Bal gibi başardı!
Bahçesine lavanta ekmek isterken kendini arıcılığın içinde buldu. 10 kovanla başladı, dört yılda 50 kovanı, farklı çiçeklerden elde edilen kilolarca balı oldu. Hayatını doğayı korumaya ve köy çocuklarının arıcılığı öğrenmesine adadı.
Figen YanıkGenç İngilizce öğretmeni Beyza Yavuz’un doğayla barışık yaşama kararı, meslek hayatını da bambaşka bir rotaya çevirdi. Lavanta yetiştirmek isterken kendini arıların arasında bulan Yavuz ‘’Arıcı olmayı çiçeklere borçluyum’’ diyor. İstanbul doğumlu, 10 yaşından itibaren babasının işi nedeniyle Fethiye’de yaşamını sürdüren Beyza Yavuz, Eskişehir Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nden mezun olur. İstanbul’da çalışıp yaşayamayacağını anlaması sadece bir yıl sürer. Fethiye’ye ailesinin yanına gelir ve öğretmenlik mesleğine buradaki özel okullarda devam eder. Hayatının dönüm noktası, dört yıl önce bir lavanta tarlasını ziyarete gitmesiyle başlar: ‘’Bahar geldiğinde bahçeye ekmek için lavanta almak istiyordum. Satıcı ‘Bu lavantaların yanına çiçek açtıklarında arı kovanı koyacağız’ dedi. İçimden ‘Ben de koyarım’ dedim. Fethiye’de yaşıyordum ama o güne kadar hayatımda ne arı ne de kovan görmüştüm. Sadece çiçekleri çok seviyordum ve daha o gün arıların hangi çiçekleri daha çok seveceğini gözlemlemenin heyecanını duymaya başlamıştım bile…’’
‘’Bu iş fiziksel olarak güçlü olmayı gerektiriyor. Başlarda arı soktuğunda canım yanıyordu ama zamanla bağışıklık kazanıyorsunuz. İkinci yıldan sonra ısırsa da acımıyor. Çalışırken beyaz arıcı kıyafetlerini giyiyoruz. Arılar geceleri taşınır. Mevsimine göre çiçeklerin açmasını takip ediyorum. Bir yıl içinde hangi tür balı elde etmek istiyorsam, kovanları o çiçeklerin en yoğun yetiştiği yerlere götürüyorum..."
Yavuz önce Fethiye’de yaşayan Ferry Schutzelaars adlı bir Hollandalı’dan dört günlük ‘doğal arıcılık’ eğitimi alır. Bu atölye çalışması, arının haklarını ön planda tutan bir eğitim anlayışıdır. Arıların oğul verme anını görmek ise kendi ifadesiyle Beyza Yavuz’u hipnotize eder: ‘’Arılarla tanışma anımı unutamıyorum. Bir arı, oğul veriyordu. Benim için çok büyülü bir karşılaşma oldu. Sonra oğul arı bir dala kondu, biz de kedi sever gibi onu sevdik. Elimi üzerinden çekemiyordum, adeta hipnotize olmuştum.’’
Dört yılda 50 kovan
Hikayenin sonraki bölümleri çok hızlı ve planlı gelişir. Yavuz Halk Eğitim Merkezi’nin düzenlediği 1,5 aylık arıcılık kursuna katılır. Bu sürede kararını da vermiştir; artık doğayla ilgili bir iş yapmak istiyordur: ‘’Kursta hocalar beni destekledi. Arıcı arkadaşlarım oldu. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Genç Çiftçi Projesi kapsamında sağlanan destek fonuna başvurdum. Ne ehliyetim ne de arıcılık için en temel ihtiyaç olan otomobilim vardı. Tahta zımparalamayı bilmiyordum. Yine de arıcılık yapmayı aklıma koymuştum. Annem ve babam başlarda destek oldu. Bahar gelince de 10 kovan ve Muğla ırkı arılarımı aldım. Kovanı, arıları tutmasını bile bilmiyordum. Kursta hiç pratik yapmamıştık. Ben de arıları aldığım ağabeyin peşine takıldım ve üç ay ona çıraklık yaptım.’’
Öğretmenliği bırakan 35 yaşındaki Beyza Yavuz, dört yılın sonunda artık 50 kovan sahibi profesyonel bir arıcı ve bal üreticisidir. Paye ismindeki markasıyla bal, polen, balmumu, mum satışı yapıyor. Ağırlıklı olarak internet üzerinden satış yapıyor. Bir buçuk yıl önce Muğla’nın Seydikemer İlçesi’ne bağlı Zorlar Köyü’ne taşınarak, bahçesinde arıları için her çeşit çiçek yetiştirmeye başladı. Bu yıl ayrıca Tescilli Muğla Çam Balı Coğrafi İşaret Üreticisi olmaya hak kazandı. En büyük hedefi ise köyün çocuklarının arıcılıkla ilgili temel bilgileri öğrenip bu mesleği en doğal şekliyle yaşatmaları…
"Arıcılıkla ilgili bir kitapta 1925 yılında da ilaçlama sorunu olduğunu okudum. Bu sorunlar günümüzde hâlâ var. Arıcılık Türkiye’de niye gelişmiyor? Çünkü insanlar bunu hobi olarak yapıyor."
