Başka Özgecan'lar olmamasının tek yolu
Özgecan'ların öldürülmemesi için tek çözüm yolu çocukluk eğitiminde.
Prof. Dr. M. Orhan ÖztürkÖzgecan’ın vahşice öldürülüşünü ne denli can yakıcı bulursak bulalım, şunu iyi bilmeliyiz ki asıl sorun cinsiyet ayrımcılığı ve kadına bakıştır. Böyle bir sorun ceza yasalarının ağırlaştırılması ile çözülemez. Bu sorun erkek egemen toplumun temeli olarak kaldıkça insana, insan haklarına, demokrasiye değer veren uygar bir toplum olamayız.
Bu toplumda erkeğin üstün, kadının düşük değerli; erkeğin egemen, kadının boyun eğen olduğunu kabul eden bir cinsiyet ayrımcılığı daha çocukluğun erken dönemlerinde, hatta anne karnında başlamakta, kişilerin benliğine yerleşmektedir. Aile içinde çocuğun sürekli karşılaştığı ayrımcılık tutumları geniş toplumdan da büyük destek görmektedir. Çocuğun cinsel organ farlılıklarını iyice anladığı bir dönemde yapılan sünnet törenleri ile bu ayrımcılık doruğa çıkmaktadır.
Büyük çoğunlukta, sünnet sırasındaki törenler, düğünler, armağanlarla birlikte sünnet öncesinde ve sonrasındaki söylemlerle erkek çocuk kendini üstün, ayrıcalıklı bir konumda görerek; kız çocuk da kendini eksik ve baskıda hissederek büyümektedir.
Cumhuriyet ile ülkemizde kadın erkek eşitliği açısından önemli gelişmeler olduysa da, bugün büyük çoğunluğu oluşturan, “muhafazakâr” diye nitelenen toplum kesimlerinde analar babalar oğlan çocuklarını özenle ayrıcalıklı, ben-merkezci, büyüklenmeci; kız çocuklarını da daha çok boyun eğmeye, hizmet etmeye yatkın yetiştiriyorlar. Bu tür yetiştirmede, yalnızca kendi benliğine değer veren ben-merkezci erkek çocuğun kadına karşı eşduyum (empati, ötekinin yerine kendini koyarak anlama) yetisinden yoksun büyümesi kaçınılmaz oluyor. Kadına eşduyum yetisinden yoksun yetişen erkek, kadının duygularını, gereksinimlerini, acılarını anlamakta yetersiz kalmakta; ana babasının özenli, ayrıcalıklı bakımının sonucu olarak da özgüvenden yoksun, kırılgan bir erkeklik kimliği kazanmaktadır.
Erkek egemen toplumda erkeğin erkeklik duygusu büyük oranda kadına bağımlıdır. Bir başka deyişle, onun erkeklik duygusu kadının boyun eğmesi, uysal davranması ile beslenmektedir.
Kırılgan, özgüvenden yoksun erkek kendisine temelsiz bir erkeklik gücünü ancak kadın üzerindeki egemenliği ile bulabilmektedir. Bu güç, erkeğin herhangi bir etkinliğinden dolayı kazanılmamakta, geleneksel olarak kendisine verilmektedir. Bu nedenle de bu gücün temelsiz, sahte bir güç olması doğaldır. Toplumda erkek egemenliğini sürdürmek için kullanılan bahane kadının namusunu korumak, onu Tanrı’nın korunmaya muhtaç bir “emaneti” gibi görmek türünden bir akla uygunlaştırma (rasyonalizasyon), daha yalın dille bir aldatmacadır.
Erkek egemenliğinin sürdürülebilmesi için toplumda kadınların fazla eğitimli olmaması, örtünmesi, evde tutulması gerekmektedir. Kadının okuması, kendini geliştirmesi, özgürleşmesi, ayrımcılığa karşı direnmesi, erkeğe boyun eğmemesi gibi durumlarda özgüvenden yoksun kırılgan erkeklik kimliği öne çıkmakta ve bu yüzden erkek kendini tehdit altında görmektedir; kadınının ‘ben de bir insanım’ dercesine davranışlarını kimliğine saldırı olarak algılamaktadır.
Bu yüzden de aşırı kıskançlık, öfke, saldırganlık duygularına kapılabilmektedir. Kıskançlık güvensizliğin, denetimsiz öfke ve saldırganlık duyguları kırılganlığın ürünleridir. Kadına karşı eşduyum yetisinden yoksun olduğu için de acımasız şiddet davranışları gösterebilmesi onun için zor olmamaktadır.
BATI’DA AZALDI, İSLAM ÜLKELERİNDE YAYGIN
Dünya toplumlarının büyük kesiminde kadın erkek eşitsizliği değişik derecelerde sürmektedir. Batı toplumlarında belirgin ölçüde azalmış olduğu, ama tümden ortadan kalkmadığı bilinmektedir. İslam toplumlarında erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliği, kadın erkek eşitsizliği yaygındır.
Bu toplumlarda, kadınların insan hakları açısından çok geride oldukları, baskı altında kaldıkları, eğitimsiz, bağımlı ve seçeneksiz bırakıldıkları gerçeği yadsınabilir mi?
Yüzyıllardır bu toplumlarda kadın erkek ilişkilerini düzenlemek için uygulanan geleneksel tutumlar ve kurallar kadına karşı erkek üstünlüğünü, egemenliğini sürdürmek amacı ile donatılmış gibidir. Bu tutum ve kuralların çoğu dine dayandırılmaktadır.
İlahiyat bilginlerinin bir kesimi gerçek İslamiyette bunun böyle olmadığını Kuran’dan, hadislerden örnekler vererek yazıyorlar, söylüyorlar. Ancak, yüzlerce yıldır süregelen kadın erkek eşitsizliğinin ve kadının acınası durumunun hiçbir İslam ülkesinde fazla değişmediğini görüyoruz. Ne acıdır ki din, bu toplumlarda hem erkek egemenliğinin, hem siyasal erkin sürdürülebilmesi için bolca kullanılmaktadır.
Özgecan’ın öldürüldüğü minibüste çektiği acılar aklıma geldikçe uykularım kaçıyor. Bu toplumun en azından bir kesiminin erkeği bu genç kızın vahşice öldürülüşünü bile dinsel görünümlü tartışmalar, yorumlar için kullanabiliyor. Bunu görmek bana derin üzüntü, utanç duygusu veriyor.
Toplumumuzda erkek egemenliğinin ve kadının konumunun fazla değişememesinin asıl nedeni bu olabilir mi?
Çözümün yasalarla olamayacağı açıktır. Kanımca tek çözüm yolu çocukluğun erken dönemlerinde başlayan laik, bilimsel temellere dayalı bir eğitim seferberliğidir.