Basın toplantısında olay
Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi Ali Suat Ertosun hakkındaki iddialara düzenlediği basın toplantısıyla cevap verdi. Ertosun'un açıklamasının ardından soru soran Vakit gazetesi muhabirinin korumalarca dışarı çıkartılması üzerine kısa süreli arbede yaşandı.
cumhuriyet.com.trHakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi Ali Suat Ertosun hakkındaki iddialara düzenlediği basın toplantısıyla cevap verdi. Ertosun'un açıklamasının ardından soru soran Vakit gazetesi muhabirinin korumalarca dışarı çıkartılması üzerine kısa süreli arbede yaşandı.
Vakit gazetesi muhabirinin "Genç hakimlere de Ergenekon sanıklarıyla yemek yemesini tavsiye ediyor musunuz?" diye sormasının ardından sorunun "maksatlı" olduğunu, ancak yine de nezaketen yanıtlayacağını ifade eden Ertosun, yanıtına başladığı sırada kısa süreli arbede yaşandı.
Her soruyu yanıtlamaya hazır olduğunu ifade eden Ertosun, olayın kendi inisiyatifi dışında gerçekleştiğini belirterek özür diledi. Korumaların muhabiri gazeteci olmadığı şüphesiyle dışarı çıkartmak istediğini ifade eden Ertosun, kendisinin tehdit altında olduğu için korumaların böyle bir duyarlılık göstermiş olabileceğini söyledi. Ertosun, olayın kendisine maledilmemesini istedi. Muhabir kısa süreli tartışmanın ardından tekrar içeri alındı.
Toplantının satır başları
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi Ali Suat Ertosun, Ergenekon sanığı Engin Aydın'la 2 buçuk yıl Adalet Bakanlığı'nda birlikte çalıştıklarını ve görüşmelerinin gizli olmadığını ifade etti. Ertosun, üzerinde durulması gerekenin görüşmelerinin fotoğrafının neden ve kim tarafından çekildiği veya çektirildiği olduğunu belirterek, Ankara Cumhuriyet Başsavcılğı'na dilekçe vererek şikayetçi olacağını bildirdi.
Ertosun, düzenlediği basın toplantısında hakkındaki iddiaları yanıtladı. Son günlerde şahsına ve HSYK'ya yönelik eleştiri sınırlarını da aşacak şekilde maksatlı yayınlar yapıldığını ifade eden Ertosun, bu yayınları şöyle sıraladı:
"Birincisi hakaret, küçük düşürme ve karalama amacıyla yapılanlar, ikincisi Ceza ve Tevkif Evleri genel müdürü olduğum dönemde yapılan Hayata Dönüş operasyonu da dahil birkaç olaya istinaden kurulan komplo teorileriyle ilgili gerçekleştirilenler. Üçüncüsü de şahsım hedef alınarak HSYK'ya yönelik olanlar."
"Eleştiri amacı taşımayıp hakaret etme, küçük düşürme ve karalama düşüncesiyle yapılan yayınlarla ilgili olarak gerekli yasal yollara tarafımdan başvurulacaktır" diyen Ertosun, Hayata Dönüş Operasyonu nedeniyle Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olduğu döneme ilişkin kendisine, Adalet Bakanlığı'na ve başında bulunduğu Genel Müdürülüğe ilişkin haberlere karşı o süreçte gerekli araştırmalar yapıldığını, bunların arşivlerde mevcut olduğunu söyledi. 16 Kasım 1998'de Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğüne atandığında cezaevlerinin Türkiye'nin en önemli sorununu oluşturduğunu kaydeden Ertosun, o dönemde cezaevlerinin suç örgütleri için okul haline geldiğini, tünellerin kazıldığı, mahkemelerin kurulduğu, örgüt afiş ve pankartlarının asıldığı, devletin güvenlik kuvvetlerinin giremediği, devlete meydan okunan yerler haline gelmiş olduğunu, bunun temel nedeni olan koğuş sisteminden F tipi cezaevlerine geçildiğini söyledi. F tipi cezaevlerinin "uluslararası standartlara uygun çağdaş yerler" olarak tanımlayan Ertosun, F tiplerinin hizmete girmesiyle cezaevlerinin terör ve suç örgütlerinin hakimiyetinden çıktığını, terörün cezaevi ayağının bittiğini ifade etti.