Bana deli diyen oldu
‘’İlk başlarda öğretmenliği bırakıp arıcılık yapacağımı duyan, beni deli zannetti. Romantik bir faaliyet olarak başladığımı, bir süre sonra bırakacağımı düşündüler. ‘Sen fantezi dünyasında yaşıyorsun’ diyenler oldu. Babam destek oldu ama annem kabullenmekte zorlandı. En büyük hedefleri ablamla beni okutup, meslek sahibi olmamızı sağlamaktı. İlk yıl anneme ‘Kızın ne iş yapıyor?’ diye sorduklarında ‘Öğretmen’ diyordu, ama zamanla alıştı. Köyde doğup büyüyen kadınlar, bu işi zaten babalarına, kocalarına yardım olarak yapıyor. Budama işini de meyveciliği de beraber yapıyorlar. Aralarından sıyrılan, kadın arıcı örneği yoktu. İlk üç yıl her şeyi tek başıma yaptım. Şimdi nişanlım da bana yardım ediyor, beraber yapıyoruz.’’
Kovanları dört mevsim taşıyorum
‘’Bu iş fiziksel olarak güçlü olmayı gerektiriyor. Başlarda arı soktuğunda canım yanıyordu ama zamanla bağışıklık kazanıyorsunuz. İkinci yıldan sonra ısırsa da acımıyor. Çalışırken beyaz arıcı kıyafetlerini giyiyoruz. Arılar geceleri taşınır. Mevsimine göre çiçeklerin açmasını takip ediyorum. Bir yıl içinde hangi tür balı elde etmek istiyorsam, kovanları o çiçeklerin en yoğun yetiştiği yerlere götürüyorum. Önce kendi evimin bahçesindeki çiçeklerle besleniyorlar. Arılar en çok arı otu, gelincik, aynı sefa, melisa, limon, lavanta, adaçayı, papatya, ekinezya, yabani kır çiçeklerini sever. Bu çiçeklerin hepsi evin arka bahçesine ekildi. İlk taşıma nisan sonunda olur. Portakal çiçeği için Yanıklar’a taşıyorum. Mayısın sonunda narenciye balı alıyorum. Fethiye’nin içi yazın sıcak olduğu için hazirandan itibaren 600 rakımlı Üzümlü ve İncirli’ye taşıyorum. Sonra da 1600 rakımlı Girdev ve Seki yaylalarına çıkartıyorum. Yayladan inerken yayla çiçek balı elde ediyorum. Sonra eylül-ekimde çam balı için Kayaköy’e götürüyorum. Kasım ayında da püren balı alıyorum.’’
Bal şifa niyetine yenilmeli
‘’Bal çok değerli bir ürün. Şifa niyetine ve arının emeğine saygı duyarak tüketmeliyiz. Aç karnına ve bir tatlı kaşığı yemek lazım. Böylece şifası güzelce etki eder. Öyle kaymağın üstüne bal koyup bol bol yemek doğru değil. Ne yazık ki tam olarak üretildiği gibi tüketilmiyor. Yerken de arının emeğinin ne kadar değerli olduğunu unutmamalıyız. ’’
Arıcılık geliştirilmiyor
"Arıcılıkla ilgili bir kitapta 1925 yılında da ilaçlama sorunu olduğunu okudum. Bu sorunlar günümüzde hâlâ var. Arıcılık Türkiye’de niye gelişmiyor? Çünkü insanlar bunu hobi olarak yapıyor. Zorlar’da arıcılığın yanı sıra zeytincilik, ot yetiştiriciliği, hayvancılık da uğraşılıyor. Şeftali ağacının altındaki çiçekler sürülüyor ama arı onunla beslenir. Çiçek yerine yonca ekiliyor. Kötü, bilinçsiz üretim yüzünden arı, yiyecek bulamıyor. Bu yüzden şeker şurubu veriliyor. Arıcı sayısı artıyor ama arının besleneceği florayı geliştiren yok. Tarım alanları inşaata açılıyor. Ben arıları, çevreye çiçekler ekerek besliyorum. Niye böyle bir arıcılık sistemi yok? Ben de örnek olmak için 50 kg çiçek tohumu aldım ve bunları üreticiye ücretsiz dağıtıyorum. Çocuklarla da tohum topu yapıp, uygun yerlere atıyoruz. Buralarda da çiçekler yetişiyor ve arılar için doğal beslenme alanları oluşuyor.’’
"Arıcılığın yanı sıra bundan sonraki yıllarda da arılar, çocuklar, oyun, sanat ve doğayı buluşturan eğitim projelerinin içinde yer almak istiyorum. ’’
Köy çocuklarına arıları öğretiyorum
‘’Köydeki çocukların dedesi, amcası hep arıcı ama hayatlarında hiç arı görmemişler. Aileler bu işi değerli görmüyor. Çocukları okusun, başka meslek yapsın istiyor. Arıcılığı sürdürecek gençler yok. Giderek de yok olabilir. Geçtiğimiz yıl Robert Kolej ve Zorlar Ortaokulu’nun öğrencileriyle ortak bir proje gerçekleştirdik. ‘Arı Aşkına Sanat Kolektifi’nden Nil İlkbaşaran, Maria Sezer, Güngör Erdem’le okulda çocuklara üç gün arıcılıkla ilgili bir eğitim verildi. Duvarlarına arı resimleri çizildi. Sonra Robert Kolej’den sekiz öğrenci Zorlar Köyü’ne davet edilip, buradaki evlerde misafir oldu. Çocuklar birlikte kovan ziyareti yaptı. Zorlar’daki çocuklar da çok mutlu oldu. Köylerindeki arıların ne kadar değerli olduğunu anladılar. Arıcılığın yanı sıra bundan sonraki yıllarda da arılar, çocuklar, oyun, sanat ve doğayı buluşturan eğitim projelerinin içinde yer almak istiyorum. ’’