Balkanlar’da bir yalnız kovboy

“Western”, alışılmış deyişle meraklısınca kaçırılmaması gereken, finalde köy gençlerinden dayak da yedikten sonra gidip tek başına dansına devam eden ‘yalnız kovboy’ Meinhard Neumann’ı da kesinlikle unutamayacağınız bir film...

Sungu Çapan

Bulgaristan’ın Yunan sınırına yakın bir bölgesinde nehir kenarında inşa edilecek bir hidroelektrik santralının altyapı çalışmalarını yapacak bir grup Alman işçinin yöre insanlarıyla gelgitli ilişkileri olarak konusu özetlenebilecek “Western”, baştan belirteyim nicedir seyrettiğim en esaslı film çıktı.Western türünün kalıplarıyla oynayarak, katman katman açılımlarla gelişerek akıcı ve işlek bir anlatıma erişen film keyifle izleniyor 2 saat süresince.

Alman kadın sinemacı Valeska Grisebach’ın “Mein Stern”(2001) ve “Sehnsucht”dan (2006) 11 yıl sonra yazıp yönettiği üçüncü filmi olup Wroclaw, Mar del Plata, Sevilla, Cannes, İstanbul gibi gösterildiği festivallerden övgü ve ödüllerle dönen “Western”, üstün teknolojik alet edevatlarıyla çıkageldikleri kırsal bölgede kurdukları kampa hemen Alman bayrağını çeken, habire sigara-bira içen, kadınsız bir grup erkek üzerinden western kahramanlarının o bildik maço ve çekişmeci hallerine ve güncel sorunlara günümüzden bakıyor yönetmen Grisebach. Almanya’da sıradan işçilerken çalışmaya geldikleri Bulgar topraklarının sanki efendisi gibi takılıp yerlilere tepeden bakan bu lümpen grubun elebaşısı, kaba saba, kötü ve zorba Vincent (Reinhardt Wetrek) sulandığı Bulgar kızın nehre düşmüş şapkasını geri vermiyor, ‘İşte 70 yıl sonra geri döndük’ diye de efeleniyor yöreyi turlarken, 2. Dünya Savaşı’nda Nazi işgalindeki Mihver Paktı üyesi Bulgaristan’ın ağır abisi olduklarını anıştırarak. Onun tam karşıtı ve filmin ana karakteri olan, yalnız ve ketum Meinhard’sa (Meinhard Neumann) hikâyenin ‘iyi kovboyu’.

Dillerini bilmese de yerel halkla yakınlaşan, vatandaşlarından sıkılıp bunaldıkça Bulgarlarla vakit geçiren, Afganistan’da savaşmış, kardeşini yitirmiş, kendini yersiz yurtsuz hisseden, atına bindiği dostu Adrian (Suleyman Alilov Letifov) gibi yeni kardeşler ve aşklar edinme umudu taşıyan, bir yere ait olmak isteyen, mutsuz biri Meinhard, ‘bizimle misin onlarla mısın’ diyerek onu sıkıştıran önyargılı vatandaşlarıyla da papaz oluyor.

Bir bakıma kendini yenilemek isteyen, yeni bir benlik, ev, aşk bulmanın peşindeki birinin hikayesi olarak da okunabilecek film, birey kendisini oluşturan kimliğinden, geçmişinden sıyrılabilir mi derken farklı kültür ve kökenlere sahip gruplar arasındaki yabancılık, düşmanlık, vb. sorunlar bireyler arasında aşılabilir mi sorusuna da odaklanıyor. Kolaycı çözümler sunmayan yönetmen Grisebach sonuçta düşündürücü, etkileyici anlarla dolu ‘mütevazı bir başyapıt’ imzalamanın üstesinden gelmiş, klasik western şablonlarını beceriyle kullanan, olgun, duyarlı bir sinema ve Meinhard karakteri aracılığıyla, kimliğe, aidiyete, eski demirperde ülkelerinin değişimlerine, sınır ve yabancılaşma sorunsalına dair.

Çoğu amatör oyuncularından iyi verim almasını da bilen yönetmen en büyük desteği de, uzun, kaburgaları sayılan, zayıf bedeni, hep uzakları kollayan, anlamlı gözlerinin öne çıktığı, heykelimsi, sert çehresi ve gizemli, ketum halleriyle unutulmaz bir performans çıkaran Meinhard Neumann’dan alıyor. Kameraman Bernhard Keller’in gösterişsiz ama vurucu kadrajları, çoğu yerde komşunun davul-zeybekli bizim havaları andıran, köy yerine özgü, Balkan müzikleri, yer yer doğaçlamayla yolunu bulmuş oyunculuklar ve baştan sona iz bırakan, yalın bir sinemasal üslup bu başarılı filmden arta kalanlar. Özetle diyeceğim, son İstanbul festivalinde Altın Lale ödülüne de layık bulunan bu “Western”, alışılmış deyişle meraklısınca kaçırılmaması gereken, finalde köy gençlerinden dayak da yedikten sonra gidip tek başına dansına devam eden ‘yalnız kovboy’ Meinhard Neumann’ı da kesinlikle unutamayacağınız bir film..