"Hayata Dönüş devlet kararı"
Kendisinin Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olduğu dönemde gerçekleştirilen Hayata Dönüş Operasyonu'ya ilgili eleştirileri de yanıtlayan Ertosun, şunları söyledi:
"Özellikle ve önemle belirtmek gerekir ki Hayata Dönüş Operasyonu cezaevleri sorununun had safhaya ulaştığı dönemde Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu tarafından da değerlendirilerek alınan kararlar doğrultusunda uygulamaya konmuştur. Bu karar salt benim kararım değildir, Hükümet'in kararıdır, MGK'nın kararıdır, öz olarak devletin kararıdır. Hayata Dönüş Operasyonu sonrasında cezaevlerinde CMK'nın 399. maddesi uyarınca infaza ara verme ve Anayasamız'ın 104/2. maddesi gereğince Cumhurbaşkanımız tarafından affedilenlerle ilgili olarak Adli Tıp Kurumu'ndan alınan raporlarla aramda bağlantı kurulması hiçbir insaf ölçüsüyle bağdaşmamaktadır. İnfaza ara verme yetkisi ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarına, af yetkisi ise doğrudan Cumhurbaşkanımıza ait olup Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü'nün bu süreçte rolü bulunmamaktadır. Adalet Bakanlığı'na bağlı bir kuruluş olan Adli Tıp kurumunu da benim Genel Müdür olarak etkilemem ve yönlendirmem mümkün değildir. Cumhurbaşkanımız'a sunulan evrakı Ceza İşleri Genel Müdürü hazırlamıştır ve mevzuat bu yöndedir."
"Duyar'ın öldürülmesinden sonra hakkımda soruşturma istedim"
Ertosun, Özdemir Sabancı suikastı sanığı Mustafa Duyar'ın öldürülmesinde rolü olduğuna ilişkin iddialara ise şu yanıtı verdi:
"Mustafa Duyar'ın cezaevinde öldürülmesinden sonra şahsıma yönelik olarak yapılan yayınlar üzerine bizzat dilekçe vererek hakkımda inceleme yapılması ve gerekirse soruşturma yapılmasını istedim. Bunun dilekçesi buradadır. Soruşturmayı bizzat ben istedim, hakkımda soruşturma yapıldı. Soruşturma sonunda soruşturmaya geçilmesine yer olmadığına karar verildi. Soruşturma raporu ve bakanlık mucipleri buradadır. İlgili genel müdürlüğün görevlendirilmesi üzerine teftiş kurulu müfettişleri gerekli soruşturmayı yapmışlardır. Bu soruşturma şahsım hakkında yapıldığı gibi o dönemde Afyon cezaevinde görevli olan görevliler hakkında da yapılmıştır. Nitekim oraya giren tabancanın 2. müdür tarafından sokulduğu belirlenmiştir. Bu kişi hakkında gereken tedbirler uygulanmış, gereken davalar açılmıştır."
"Duyar para istediği için Can Dündar'ın söyleşi talebi reddedildi"
Mustafa Duyar'ı öldürenlerin Afyon Cezaevi'ne nakillerinin kendisi tarafından yapıldığı iddialarına ilişkin ise Ertosun, şu ifadelere yer verdi:
"Mustafa Duyar kendi isteğiyle adı geçenin öldürülmesine karışan asıl failler ise Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığı'nın istemi üzerine Afyon E tipi kapalı cezaevine 1997 yılında yani benim genel müdür olmamdan önce nakledilmişlerdir. Ben 16.11.1998 tarihinde genel müdürlük görevine başladım. Bu nakiller benden önce gerçekleştirilmiştir. (O dönemde) Sabah Gazetesi Yazarı Can Dündar 6 Ocak 1999 tarihinde dönemin Adalet Bakanı Hasan Denizkurdu'na dilekçe vererek Afyon Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan Mustafa Duyar'la Sabancı suikastının yıldönümü dolayısıyla söyleşi yapmak için izin istemiş, kişinin tutuklu olması nedeniyle yargılamayı etkileyebileceği düşüncesiyle bu talep tarafımdan uygun bulunmamasına rağmen Mustafa Duyar'ın rızasının alınması koşuluyla bu görüşmeye Bakanımız tarafından izin verilmiş, durum tutukluya iletilmiş, ancak Mustafa Duyar'ın genel müdürlüğe gönderdiği 8 Ocak 1999 tarihli dilekçesinde görüşme talebini uygun bir miktar para karşılığında kabul etmesi nedeniyle görüşme talebi reddedilmiş, konu 8 Ocak 1999'da Can Dündar'a bildirilmiştir. Mustafa Duyar'la görüşme isteminde bulunan Can Dündar'a izin verilmemesinin nedeni Mustafa Duyar'ın para talep etmesidir. Kaldı ki bu hususu da hakkımda yapılan soruşturma sırasında Can Dündar bizzat belirtmiştir. İlgili belgeler burada, isteyenlere gerektiği takdirde verebilirim. Can Dündar'ın ifadesi alınmıştır, ifadesinde de şahsıma herhangi bir suçlayıcı beyanı olmamıştır. Ancak nedense aradan 10 yıl geçtikten sonra bu konular tekrar gündeme getirilmiştir. Gerçek durumun bu şekilde cereyan etmesine karşın Can Dündar'ın 20 Ekim 1999 tarihli Sabah Gazetesi'nde "Duyar konuşacaktı" başlıklı bir yazı kaleme alması ve olayda Susurluk boyutunun da olduğunu vurgulaması üzerine adı geçene karşı açtığım manevi tazminat davasını kazandım. Olay davanın seyri sırasında tüm boyutlarıyla incelenmiş ve irdelenmiştir. Buna ilişkin mahkeme kararı 25. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2000/96-641 esas ve karar numaralı kararıdır. Bu davayı kazandım. Bunu Can Dündar da bilmekte, ama kendisine yöneltilen birtakım sorulara yazıyla cevap vermiş ama maalesef bu söylediklerimi size tam olarak aktarmamıştır."
