Babalar ve oğullar...
Onur Saylak’ın katıldığı tüm festivallerden ödüllerle dönen ve bugün gösterime giren ilk uzun metrajı ‘Daha’yı kaçırmayın.
Sungu ÇapanÖzcan Alper’in, sinemamızın 2000’lerdeki en iyi filmlerinden biri saydığımız “Sonbahar”ındaki canlandırdığı hapiste ölümcül bir hastalığa yakalanmış devrimci Yusuf karakteriyle 10 yıl kadar önce gönlümüze, belleğimize nakşolarak hayatımıza girmiş, tiyatro ve dizi oyuncusu Onur Saylak, Doğu Yaşar Akal’la birlikte imzaladığı kısa bir filmin (“Orman”) ardından çektiği ilk uzun metrajı “Daha”yla yönetmenliğe parlak bir başlangıç yapıyor.
Bir çatışma hikâyesi...
Senaryosu, Hakan Günday’ın 2015’te Fransa’da en iyi yabancı roman seçilmiş ve 19 dile çevrilmiş, 400 sayfalık sıradışı kitabından esinlenilerek Onur Saylak, Hakan Günday, Doğu Yaşar Akal üçlüsü tarafından yazılmış “Daha”, sert bir baba-oğul çatışması hikâyesi ekseninde geçiyor, mekânsa insan kaçakçılığında ara durak konumundaki cennet gibi bir güney kasabası.
Baba kamyoncu Ahad (15 yıldır rol aldığı filmlerde ve TV dizilerinde gösterdiği başarılı yorumlarıyla tanınan Ahmet Mümtaz Taylan, yine son derece gerçekçi ve içten oyunuyla filmin lokomotifi, Ortaklarınca şişlenene kadar), ülkelerindeki iç savaşta ölmemek için yerini yurdunu terkedip başka bir hayata doğru yollara savrulan ortadoğulu kaçak göçmenler üzerinden para kazanan, acımasız, kötücül biri.
O insanlık dışı koşullarda hayatta kalmaya çabalayan göçmenleri kamyonuyla taşıyıp getirip, mezardan farksız bir yeraltı deposuna tıklım tıkış tıktığı garibanları ufak gruplar halinde, derme çatma tekneleriyle komşu ülke sahillerine taşıyacak, gazoz niyetine habire Jack Daniels viskisi içen, gözü kara, 2 bitirim denizci ortağına aktarıyor alacakaranlıklarda. Bazen geçiş izni verecek yetkililere ayarladığı (!) güzel, çekici Arap kadınlarına da bizzat tecavüz de ediyor Ahad, hem de küçük çocuklarını öldürerek.
İyilik-kötülük, vicdan-ahlak...
Baskıcı baba Ahad’ın anasından ayırıp yanına aldığı, üstelik yasadışı insan kaçakçılığına karıştırarak resmen suça bulaştırdığı ve göçmenlerin yeme-içme gereksinimlerini en ucuz tarafından karşılamakta kullandığı, “Martin Eden” gibi Jack London romanları okuyan, kendini rap müziğiyle ifade eden, yeni yetme oğlu Gaza’nın (ilk kez çıktığı kamera karşısında 40 yıllık, deneyimli bir aktör gibi rol kesen, Hollanda-Türk karışımı genç yetenek Hayat Van Eck, son bölümde hikâyenin dizginlerini ele geçirerek öne çıkıyor filmde) derdiyse bir an önce taşradan kurtulup lise tahsiline İstanbul’da devam edebilmek.
Önceleri okumayı düşleyen, umutları olan, iyi niyetli, masum bir ergenken hikâye geliştikçe giderek babasına dönüşerek finalde değişim geçiren Gaza’nın, seyirciyi iyilik-kötülük, vicdan-ahlak bağlamında doğrudan yönlendiren anlatıcı sesi eşliğinde izlediğimiz “Daha” gücünü, incelikli buluşlar -geçişlerle sürükleyici kılınmış, akıcı anlatımı ve etkileyici hikâyesi kadar usta kameraman Feza Çaldıran’nın nefis kadrajlarıyla özenle bakılıp seçilmiş mekânları ve cuk oturmuş dekor-sanat yönetiminden alan, fon müziğiyle de desteklenmiş, sıradışı bir görselliğe sahip, yılın kaçırılmaması gereken ilk önemli yerli filmlerinden biri izlenimi bıraktı bende sonuçta.
Baştan sona azalmayan bir ilgiyle seyredilen, sert ama güçlü bir sinema duygusuna sahip ve iz bırakan nitelikte bu “Daha”yla sinemamızın söylecek sözü olan, vizyon sahibi, geleceği parlak, umut veren, yeni bir yönetmen kazandığı rahatlıkla söylenebilir şimdiden.