Barış Manço’nun Cadillac’ıyla...
24. Adana Film Festivali sürüyor. Sevgi Korteji ile Adanalıları selamlayan festivalde bir yandan da yarışma filmleri izleyiciyle buluşuyor.
Emrah Kolukısa“Klasik değil onlar... Hep sonradan yapılmış, kesme biçme otomobiller, bir şeye yaramaz. Biz Amerikancıyız”. Solumda, 1963 model beyaz Cadillac’ın direksiyonunda oturan Mehmet Bey’in sözleri bunlar. Adana caddelerinde, 24. Adana Film Festivali için düzenlenen Sevgi Korteji’nde ağır ağır yol alırken bir yandan da laflıyoruz. Mehmet Bey klasik otomobilleri restore eden, elinde fazla sayıda Amerikan klasiği bulunan, 50 yaşında, işinin ehli bir Adanalı. İçinde bulunduğumuz otomobili de 5 yıl önce rahmetli Barış Manço’nun eşinden satın almış. “Bir de Mustang vardı aslında, 64.5, ama ona çok para istediler, alamadık” diyor hafif bir hayal kırıklığıyla. Sonra yandaki üstü açık Vosvos’u görüp, “Neydi ya şu abinin adı, yıllarca izledik kendisini dizilerde” diyor Cihat Tamer’e bakarak. Kortej akıp gidiyor Adana sokaklarında.
Farkındalık Anıtı açıldı
Dört yıldır yapılmayan kortejin geri dönüşü bir yana, bu yıl ilk kez kurulan Sinema ve Kültür Sanat Kasabası festival etkinliklerini merkezlerinden biri olma iddiasında. Gerçi kortejle birikte girdiğimiz kasabada pek bir kalabalık göremiyoruz ama gece yapılacak konserin hazırlıklarının sürdüğü devasa açıkhava alan muhtemelen Yaşar konserinde tıklım tıklım olacaktır. Biz, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’nün başını çektiği bir grup davetli ile Türk Sinemasına Ömür Verenler Farkındalık Anıtı’nın açılışı için buradayız; Şemsi İnkaya, Gülsen Tuncer, Süleyman Turan, Yusuf Sezgin, Nuri Alço, Can Kolukısa, Cihat Tamer, Sefa Zengin, Volga Sorgu gibi sinemamızın kalburüstü isimleri ile birlikte. Anıtın bir yanında Atatürk’ün portresi var, bir yanında ise sinemaya ömrünü vakfetmiş 400’den fazla kişinin ismi. Konuşmalara verilen kısa arada konfeti makineleri çalışmaya başlıyor, mavi dumanlar sarıyor ortalığı ve güpegündüz havai fişekler atılıyor, patlamalar çatlamalar gırla... Bir ses hoparlörlerden uyarıyor insanları: “Anıtın etrafından uzaklaşın ateş yakılacak, alevler çok büyük...” Gerçekten de bir meşale yakılıyor, antın önünde bir alev beliriyor ve kuvvetli bir müzik başlıyor. Öyle ki mikrofonu verdikleri Şemsi İnkaya’nın ilk sözleri bu hengâmede güme gidiyor. Ama kimsenin derdi değil bir yandan da; şenlik, müziğiyle, ateşiyle, konfetisi ve balonuyla her yeri sarmış zaten, daha ne olsun.
Peki, ya filmler?
Filmlere gelirsek... Daha önce İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen Pelin Esmer’in son filmi “İşe Yarar Bir Şey” ve Özgür Sevimli’nin ilk filmi “Murtaza” burada da Ulusal Yarışma’da yer alan yapımlardan. Festivalin ilk iki gününü pas geçtiğimiz için bizim için ilk günün “yeni” yapımı bir süredir sinemadan uzak kalan Orhan Oğuz’un “Eksi Bir” adlı filmi oldu. Tamamı bir gecede ve dört kişi arasında geçen “Eksi Bir” özellikle oyuncularının performanslarıyla dikkat çeken, yer yer senaryosunda sarkmalar olsa da baştan sona kendini izleten bir film. Üç belediye zabıtasının sokakta kalan evsiz bir adamı yerleştirmek için kapı kapı dolaştığı ama sosyal hizmetlerden, Darülaceze’ye kadar hiçbir kuruma dertlerinin anlatamadığı film sosyal bir yaraya parmak basıyor. Ercan Kesal, Serkan Ercan, Nilüfer Açıkalın ve Metin Belgin’den oluşan oyuncu kadrosu tahminimizce jüri tarafından da dikkate alınacaktır diye düşünüyoruz ama hemen her filmde güçlü oyuncular olduğunu da hatırlarsak, ödül şansı çok yüksek olur mu, emin değiliz doğrusu.
Çeviri sorunları
Ne yazık ki festivalde gösterilen yabancı filmler izleyiciye tam anlamıyla ulaşmıyor. Lucretia Martel’in “Zaman” adlı son filmi altyazıların senkronize olmaması ve çevirilerin de bir hayli eksik olması sebebiyle kelimenin tam manasıyla mahvoldu. Hemen herkesin bu konuda şikayetçi olduğunu da söyleyelim. Bu durum sadece bir iki filmle sınırlı değil yani. Hal böle olunca uluslalararsı bir yarışma ve iddialı bir seçki oluşturmak da anlamsızlaşıyor. Salonlarda koltuklara giydirilen ve üzerinde “İyi Seyirler” yazan kılıftaki “Good looking” ibaresi her şeyi özetliyor aslında. Basit bir çeviriyi bile Google translate üzerinden yapmaya kalkarsanız denizleri aşmayı hedeflerken minicik bir derede boğulur kalırsınız.