Baro ilk kez sanık

İstanbul Barosu 135 yıllık tarihinde iktidarların hep hedefinde oldu. Ara rejimler de dahil günümüze kadar hakkında hiç dava açılmamıştı.

cumhuriyet.com.tr

Türkiye’de bazı kurumlar vardır ki, tarihi iktidarlarla kavga, polemik, soruşturma ve davalarla doludur. İktidarın gazabına uğrayan kurumlar arasında elbette işçi sendikaları, meslek odaları, üniversiteler ve basın kuruluşları ilk sırayı alıyor. Hatta bu kurumlara patronlar kulübü TÜSİAD’ı bile eklemek mümkün. Ama görevi sanıkları savunmak olan avukatların örgütü baronun da iktidarla kavgalı kurumlar arasında yer alması herhalde Türkiye’ye özgü bir durum.

Bugünlerde İstanbul Barosu hakkında açılan dava ve iktidar partisi tarafından yürütülen “Baro yönetimi hukuken düşmüştür” kampanyası ile tartışmaların odağındaki kurum oldu. Aslında İstanbul Barosu’nun tartışılması, iktidarla kavgası ne ilk, bu gidişle ne de son olacağa benziyor. İstanbul Barosu 135 yıllık tarihinde pek çok kez iktidarlarla karşı karşıya geldi. Soruşturmalar, kapatmalar, davalar ve yönetimin düşürülmesi, başkanının görevden alınması gibi olayları geçmişte de yaşadı.

İlk genel kurulunu 5 Nisan 1878’de yapan İstanbul Barosu’nun ilk başkanlığına Alexandre Meryem Kouli getirilir. Kouli’den sonra ikinci genel kurulda başkanlığa getirilen Fransuva Rosolato bu görevi altı yıl sürdürür. İlk Türk ve Müslüman baro başkanı Mehmet Reşit Bey 1886’da bu görevi devralır.

İşgal yıllarında Baro değilse bile Baro Başkanı Celalettin Arif Bey, padişah karşıtları arasında yer almış ve İngilizlere karşı mücadele vermiştir. Kuvvayı Milliye saflarına geçen Celalettin Arif Bey, Kurtuluş Savaşı’nda önemli görevler üstlenmiştir. Milli Mücadele döneminde TBMM İkinci Başkanlığı’nı yürütmüştür.

1920-1925 yılları arasında İstanbul Baro Başkanlığı’na seçilen meşruti yönetim yanlısı ve hilafet savunucusu Lütfi Fikri Bey’in Ankara hükümeti ile başı hiç hoş olmamıştır. Bu nedenle 1924 yılında baroda büyük bir tasfiye hareketi yaşanır. Türk avukatlarının, Batılı avukatların hakları ve niteliklerine kavuşturulması amacıyla, 1924 yılında Muhamat Kanunu çıkarılmıştır.

Avukatlık mesleğiyle bağdaşmayan kişilerin tasfiyesi amacıyla Muhamat Kanunu’nun geçici bir maddesine göre kurulan “Tefrik Meclisi”, o tarihte İstanbul Barosu’nu “münfesih” saymış, baronun tüm evraklarına el koymuş ve kayıtlı üyelerin yarıya yakınının üyeliğini düşürmüştür. İstanbul Barosu’nun bu olaya tepkisi sert olunca Adalet Bakanlığı, baronun yetkilerini aynen kabul etmek zorunda kalmıştır.

“Tefrik Meclisi”nin kararının baroya bildirilmesi üzerine Cumhuriyet döneminin ilk Baro Genel Kurulu, 28 Ağustos 1924 Perşembe günü tasfiye edilen avukatların da katılımıyla toplanmış ve sert tartışmalardan sonra Lütfi Fikri Bey yeniden başkanlığa seçilerek Cumhuriyet döneminin ilk baro başkanı olmuştur. İki yıl sonra da kanundan “muhami” sözcüğü çıkarılarak yerine “avukatlık” sözcüğü yazılmıştır.

Çok partili döneme geçildiğinde DP iktidarının hukuk tanımaz icraatları İstanbul Barosu’nu hukuk mücadelesine itmiştir. Cahit Arif Tunger başkanlığındaki İstanbul Barosu, antidemokratik baskılarını arttıran iktidarın karşısında yer almıştır.

