda yaşananları eleştiriler ışığında inceliyorum. Bugün, resim çok daha karamsar. Tiyatronun, tiyatrocunun hareket alanı her anlamda daraltılıyor. Daraltılmak isteniyor.
'Aydınlanmacı Liseliler Birliği geleceğe yönelik bir umut ışığı'
- Biz düşüncenin gümrük denetçilerine karşı verilen mücadelede ne kadar etkiniz? Bugün hâlâ benzer tabloyla karşı karşı olmamızın sebebi, biraz da Muhsin Ertuğrul'dan sonraki kuşakların ve bizlerin de tabii üzerimize düşeni çok da iyi yapamadığımızın mı göstergesi?
Aslında, tablo vahim. Gezi Parkı olaylarında gençlerin yanında yer aldıkları için pek çok sanatçı cezalandırıldı. Olabilir mi böyle bir şey! Ne demek sanatçıları Gezi’deki o pırıl pırıl gençleri destekledikleri için tiyatrodan uzaklaştırmak ya da devlet desteğini kesmek? Ne demek genç bir sanatçımızı tehdit ederek apar topar ülkesinden gitmesine neden olmak? Ne demek dünya çapında bir piyanistimizi boy hedefi göstermek? Ne demek bir sanatçımıza Rumeli Hisarı sahnesinin orta yerine, sırf orada tiyatro yapılmasın diye, tarihi bir kalıntıdan yola çıkarak, mescit inşa edilmesini eleştirdiği için en olmayacak şekilde hakaret etmek? Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Evet, bütün bunları konuşuyoruz, tartışıyoruz, yazıyoruz ama yeterince gür çıkıyor mu sesimiz? Ben, bazı şeylerin daha güçlü bir duruşla sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Sanırım toplum olarak duyarlıklarımızı kaybediyoruz ama şunu da hemen belirtmeliyim ki çok kısa bir süre önce İstanbul Erkek Liseli gençlerin diploma töreninde başlattıkları protesto eylemi ve hemen sonrasında pek çok lisenin öğrencilerinin katılımıyla kurulan “Aydınlanmacı Liseliler Birliği” geleceğe yönelik bir umut ışığıdır. Evet, bu iktidarın her alanda ve her anlamda baskısından bunaldık…
- İktidarların tiyatroyu zincire vurma girişimleri her zaman olmuş ama şimdi bir de 'muhafazakâr tiyatro' diye bir şey türedi...
Tiyatro özünde eleştiren ve insanla yaşamla birebir hesaplaşan bir sanattır. Dünden bugüne sorgulayarak gelmiş, bugünden yarınlara da sorgulayarak gidecek. Tiyatro ve tiyatroya dair her şey ufkumuzu genişletiyor. O nedenle, tiyatronun özgür yapısını kısıtlayan bu tür tanımlara asla katılmıyorum.
- Geçenlerde Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun düzenlendiği Trabzon Tiyatro Festivali'nin açılışında Osmanlı rüzgarı esti mesela. Genç kızlara cariye kostümleri giydirmiş, atların üzerinde Fatih ve Kanuni'yi canlandıran oyuncuların geçiti, mehter takımı... Festivali bu kortejle açtılar. DT Genel Müdürü Nejat Birecik de bir konuşma yaptı hatta orada. Manzaraya tepki gösterip kortejden ayrılan sanatçı ve izleyiciler oldu... Nereye gidiyoruz böyle?
Olayı sizden duyuyorum. Üzüldüm. Atatürk'ün Türkiye’sinde bir tiyatro festivali böyle tablolarla açılmamalı. Sanatçı, hele bir de yönetici konumundaki sanatçı, iktidarın dümen suyuna giderse işte böyle cariyeli, mehter takımlı kortejler düzenler, konuşmalar yapar. Ne diyebilirim ki başka?
- Muhsin Ertuğrul görseydi bugünü...
Muhsin Bey sürekli mücadele vermiş sanatı ve sanatçıyı baskı altına almak isteyenlere karşı. Hep başı dik olmuş. Bugün, bir de bu tür uygulamalara ses çıkartmayan yöneticiler söz konusu. Durum böyle olunca; herhalde bugünleri görse çok üzülürdü…
- Tiyatro festivallerinin bugünü için ne düşünüyorsunuz? Sabancı'nın festivali herhalde terör dolayısıyla sessiz sedasız geçti. İKSV'nin festivali iki yılda bir yapılıyor...
Sabancı Festivali takip ettiğim yıllarda bana keyif veren başarılı bir festivaldi. Son zamanlarda pek izleyemedim. O nedenle bir şey diyemiyorum. Sanıyorum bu sessizlikte terörün etkisi büyüktür. İstanbul Tiyatro Festivali’ne gelince; biliyorsunuz 2002’den itibaren iki yılda bir yapılmaya başladı. O zaman çok üzülmüştüm ama sonra üzülmeyi bir yana bıraktım ve birtakım yenilikler getirdik festivale. Yerli topluluklara Festivalde prömiyer yapmalarını önerdik ve ne güzel ki bu öneriye sıcak baktılar. Yerli grupların festivale kattıkları zenginlik önemlidir çok benim için. “Genç Tiyatro” başlığı altında çok önemli bir bölüm açtık. Tiyatro Festivali olarak ortak yapımlara girdik; Pina Bausch, Avignon Festival, Atina Festivali, Lincoln Center, Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları gibi büyük isimlerle ortaklıklar yaptık. Kendi yapımlarımız üzerine odaklandık. Bunlar önemli adımlardı. Şimdiden sonra da bu atılan adımlar daha da gelişerek devam edecektir kuşkusuz. Yurt dışına baktığınızda genelde festivaller devletten en az %65 -70 oranında maddi destek alıyorlar. Bizim öyle bir lüksümüz yok. Kısıtlı bir bütçeyle ve de bitmez tükenmez mekan sorunlarıyla boğuşarak mucizeler yarattık. Bundan sonra da iyi şeyler yapılacağına eminim.
