Başbuğ: Arka kapıyı reddettim!
Ergenekon davasında müebbet hapis cezasına çarptırılan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, tutuklanma anı ve Silivri Cezaevi'ndeki götürülüşü ile ilk saatlerini kitabında anlattı.
cumhuriyet.com.tr
Kitabına, “Haksızlıkları ve acıları benimle birlikte yaşayan ve paylaşan aileme... Sevil, Feride ve Murat’a” sözleriyle başlayan Başbuğ, kitabın önsözünde şunları yazdı:
İLKER BAŞBUĞ'UN NAZIM HİKMET UTANCI
Tutuklandığı gece: O an dünyam karardı
Gece yarısına doğru duruşma salonuna çağrıldık. Derme çatma, zemin katta bir yerdeydi salon. Salon küçük olduğundan kürsüler heyula gibi görünüyordu. Hâkim gelip yerini aldı. Genç ve gözlüklü biriydi. Ancak işin komik yanı, adeta kürsü arkasında kaybolmuştu; başı görünüyordu. Şahsıma yöneltilen suçlamayı ilk kez bu hâkimin ağzından duydum. Suçum şu idi: ‘Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme.’ ‘Terör örgütü kurma ve yönetme!’ Bu sözleri duyunca, açık söylüyorum dünyam karardı. Önüme kim çıkarsa çıksın devirip ezip geçebilirdim. İsyan halindeydim. Sözler ile isyanımı dile getirebilirdim. Saat 00.30’du. Silivri’nin yolu bize de açılmıştı.
‘Arka kapıyı reddettim’
Usulen ilk önce Metris Cezaevi’ne gidiliyor hatta bir gün orada kalınıyormuş. Ben bunu istemedim. Doğrudan Silivri’ye gitmek istediğimi söyledim. İsteğim uygun görüldü. Terörle Mücadele Şubesi’nden görevlendirilen polisler, bir süre sonra hareket edebileceğimizi söylediler. Hepsi saygılıydı ve yaşanılan durumdan pek mutlu olmadıkları yüzlerinden anlaşılıyordu. Başlarında bulunan herhalde komiser idi, istersek adliyenin arka kapısından çıkarak binayı terk edebileceğimizi söyledi. Şiddetle karşı çıktım. Geldiğimiz gibi, alnımız açık, başımız dik ön kapıdan çıkacaktık. Öyle yaptık.”
Cezaevinde ilk sabah
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, cezaevindeki ilk sabahı şöyle anlattı:
“6 Ocak 2012 sabahı, daldığım derin uykudan uyandım. Yedi küçük odası bulunan, iki katlı cezaevinin bir koğuşunda tek başıma uyumuştum. Hava soğuktu. Getirdiğim eşyalar arasında bulunan kalın giysilerden seçtiklerimi giydim. Aşağı kata indim. Büyük bomboş bir salon, iki masa bir de eski bir televizyon vardı. Yüzümü yıkadım. Televizyonu açtım. Haber kanalları büyük ölçüde benim tutukluluk haberimi veriyordu. Televizyonun sesi boş odada gürültü şeklinde yankılanıyordu: ‘Türkiye Cumhuriyeti‘nin 26. Genelkurmay Başkanı, terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlamasıyla tutuklandı. Takdir Yüce Türk Milletine aittir.’ Kenarda, bir tepsi üzerinde kurabiye kutuları, su ve meyve suları vardı. Herhalde, cezaevi idaresi tarafından ilk ihtiyaçların karşılanması için konulmuştu. Oradan bir iki şey alıp yedim.”
Savcının odasında: İnfaz Savcısı biraz gülümseyerek...
Koğuşta tek başına kalmak istemediğimi söyledim. Sorun olmadığını ifade ettiler. Silivri Başsavcısı’nın geldiğini, benimle görüşmek istediğini söylediler. Koğuştan çıktık. Labirent gibi koridorlardan geçtik. Bıraksalar, kaldığım koğuşu rahat bulamazdım. Bir büyük odada, Başsavcı, İnfaz Savcısı ve Cezaevi Müdürü beni bekliyordu. Bazı genel konuları konuştuk. Başsavcıya da yalnız kalmak istemediğimi söyledim. ‘Düşünüp değerlendireceğiz’ dedi. İnfaz savcısı ise, bu sürenin biraz zaman alacağını, belki birkaç ay filan süreceğini söyledi. Ben de onu duyunca içimden, demek ki burada epeyi kalacağız diye geçirdim. Odaya birileri girdi. Kızım Feride ve oğlum Murat’ın beni ziyaret için geldiklerini söyledi. Günlerden cuma idi. Yani cezaevindeki ilk günüm, 6 Ocak 2012... Feride ve Murat’ın ziyaretini beklemiyordum. Biraz sürpriz oldu. İnfaz Savcısı, Başsavcı’ya bakıp biraz gülümseyerek: ‘Ziyaret için izin verelim mi?’ diye sordu. Başsavcı ‘Olur’ diye yanıtladı. Sonradan öğrendim ki, ilk gün ziyaret hakkı zaten varmış.”
‘Çocuklarım kuş gibiydi’
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, cezaevindeki ilk gün çocuklarıyla görüşmesini şöyle anlattı:
“Görüşme ‘kapalı görüş’tü. Aranızda kalın bir cam var. Konuşmanızı telefonla yapıyorsunuz ve kayda alınıyor. Feride ve Murat’ı karşımda gördüm. Adeta iki kuş gibi uçarak babalarını görmeye gelmişlerdi. Yüreklerinin pır pır ettiğini hissediyordum. Filmleri hatırlayın. Sevdiklerinden uzaklarda olan biri, kış günü pencerede oturur. Dışarıya bakar. Beklemektedir. Ansızın pencerenin sahanlığına iki kuş konar, pır pır ederek. Gözlerindeki büyük sevgi ile ona bakarlar. Oturan adam, o kuşlarda sevdiklerini görür. Telefon ahizesini kaldırarak konuşmaya başladık. Ağızlarımızdan ilk çıkan sözler, adeta kırık olarak çıkıyordu. İlk görüşme, cezaevlerinde gerçekten pek kolay değildi. Görüşmenin devamında, onların moralli ve kararlı olduklarını gördüm, rahatladım. Cezaevinde başlangıçta lazım olacak bazı malzeme ve giysiyi de beraberlerinde getirdiklerini söylediler. Zaman süratle geçti. Onlar süzülerek ayrıldılar. Ben de koğuşa döndüm.”