 

12 Eylül’de kapısına kilit

12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte askeri yönetim her alanda olduğu gibi hukuk alanında da değişiklikler yapmaya başlamıştır. Bu arada, bir iki gün de olsa İstanbul Barosu kapatılmış, baronun tüm sicil ve evrakına el konulmuş, baro yöneticileri sorgulanmış, yaklaşan genel kurul toplantısı ise askeri yönetim tarafından ertelenmiştir. Askeri yönetim dönemi ve sonrası, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri ve özellikle baro için mücadele dönemi olmuştur. 1136 sayılı Avukatlık Yasası 1982 Anayasası’nın kısıtlayıcı niteliğine uygun hale getirilmiştir. 1984 tarihli yasa, hem avukatlık mesleğine hem de barolara önemli zararlar vermiştir. İstanbul Barosu, savunma hakkını kısıtlayıcı hükümlerinin ortadan kaldırılması mücadelesi verirken Baro Başkanı Orhan Apaydın “Barış Derneği Davası”nın sanığı olmuştur. Sonradan İstanbul Baro Başkanlığı’nı üstlenecek olan Turgut Kazan da Barış Derneği Davası’nın birçok sanığının avukatlığını yapmıştır.

Orhan Adli Apaydın yönetimi, ülkemizde ve dünyada barışın, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, hukukun üstünlüğünün mücadelesini verirken, Apaydın 1983’te Adalet Bakanı tarafından baro başkanlığı görevinden alınmıştır. Baro yönetimi ve hukukçular baronun kapatılmaması için büyük bir mücadele vermişlerdir. Çağdaş Avukatlar Grubu’nun adayı olarak başkan seçilen Turgut Kazan dönemi ise, baronun kurumsal kimliğinin kendini hissettirmeye başladığı yıllar olmuştur. Siyasi iktidar, hukukla, savunma hakkıyla, yargıyla ilgili çalışmalarda baronun görüşünü almaya özen göstermiştir. Bir yandan aydınların katledilmesi ve siyasi cinayetler ile şiddet ve demokrasi dışı davranışlar sürerken, dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın Saddam yönetimindeki Irak’ı hukuk devletine örnek göstermesi baronun tepkisine yol açmış ve eylül ayında adli yıla törensiz girilmiştir.

 

Yassıada duruşmaları yönetimi böldü

İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’nun, 1960 Devrimi’nden sonra devrik iktidar mensuplarının yargılanmalarında, hiçbir baro üyesinin görev almaması yolunda aldığı karar, baronun tarihine bir kara leke olarak geçti. Sanığın savunma hakkına aykırı bu karara rağmen İstanbul Barosu üyesi Orhan ve Burhan Apaydın başta Menderes olmak üzere DP yöneticilerinin savunmanlığını üstlendi.

1975’te yapılan genel seçimler sonucunda dörtlü koalisyon iktidarı (MC - Milliyetçi Cephe Hükümeti) ülke yönetimine geldi. Başkan seçilen Mesleki Dayanışma Grubu’nun adayı Mehmet Ali İkizer döneminde, devam eden terör eylemlerini protesto amacıyla baro üyesi avukatlar ilk kez cüppelerini giyerek “Kan Dökülmesine Son, Hukuka Saygı” yürüyüşü yaptılar.

1976 yılı sonunda yapılan İstanbul Barosu Genel Kurulu’nda, “Çağdaş Avukatlar Grubu”nun adayı Orhan Apaydın’ın başkan seçilmesi Yassıada yargılamaları sırasında alınan yanlış kararın tashihiydi bir anlamda. Milliyetçi Cephe döneminde yaşanan yargı sorunları ve hukuk dışı uygulamalar karşısında “Danıştay kararlarını uygulamamak anayasayı ihlal eylemidir” diyen Apaydın dönemi bir dizi protesto etkinliklerinin yapıldığı dönem oldu.

4 Mart 1977’de Türkiye Barolar Birliği’nin başlattığı “duruşmalara girmeme” eylemine en büyük katılım, İstanbul Barosu’ndan geldi.  İstanbul Barosu’nun yüzüncü kuruluş yıldönümü olan 1978 yılı da protesto eylemleriyle dolu bir yıl oldu. Bu eylemlerin özünde “Örgütlenme Özgürlüğü” ve “Ölüm Cezalarının Kaldırılması” temaları ağır basıyordu.