Bale, bedenle müziğin uyum sanatı
“Parmak ucunuzda tüy gibi yükselin, sonra bir müddet o şekilde durmaya çalışın ve ileriki safhada ise yürümeye geçin. Parmaklarınız, kanasa bile yapın.”
Emel SeçenBALE, SPOR DEĞİL, SANATTIR!
Tartışma bile kabul etmeyecek bir konu nerelere çekiliyor. “Bale ve antrenör”, yani Türkiye Dans Sporları Federasyonu “Bale Antrenörlüğü” programı açtı ve buna ilk tepkiyi, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi verdi: “Sırf bir federasyona para kazandırmak için baleyi spor dalı saymak, baleyi tüm köklerinden koparıp yok etmek anlamına gelir. Devlet verdiği bu onayı derhal iptal etmeli” dedi. Bale ülkemizde nasıl başladı? Elbette Cumhuriyet kazanımlarının bir değeriydi. Atatürk’ün, Meclis’e sunduğu önerge ile Ankara’da bir konservatuvar kurulmasına karar verildi. Yıl 1935, ünlü besteci Prof. Paul Hindemith Türkiye’ye geldi ve konservatuvar çalışmaları başladı. Tiyatro ve Opera Bölümü için Prof. Carl Ebert, Almanya’dan getirildi. 1936 yılında eğitime başlandı ve resmi olarak ilk Devlet Konservatuarı 1940 tarihinde başlamış oldu. Bale ise dünyaca ünlü İngiliz dansçı ve koreograf Dame Ninette de Valois tarafından, 6 Ocak 1948 yılında İstanbul Yeşilköy’deki Pansiyonlu İlkokulu’nda “Yeşilköy Bale Okulu” adıyla başladı ve sonrasında 1 Ekim 1950 yılında Ankara’ya taşınan okul, Ankara Devlet Konservatuvarı’na bağlı bir bölüm haline geldi.
İLK TEMSİL ÇEŞMEBAŞI
1965 yılında Dame Ninette de Valois’nın koreografisini gerçekleştirip sahneye koyduğu, Ferit Tüzün’ün altı bölümden oluşan “Çeşmebaşı Balesi”, dünya prömiyerini yaptığında “ilk fantastik Türk balesi” olarak tarihe geçti. Türk balesinden bir Meriç Sümen geçti; Rengin Taş; Sait Sökmen, Merih Çimenciler, hangi birini sayalım? Buralara gelmek sanatçılar için hiç kolay değil. Ama bizim ülkemizin, bale sanatını icra edenlerin giydikleri kostümden, sergiledikleri yorumlara kadar eleştirmekten öteye gitmeyen zihniyeti şimdilerde, balenin kıyımına hazırlanıyor. Bir balerin ya da balet onca acılara ve akıttığı tere, yaklaşık 15 sene, temsile göre 8-9 saat düzenli çalışma karşılığında acaba yaklaşık 56 saatlik antrenör eğitimi ile bırakın bunu uygulamayı, estetiği ve balenin değerini nasıl kazandırabilir? Kim ya da kimler olacak bu antrenörler?
SİNEMADA BALE
2018 yılında yönetmenliğini Ralph Fiennes’in yaptığı “Beyaz Karga” filminde Soğuk Savaş döneminde, sanatını icra edemeyecek duruma gelen ünlü balet Rudolf Nureyev’in hayatını, kendisi gibi bu uğraş ve bu emeklerden geçmiş Ukraynalı dansçı, balet Oleg Ivenko canlandırmıştı. Yine aynı yıl gösterime giren Yuli’de modern balenin oluşumunu ilk siyahi Kübalı Balet Carlos Agosta oynamıştı, yönetmeni ise bir kadındı, Bollain. Burada da Küba Ulusal Bale, Houston Bale, Amerikan Bale Tiyatrosu, ardından Londra Kraliyet Balesi’nde siyahi Romeo olan ilk balet unvanı alan sanatçının neler yaşadığına tanıklık ediliyordu. 2010 yapımı, Natalie Portman’a ilk Akademi Ödülü’nü kazandıran Siyah Kuğu filmi ise uzun süre akıllardan çıkmadı. Natalie Portman’ın filmin neredeyse tümünde bedeninin sadece üstü kullanıldı, bale sahnelerinin tümünde dublör kullanılarak bir filmde en uzun süre dublör kullanılan film oldu. Çünkü baleyi, hiçbir sanatçı bale eğitimi almadan yapamaz! Parmak ucunda durmak, jump, bacak açmak ve bunları müzikle uyumlu hale getirmek spor yapmakla eş değil. Türkiye’de ise bir Hülya Aksular varken sanatçının yaşamını sinemaya taşımak yerine baleyi spor antrenörlerine teslim etmek hangi düşüncenin ürünü olabilir? Bale elbette bedeni çalıştıran bir etkinliktir ama ne futboldur ne halter! Bale; estetik, zerafet, incelik, sanatsal duyum ve müzikle uyum, ruh dinginliği, sahne yatkınlığıdır. Bırakın antrenörler, para için bile olsa başka dallarda serpilsinler. Güzel sanatların ve sporun izleyeni de farklıdır, bırakın bale onu izleyen, anlayan ve yapanlara kalsın!