Basın Kanunu'na ve Anayasa'ya göre bu tür röportajların yargılama makamını etkileyebileceği, ve tutukluların açıklamada bulunma mercilerinin Cumhuriyet Başsavcılıkları ve mahkemeler olduğu düşünülecek olursa izin verilmemesinin daha uygun olacağını düşündüğünü açıklayan Ertosun, bunun örneklerini geçmişte gördüklerini, basına konuştuktan sonra savcıya ifade veren sanıkların ifadesini değiştirdiğini söyledi.
"Hizmetlerimden dolayı devlet üstün hizmet madalyası aldım"
Cezaevlerinde yaptığı çalışmalar ve Türkiye'nin dünyaya tanıtılmasında gösterdiği üstün başarıdan dolayı, Bakanlar Kurulu'nun önerisi üzerine, Cumhurbaşkanı'nın tevcihiyle, kendisine Türkiye Cumhuriyet Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildiğini anımsatan Ertosun, "Bu vesileyle, birlikte çalıştığım arkadaşlarıma tekrar teşekkür ediyor, şehitlerimizi de rahmetle anıyorum" diye konuştu.
"HSYK noterlik değil"
Geçmişte yaşanmış ve yaşandığı dönemde mahkemelere intikal ederek, karara bağlanan olayların çarpıtılarak kendisine karşı yürütülen kampanyanın asıl hedefinin HSYK'nın yapısını değiştirmek veya zaafa uğratmak olduğu olduğunu ifade eden Ertosun, "Korsan olarak nitelendirilebilecek bir anlayış ve davranış varsa, bu korsanlık anayasal teminat altındaki HSYK üyelerinin, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde görüşlerini toplantılarda serbestçe ifade etmelerinde değil, bazı basın yayın organlarının tek elden ve organize bir şekilde Anayasal kurumları ve bu kurumlarda görev alanları hedef göstererek insaf ölçülerini aşan ve hakarete varan saldırılarına aranmalıdır. Unutmamalıdır ki yüksek kurul Adalet Bakanlığı'ndan gelen atama taslaklarını geldiği gibi onaylayan noterlik makamı değildir. Kurul üyeleri değişiklik önerileri ve yeni teklifler getirip ekleme ve çıkarma yapabilirler. Bunu yaparken de nesnel ölçülere dayanarak, mahkemelerin bağımsızlığı, hakim teminatı ve yargının kurumsal kimliğini esas alırlar" diye konuştu.