'Eleştirmen adayları kaygılı'
- Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü Başkanı idiniz. Gazete ve dergilerde tiyatroya ayrılan yer bu kadar az iken, mezun öğrencileriniz yazacak yer bulmakta zorluk çekiyor olsa gerek. Bölüme rağbet ne durumda? Biz tiyatro eleştirmeni yetiştirebiliyor muyuz? Gazete ve dergiler sizce bu konuda ne kadar etkin? Üniversite üzerine düşeni ne kadar yapıyor? Üstelik alınan teliflerle hayat geçirmek mümkün değil...
Ben halen Kadir Has Üniversitesi’nde hocayım. Yüksek lisans dersleri veriyorum ama ilk göz ağrım İ.Ü. olduğu ve yakın zamana kadar da orada doktora dersleri vermeye devam ettiğim için sorularınızı rahatlıkla yanıtlayabilirim. Bölümümüz teori ve pratiği buluşturan bir bölüm. Özel yetenek sınavıyla öğrenci alınıyor. Yabancı dil zorunluluğu var ki dünya literatürünü takip edebilsinler. Oradan yetişen dramaturglar son yıllarda daha kolay iş buluyorlar hem özel hem de ödenekli tiyatrolarda. Eleştirmen olmak isteyenin işi daha zor. Öncelikle, nerede yazacak? Benim gençliğimde bütün gazetelerin kültür sayfaları vardı. Şimdi kaç gazetenin kültür sayfası var? “Cumhuriyet” bile neredeyse tek sayfaya indirdi kültür-sanata ayırdığı yeri. Telif konusuna girmiyorum bile. Eleştirmenin yazacak gazete, dergi bulması çok zor. Tabii şimdi internet var hayatımızda ama farklı bir olay o iş. Bölüme ilginin azaldığını sanmıyorum çünkü kişiyi tiyatro anlamında gerçekten donanımlı yetiştiren bir bölümüz.
- Oyuncu olamayan tiyatro eleştirmeni oluyor, diye bir laf. Ne diyorsunuz buna?
(Kahkahayla) Hiç katılmıyorum. Çünkü doğru bir değerlendirme değil bu. “Oyuncu olamadım hadi eleştiri yazayım bari!” Eleştirmen de bunun aksini mi söyleyecek? “Eleştiri yazamıyorum, oyuncu olayım bari!” Bu yaklaşım bazı sanatçıların gereksiz böbürünü yansıtan bir bakıştır kanımca. Birbirini tamamlayan ama birbirinden farklı kulvarlar bunlar. Ama şu da bir gerçek ki hem oyunculuk hem eleştirmenlik eğitim, bilgi, ciddiyet ve sürekli kendini geliştirmek isteyen alanlardır.
'SEMOŞ'UN İMZASI DUVARINDA
Dikmen Hanım'ın eşyayla bağı çok kuvvetli. Evine ilk adım attığınızda dikkatinizi hemen yılların şahidi oldukları her hallerinden belli mobilyalar çekiyor. Ailesinden yadigar eşyanın tümünü korumuş Dikmen Hanım. En kuvvetli endişelerinden biri de, "benden sonra bu eşyaya n'olacak". Eşi "Sana ne senden sonra ne olacak" diye ona tatlı tatlı takılsa da, Dikmen Hanım içten içe kaygılanıyor bir müzeyi çağrıştıran evini süzerken. Duvarda Esat Tekand, Orhan Taylan gibi imzaları taşıyan tablolar... İçlerinden koca bir tablo "Beni Semiha Berksoy yaptı" diye bağırıyor. Resimdense salona bir çift göz bakıyor, her zaman kızıla boyadığı saçlarıyla...
'Bana her şeyini anlatırdı'
O bir çift gözün sahibine resmin hikâyesini soruyoruz... Sohbet sırasında "Semoş" diye bahsediyor ondan, kayıt cihazına konuşurken "Semiha Hanım":
"Aslında kızı Zeliha (Berksoy) benim çok yakın arkadaşım. Ama Semiha Hanım'la çok yakın dost oldum ben. Hatta pek çok zaman Semiha Hanım'ı ziyarete giderdim. Onunla oturur, uzun uzun konuşurduk. Bana bütün gençliğini, operada yaşadıklarını, uğradığı haksızlıkları, her şeyi anlattı. Hatta 'Ateş Kuşu Semiha Berksoy' adlı bir kitap da yaptım ben. Sonra çok istedi benim tablomu yapmak. O beni çok mutlu etti. İki tane yaptı. Kah burada, kah kendi evinde resmetti. Biri daha küçüktür ama o da harika bir tablodur. İkisi de evimde durur. İyi ki Semiha Hanım'ı tanımışım. İyi ki Yıldız Kenter'le çok yakın olmuşum. İyi ki Robert Wilson'ı tanımışım. Yuri Lubimov'u, Tadashi Suzuki'yi aynı şekilde. Onlardan çok şey öğrendim. Benim ufkumu açan, beraber olmaktan her zaman çok keyif aldığım insanlardı."