'Bağımsız gazeteci olunca başınıza gelecekler belli'
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve HaberTürk yazarı Ruşen Çakır, basın özgürlüğü, AKP kongresi ile 1 Kasım seçimleri üzerine konuştular.
cumhuriyet.com.tr6’ncı Medyascope.tv açık oturumu 16 Eylül 2015 Çarşamba günü saat 20.00’de Cumhuriyet gazetesinden canlı olarak yayınlandı. Sedat Pişirici’nin yönettiği ve Can Dündar ile Ruşen Çakır’ın konuk olarak katıldığı açık oturumda, basın özgürlüğü, AKP kongresi ile 1 Kasım seçimleri tartışıldı.
Can Dündar ve Ruşen Çakır'ın Periscope yayınında söylediklerinden dikkat çeken bölümler:
"BAĞIMSIZ GAZETECİ OLUNCA BAŞINIZA GELECEKLER BELLİ"
Can Dündar: Tahmin etmek zor değildi. Gazetenin bir tarihi var. Biz gene şanslıyız, öldürülmüş gazeteci ve yazarlarımız var. Bunlardan sızlanırsak haksızlık etmiş oluruz. Bu binaya girerken, gazetenin öldürülen yazarlarının fotoğrafları var. İçeri adım attığınız anda, nereye girdiğinizi bilirsiniz. Bu yaşananlar sürpriz değil elbette. Kaldı ki hapis yatmış yazarlarımız var. Yine de şanslı sayılırız yani. Cumhuriyet’e geldiğinizde az çok biliyorsunuz yani. Türkiye’de gazeteci olduğunuzda başınıza ne geleceği az çok belli. Bağımsız gazeteci olduğunuz zaman, ki çok az sayıda kurum bağımsız kaldı, ama bağımsız bir gazeteci olmak istediğinizde doğrudan hedef oluyorsunuz. İktidarın tavrı belli, her türlü eleştiriyi hakaret olarak addediyor. Bir kaç yöntemi var, dava açıyor, açıktan tehdit ediyor, kendi yandaşlarını üzerinize salıyor, afişe ediyor, hedef gösteriyor, giderek gazeteyi basmaya kadar varıyor. Bütün bunlarla baş etmek uğraşmak zorundasınız.
Sedat Pişirici: Bu ortamda Yazıişleri toplantısında hiç bu başlığı çıkartırsak şöyle tepki çekeriz, biraz dikkatli olayım, aman yanlış olmasın bu gazeteye zarar verir diyor musunuz? Cumhuriyeti bir takım tepkilerden koruyayım, dikkatli olayım diyor musunuz. Eleştirinin dozu anlamında.
"YAŞANANLAR BİZİ DAHA CESUR HALE GETİRİYOR"
Can Dündar: Tüm yaşananlar bizi normalinden daha cesur hale getirdi. Ben normal koşullarda böyle yazan bir insan değilim, daha sivri yazmaya başladım. Zannedilenin aksine, baskılar yıldırmak şöyle dursun bizi daha sivriltiyor. Erdoğan’ın üslubu bizi hiç ait olmadığımız bir kişiliğe soktu. Ben daha soft yazan, daha makul bir kişiliğe sahiptim. Ama gerçekten tüm bu baskılar, daha yüksek perdeden konuşalım, söylediğimizi daha doğrudan söyleyelim noktasına getirdi. Bu hayırlı bir şey değil. Ben meslek hayatımın belki de en sivri dönemini yaşıyorum. Biz gazeteci kimliklerimizin ötesinde misyoner pozisyonuna sokulduk. Bir tür demokrasi mücadelesine dönüştü. Bir tür basın özgürlüğü mücadelesine dönüştü. Bizler gazeteciyiz duyduğumuzu yazarız. Ama öyle bir kamplaşma ki biz hiç bir AKP’li ile ilişkimiz yok. Hiç bir şekilde demeç vermiyorlar, programlarımıza katılmıyorlar. Biz dolayısıyla kendi kabuğumuza itiliyoruz. Ve bu bir politik mücadeleye dönüştü. Biz okulda böyle öğrenmedik, böyle öğretmedik. Gazeteci herkese eşit mesafede duran, sözünü seçerek söyleyen insanlardı. Daha yüksek perdeden konuşan insanlar olduk. Ama şu var tabi, Nokta’nın kapağını basmalıydık bence. Ama orada düşünüyorsunuz, aynı baskı size gelecek. Gelip gazetenizi basacaklar. Buna değer mi diye düşünüyorsunuz o zaman.
Sedat Pişirici: Nokta dedik, Ruşen’e geçelim. Sen gazeteciliğe Nokta’da başladın. Kronolojik olarak bakarsak, Kanal Türk’ün patronuna operasyon oldu, Hürriyet’e iki saldırı oldu, Cumhuriyet’in web sitesine iki kere engelleme geldi ve nihayetinde kapağı nedeniyle, henüz yayımlanmamış olan Nokta dergisine baskın yapıldı. Şuradan başlayalım, senin çalıştığın Nokta ile bu basılan Nokta aynı mı?
"30 YIL ÖNCE KAPAKLAR YÜZÜNDEN BAŞIMIZA HİÇ BİR ŞEY GELMEMİŞTİ"
Ruşen Çakır: Aynı değil tabi, adı aynı. Ama şöyle bir şey var. Türkiye çok farklı ve olumsuz anlamda farklı. Ben 85’de başladım. Nokta’nın yaşı erenler bilir, en zımba gibi olduğu dönemdi ve bizim kapaklarımız çok önemliydi. Ercan Arıklı, Salih Memecan filan gibi bir ekip kapaklarda çok cüretkar çıkışlar yapar, en çok da kapağa kafa yorardık. O dönem ANAP iktidardaydı ama hala Kenan Evren cumhurbaşkanıydı, askeri vesayet etkiliydi. Bir çok kapağımızı yaptığımız zaman hep başımıza bir iş alacağız derdik. Bir şeyler olurdu ama başımıza bir şey gelmezdi. Biz o dönemde işkenceci polisin itiraflarını kapak yaptık. Özal’ı Marliyn Monroe şeklinde niteledik. Mini etekli fotomontajını yaptık ama birşey olmadı. O dönemde bile bir şey olmadı. Askere yönelik sert kapaklar oldu. Dönüp dolaşıp 30 yıl sonra kapağı nedeniyle, eskiden bugünkü teknoloji yoktu ama iyi kapaklar yapılırdı. Şimdi kapağı nedeniyle dergi toplanıyor. İyi ya da kötü hiç önemli değil. Bizim o zamanki kapaklarımız çok primitif çok komik kapaklar. Hakikaten yapmışmıydık dediğim kapaklar var. Ama o dönem çok etki yaratmıştı. Tony Blair’den alınmış bir şey. Ama gazetecilik tam da budur. İfade özgürlüğü tam budur. Rahatsız eder. Tam da basın özgürlüğünün kendisini göstermesidir. Dergiye baskın yapılması, terör propagandası filan… Yazık gerçekten yazık. Çıkmamış dergi toplatılıyor. Çıkmamış kitap da toplatıldı. Çıkmamış kitabın izini sürmeye Radikal gazetesine baskın da yapıldı. Şu anki Nokta ekibinin önemli bir kesimi, terörle mücadelede olur böyle şeyler diyenlerdi. Özellikle altını çizmek lazım.