"Engin Aydın arkadaşım, görüşmemiz gizli değil"
Ergenekon sanığı Engin Aydın ile yediği yemeğin gizlice çekilen fotografıyla ilgili olarak Ertosun şunları söyledi:
"Adalet Bakanlığında müdürü olduğum dönemde bakan Müşaviri olarak yaklaşık 2 buçuk yıl görev yapan Engin Aydın'la gizlice çekilmiş bir fotoğrafımın bir kısım basın organlarına servis edilerek yayımlanması ahlaki olmadığı gibi cezai ve hukuki sorumluluğu gerektiren bir davranıştır. Ben 2 buçuk yıl Engin Aydın'la birlikte Adalet Bakanlığı'nda çalıştım. Kendisiyle ailevi ilişkilerimiz de vardır. Ve Engin Aydın'la buluştuğumuz yer gizli bir mekan değildir, Kızılay'ın tam ortasıdır. Biz onunla çok gizli bir yerde buluşabilirdik. Yanımızda bulunan kişiler de herkesin tanıdığı kişilerdir. Bir tanesi eski bir hakim, ve şu an avukattır. Diğeri de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Başkanvekilidir. Kendisiyle birlikte başmüfettişlik yaptık. Eskiden beri tanırım. 4 arkadaş bir araya gelmişse, ve orada herhangi bir şey konuşulmamışsa davalarla ilgili, sadece bizim kendi arkadaşlığımız çerçevesinde geçmişimiz, işte düşüncelerimiz konuşulmuştur. Bunun dışında davaları etkileme, o davalarda görev alan hakim ve savcıları değiştirme şeklinde bir konuşma olmamıştır. Genel çerçevenin dışına çıkılmamıştır. İnsani ilişkilerin ötesine geçmeyen bu görüşmeye özel birtakım anlamlar yüklenmesi iyi niyetle bağdaşmamaktadır. Burada üzerinde durulması gereken fotoğraftaki kişiler değil, bu fotoğrafın neden ve kim tarafından çekildiği veya çektirildiğidir. Eğer bu fotoğraf devlet görevlileri tarafından çekilmişse ortada daha vahim ve üzerinde durulması gereken bir durum söz konusudur. Bu konunun araştırılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na dilekçe vererek şikayetçi olacağım. Bu ülkede bir Yargıtay üyesi, bir Danıştay üyesi takip ediliyorsa, izleniyorsa, birtakım teknik araçlarla bunlar takip konusu yapılıyorsa hakikaten bu konu üzerinde çok durulması gerekir. Tabii araştırma sonunda Cumhuriyet Başsavcılığı kimlerin dinlendiğini, kimlerin servis yaptığını bulacaktır. Ama gizlice olmuşsa, gayriyasal dinlenmişsek bu bana göre daha da vahimdir. Bu Türkiye'nin bir sorunudur. dolayısıyla bu konunun üzerinde durulması gerekir. Biz HSYK olarak bu konu üzerinde yaklaşık 1 yıldır devamlı duruyoruz."
"Temizöz'le hiç tanışmadım"
Diyarbakır'da tutuklu bulunan Jandarma Albay Cemal Temizöz'ü kurtarma istemesine ilişkin iddialar için Ertosun şöyle konuştu:
"Akpınar, Kırşehir ve Kayseri adliyelerini ziyaret ettikten sonra 6-7 Mart 2009 tarihlerinde Kayseri'de Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Ali Aydın'ın misafiri olarak Jandarma Misafirhanesi'nde kaldım. Ali Aydın'ı Jandarma Genel Komutanlığı'nda Asayiş Dairesi Başkanı'yken tanıdım. Hayata dönüş operasyonu yapıldığında ikimiz de görevliydik. Kayseri'de bulunduğumda Cemal Temizöz'le tanışmadım, kendisiyle daha sonra da hiç karşılaşmadım ve görüşmedim. Esasen o tarihlerde Cemal Temizöz henüz tutuklanmamıştı. Benim de adıgeçen hakkında soruşturma yapıldığına ilişkin bir bilgim yoktu. Bir kısım yayın organlarında bu tür haberler yayımlanınca durumu araştırdığımda Cemal Temizöz'ün 3-10 Mart tarihleri arasında yani benim Kayseri'ye gittiğim tarihlerde izin kullandığını öğrendim. Bu da hakkımdaki suçlamaların ne kadar asılsız ve dayanaksız olduğunu göstermektedir. Kayseri'ye gittiğimizde Kayseri Belediye Başkanı, Kayseri Valisi, Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı, Kayseri Adalet Komisyonu Başkanıyla birlikte olduk. Bunlar protokol çerçevesinde yapılan ziyaretlerdir, birlikte olmak da gayet doğaldır. Protokolde A protokol denen bir kavram vardır ve bu kişilerle birlikte Jandarma tesislerinde yemek de yenmiştir. Ben can güvenliği tehlikesi olan bir kişi olduğum için Jandarma tesislerinde kaldım. Bazı basın organları diyor ki 'Ali Aydın'ın bağ evi.' Bildiğim kadarıyla Ali Aydın'ın böyle bir bağ evi de yoktur. Tekrar ediyorum 1 gece Jandarma tesislerinde kaldım, 1 gece de Tavas'taki Jandarma tesislerinde kaldım. 2 gece kaldık, tek başıma da gitmedim. Buradan bir grup hakim arkadaşımızla beraber gittik. O tarihlerde orada Kayseri-Fenerbahçe maçını seyrettikten sonra da geri döndük."