Barış sarhoşluğu
Koronavirüsünü İsveç’e Çinli bir öğrenci ve Kuzey İtalya’ya kayağa giden İsveçliler taşıdı.
Osman İkiz - Stockholmİtalya’da salgın patlak verdiğinden, şubat sonunda kayaktan dönenlerin karantinaya alınması bekleniyordu; ancak Halk Sağlığı Müdürlüğü yetkilileri “İnsanların özgürlüğüne müdahale edemeyiz” diyerek gazetelerde dile getirilen talebi dikkate almadılar. Daha sonra 100 dolayında kayak tatilcisi hastalandı. Bugün 1600’e yakın kişinin kaçının kayak tatilcilerinin getirdiği virüsle hastalandığı bilinemiyor. Yetkililerin özgürlük saplantısı kim bilir kaç kişinin özgürlüğüne, sağlığına bir hançer gibi saplandı. Salgının sirayet ettiği bütün ülkeler sonuçları çok vahim olacak bir felaketle savaşıyor. İtalya başından savruk davrandığı için faturayı çok pahalı ödüyor.
İsveç, karantina önlemi konusunda başında yaptığı hata gibi önlem almakta da gecikti. Okullar geç kapatıldı, günlük yaşama da, özgürlük saplantısı yüzünden mi yoksa ekonomiyi kötü etkilemesinden korktukları için mi bilmiyoruz, müdahale etmediler. Evden çıkılmaması uyarısına büyük çoğunluk uydu ama Stockholm’de sokaklardaki, kafe ve barlardaki insan trafiği hâlâ yüzde 30’larda. İsveçlilerin travmanın acı sonuçlarını yaşamadan uyanmama gibi kötü bir alışkanlığı var. Üstelik devletin her sorunu çözeceği gibi bir yanılsama içindeler. 211 yıldır savaşmamış olmalarından dolayı sanki felaketlere karşı beyinlerdeki uyarıcı merkezler dumura uğramış gibi davranıyorlar. Barış sarhoşluğuna kapılmışlar; ayılmak bilmiyorlar.
Siyaseten doğruculuk
“Barış”, “insan hakları”, “demokrasi”, İsveçlilerin diline pelesenk olan sözcüklerdir. Siyaseten doğruculuğun zirvesindedir İsveç. Millet de buna epey inanmıştır. İsveç dünyanın vicdan merkezi gibi görülür. Dagens Nyheter’in başyazarı Peter Wolodarski, Başbakan’ı uyardığı yazısında “Siz hâlâ kendinizi dünyanın en zeki insanı zannetmeye devam edin. Felaketin faturası çok yüksek olacak” diye yazdı.
Sağlık elemanlarını akşamları alkışlıyoruz. Çok zor bir görev yapıyorlar. Salgının yol açacağı felaketin boyutu tam olarak kestirilemiyor ama doktorlara çok daha ağır bir görev verildi. Yoğun bakım ünitesi yeterli olmadığı takdirde, hangi hastanın ölüme terk edileceğine onlar karar verecek. Önümüzdeki günlerde bunu da yaşayacağız demek ki. İsveç bundan ders çıkarır mı? Eski başyazar Niklas Ekdal’a göre, İsveç bütün travmalardan ders çıkarmış ama her birinde bir süre sonra rehavete kapılıp ipin ucunu kaçırmış. Bugün de rehavetin faturasını ödüyoruz.
Öngörüsüzlük...
İsveç, Avrupa’nın büyük devletlerinden biriyken 1809’da Finlandiya’yı, Rusya’ya kaptırdı. Rus ordusu Stockholm takım adalarına kadar geldi. Tıpkı Osmanlı-Rus savaşından sonra Rus ordusunun Yeşilköy’e kadar ilerlemesi gibi. Bu İsveç’in yaşadığı en büyük travmalardan biri. Çıkış yolu olarak Fransa’dan General Bernadotte getirilip kral yapıldı. Yeni kralla reform dönemi başladı. Eğitim ve altyapı yatırımlarına ağırlık verildi. I. Dünya Savaşı bitince bir daha savaş çıkmayacağı yanılgısına düştüler. 1925’te askerlik süresi kısaltıldı, ordu birlikleri küçültüldü. II. Dünya Savaşı çıkınca şaşırdılar. Nazi orduları Danimarka ve Norveç’i işgal etti; İsveç ise Hitler’le demir cevheri ve krom ihracatı için antlaşma yaptı. Nazi ordularına da Finlandiya’ya geçmeleri için izin verdi. İsveçliler’in II. Dünya Savaşı’ndan zenginleşerek çıksalar da hâlâ utandıkları ikinci büyük travma da bu oldu. Bundan alınan dersle savaştan sonra dünyanın en modern hava kuvvetlerini kurdular. 1980’lere gelindiğinde ise “Barış güvercini” İsveç, orduyu yine ihmal etti. 1986’da Olof Palme öldürüldüğünde, “İsveç’te bu nasıl olur” diye şaşırdılar, “Masumiyetimize tecavüz edildi” yakınmalarıyla büyük bir travma daha yaşadılar. 2007’de hükümet tıpkı 1925’teki gibi, “Artık savaş çıkmaz” diyerek ordunun küçültülmesine, zorunlu askerliğin kaldırılmasına karar verdi. Karara 1925’i hatırlatarak karşı çıkan savunma bakanı istifa etti.
2000’li yıllarda kamu sektörü özelleştirildi. Okulların özelleştirilmesiyle eğitim kalitesi geriledi. Pisa araştırmalarında İsveç sonlara düştü. 1990’larda hastanelerde 1000 kişiye 5.7 yatak vardı, bugün 2.2. Aynı dönem içinde hastanelerdeki 2 binin üzerindeki yoğun bakım birimi 523’e geriledi. Ordunun 900 yoğun bakım biriminden de elde kalan sadece 40. Bugün bu öngörüsüzlüğün sıkıntısı çekiliyor. Salgın, İsveç’i, devletin küçültüldüğü, kârların vergi cennetlerine kaçırıldığı, dayanışma ruhunun yerini bireyciliğin aldığı, hükümetlerin halkı unuttuğu, sadece sermayenin çıkarlarına hizmet ettiği bir dönemde yakaladı. Şimdi insanlar Azrail kapıyı çalacak mı korkusuyla, çaresizlik içinde büyük bir travma yaşıyor.